Salı, Mart 08, 2011

BİR MANDOLİN HİKÂYESİ

Okulların görece hala Eğitim Kurumu olduğu yıllarda şimdiki gibi sadece öğretim kurumu haline getirilmeden önce demek istiyorum kolayca anlaşılacağı üzere… Bugün ne yazık ki eğitimin artık önemi kalmamış görünmekte ve yeter ki öğretimi yüksek toplum olalım yaklaşımı öne çıkmıştır.
 
Eğitimin önde tutulduğu, okullarda müzik ve tarım derslerinin seçmeli ders olmadığı mezkûr senelerde insanın bir tarafta kulağı diğer tarafta eli eğitilmek üzere uygulamalı dersler yapılırdı. Özellikle de elişi dersleri insan elinin ehilleştirilmesi adına önemli bir ders idi. Zamanla bu derslerin önemi azaltıldı sonra da tamamen kaldırıldı ya da seçmeli ders haline getirildi ya yanarım bu duruma.

Çeşme ortaokulunda aslında coğrafya öğretmeni olmasına rağmen belki de mandolin çalmasını bilmesinden ötürü müzik öğretmeni olarakta ders veren Kostarika lakaplı Ahmet Uğur, derslere sürekli mandolini ile gelir dersin önemli bir bölümünde mandolin çalar ve ders kitabındaki müzik parçalarını hep beraber icra ederdik. Aslında ne yüz ifadesi ne de davranışları bir müzik öğretmeni olmasına uygun bir durum oluştururdu benim için, çünkü çok sert görünümlü ve öğrencilere çok sert davranan hatta bol miktarda dayak atan birisiydi. O dönemde okulun müdür muavini olması nedeniylede davranışları terör boyutuna ulaşırdı zaman zaman… Ders saatleri dışında elinde tahta 1 mt lik cetvel olurdu, attığı dayakların bir kısmında aletli dayak kabilinden olmak üzere de bunu sıkça kullanırdı, özellikle de ellerin parmaklarını yukarı gelecek şekilde birleştirdikten sonra olanca gücüyle cetvel ile vurması neticesi öğrenciler parmaklarının koptuğu hissine kapılırdı. Bunun böyle sürüp gitmesinde de velilerin çocuklarını öğretmenlere “eti sizin kemiği bizim” diyerek teslim etmelerinden kaynaklanırdı büyük ölçüde kanımca… Neden bu öğretmene Kosta Rika denirdi şimdi onu hatırlamıyorum açıkçası ama büyük ihtimalle coğrafya öğretmeni olması nedeniyle muhtemel bir çam devirmesi ya da öğrencilerin bir takması neticesinde olmuş olabilir.
 
Ahmet Uğur öğretmenin zamane Neron’u veren görüntü ve davranışına rağmen inanılmaz bir şekilde müzik derslerini sevmiş idim ve salt bu yüzden de mandolin sahibi olabilmenin ve çalabilmenin dayanılmaz bir özlemi oluşmuştu içimde… Çobanların kavalı, düğünlerdeki davul zurna ve okullarımızın, belediyemizin bando takımlarının yaptığı müzik dışındaki canlı müzikten başka tecrübesi olmayan benim için bu durum muhteşem bir durumdur. Pena ile çalınan ve öğrenilmesinin kolay olduğu söylenilen, gitar öncesi bir çalgı aleti olan mandolin artık hayallerimi süslemekte idi…

Şu anda hayatta olmayan, rahmetle andığım, benim bildiğim kadarıyla Çeşme’de 2. Müzik Öğretmeni Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Ahmet Aykın, ki çocukluk arkadaşımın babası ve kendisi de babamın yakın arkadaşı idi. Ahmet Aykın öğretmende son derece sert mizaçlı birisi olup, bildiğim kadarıyla da en başta ve en fazla da kendi oğlu olmakla birlikte neredeyse benim dışımda dayağını yemeyen bir öğrenci kalmamıştır ve zaten babasından miras “atom” lakabı ile anılırdı. Ancak bu sert mizaçlı arkadaşımın babası, babamın arkadaşı başöğretmen ile inanılmaz samimi bir iletişime sahip olduğumu hep hissetmişimdir, bende bu hissi yarattığı için kendisini de sürekli minnetle ve özlemle, şimdi de rahmetle anmaktayım… Toprağı bol olsun…

Bir gün samimi iletişime sahip olduğum başöğretmen Ahmet Aykın’a, mandolin çalabilmenin benim için ne kadar büyük bir önem taşıdığını ve bunu ne kadar büyük bir özlemle istediğimi anlattım, bilahare de bana bu konuda yardımcı olup olamayacağını sordum, bana hitap ederken sürekli “birader” diyen hocamdan “tamam birader, sen mandolini aldır” cevabını alınca bir etap daha geçmenin sevincini yaşadım.

Şimdi sıra en son etaba gelmişti, babama bir mandolin satın aldırmanın yolunu bulmalıydım, bu nasıl olacaktı işte bunu bilemiyordum…

Her çocuğun başvurduğu ilk yol olan anne üzerinden girişim benim de çaremdi ama süreç içinde anladım ki benim özelimde bu bir başarı getirmeyecekti, bu nedenle kendim direk babamı ikna edebilmenin bir yolunu bulmalıydım. Her türlü girişimde bulunmama rağmen bir süre sonuç alamadım.

Ve Babam Mandolin almaya karar verir bir gün, ne oldu da satın alma kararı verdi hiçbir zaman öğrenemedim. Ama her çocuğun yaşadığını düşündüğüm çok isteyip gerçekleşen bir şey karşısında önce şaşkınlık, sonra sevinç duygularını ben de yaşamıştım. Ve babam ile birlikte İzmir’e gittim, sora sorula nereden mandolin bulabileceğimizi öğrendik, adresi öğrenilen bugün Kemeraltı’nda olduğunu düşündüğüm dükkâna gittik, ve işte şimdi hatırlamadığım ama önemli bir miktar olduğunu hatırladığım bedel ödenerek mandolini satın aldık.

Artık bir mandolinim vardı, bir mandolin sahibiydim, özlem büyük ölçüde gerçekleşmekte idi. Son bir etap daha kalmıştı artık, mandolin çalma derslerine gelmişti sıra, bu heyecanla Çeşme’ye dönüldü hemen ilk fırsatta başöğretmen Ahmet Aykın’a başvurdum, ama o da ne, hayret bizim birader “birader, sinirlerim artık kaldırmıyor ben ders vermeyi bıraktım” dedi ya bende bir şok oluştu. Ama yapılacak bir şey yok, binbir türlü dil dökerek babamı ikna edip mandolin aldırabildiğime mi yanayım, babamın gözünde bu başarısızlığın nedeni olarak görüleceğime mi yanayım, bilemedim…
 
Artık hayallerin sonu gelmişti, düş kırıklığı, mandolin bir kenara kaldırıldı, ara sıra açarak tek başına çalmayı becerebilme denemesi yaptıktan ve kah pena kırılması kah tel kopması ve sonuçta da becerememekten ötürü de tamamen unutmaktan başka da çare kalmamıştı. Gerçi bu sürecin sonunda lise çağı gelmişti, İzmir’e yatılı okumaya gidildi, yeni meşgaleler, ilişkiler ve başka konsantrasyonlar beni mandolin çalmayı öğrenme fikrinden uzaklaştırmaya başladı ve süreç içinde de unutuldu gitti.
 
Yine hayatta halen devam ettiği üzere ıslık dışında bir müzik aleti çalamayan bir adam olarak kalmıştım.

Yıllar sonra güzelim mandolinim gitti komşumuz Marangoz Necati Abi’nin oğlu Hüseyin’e ama o çalmayı öğrenebildi mi bilmiyorum…





1 yorum:

Adsız dedi ki...

Ah hocam. Tam da damarıma bastın Eğitimdeki dejenerasyon var mı, yok mu tartışması artık bir önem taşımamakta. Asıl olan eğitimin piyasalaştırılması ve paraya tekabül ettirilmesi meselesi
Elimiz iş tutup da Garip Ali'nin lokantasında kamyon yıkayacak yaşa (12)gelinceye kadar her yaz başı Okul kapandığında Babam bizi köye gönderirdi. Pozantı'nın Ömerli köyünde evimiz, bağımız ve bahçemiz vardı. Nerde bulacağız mandolin'i. Tahtadan keserek yaptığım ve rastgele taktığım tellerden ve At kuyruğundan çektiğim kıllardan yaptığım yay ile bütünleşen kemanımsı çalgı Dedem tarafından "çingene sanatına özeniyorsun" gerekçesiyle kırıldığında 3 gün ağladığımı biliyorum. Oysa o aletle komşumuz Solmaz'ın düğününü çalma siparişi almışken.Duyardım Sağır lakaplı birinin keman yapıp sattığını ancak çocukluğumda köyümüzde hiçbir enstrüman görmemiştim.Sonraları şerif'in Hasan adında bugün rahmetli olan Hasan Amca'nın çalıp söylediğine tanık oldum. Kış-yaz paltosu omuzunda çakırkeyf gezen Hasan Amca'dan başka tanıdıklarımın hiçbir müzik aletini çalmadığını biliyorum.Öğretim Birliği yasası çıkıncaya kadar yatılı Medrese eğitimi verilen bir köyde Mollaların gizli denetiminde devam eden eğitim sistemimizden biz de ne çok şey istiyoruz değil mi?lennin