Cumartesi, Temmuz 13, 2013

ATEŞ ÇİÇEKLERİ


12 Eylül açık faşizm uygulamaları döneminde, gerek işkencenin ve zulmün zirvesi sayılan ve tarihe de bu ünüyle geçen ve asla da unutulamayacak meşhur DAL grubu gözaltıları, gerekse de her dönem mutlaka kendine haklı şöhreti edinmiş MAMAK cezaevindeki siyasi baskıları ve tutsaklıkları ile bu sürece ve yaratılan fırtınaların alt üst ettiği dönem sonrasına ilişkin, gerek kendi tutsaklığı döneminde doğrudan yaşanmış ya da bir şekilde arkadaşlarının yaşadıklarına ilişkin gerekse de gözlemlerine dayalı 10 adet şiir tadında öyküsünün bulunduğu 2. baskısı Kasım 2011 de gerçekleştirilmiş olan, Alime Yalçın Mitap’ın yazdığı bir kitap elime geçti, fiziksel olarakta tam şiir kitabı görünümlü bir öykü kitabı, akıcılığı, sevecen ve kapsayıcı anlatımı ile hemen bir solukta okunabiliyor.

Çevre duyarlılığı nedeniyle de “Allianoi Girişim Grubu” dönem sözcülüğü de yaptığı bilinen yazar Alime Yalçın Mitap, özgeçmişinden anladığımız kadarı ile, ilkokuldan bu yana devam eden resim ilgisini tutsaklık sonrası dönemde katıldığı atölye süreçleri ile geliştirmiş ve yurt içi ve yurt dışı sergiler ile taçlandırmış, mezkur kitaba da resim ve desen faaliyetlerinin farklı dönemlerine ait resimlerini, konuların önemine göre dağıtarak müthiş bir çalışma oluşturmuş. Yazar bu öykü kitabını, bir başka yerdeki sunuş yazısında, 12 Eylül’ün zulmü altında yaşamlarını yitirmiş olan, hayatta kalmayı başarmış olmalarına rağmen bu kâbus nedeniyle yaşamları kararmış olan tüm devrimcilere ve cezaevi kapılarında yıllarca çile çeken tutsak yakınlarına armağan ettiğini ifade ediyor ve biz de işte bu yüzden bu güzel armağanı, kısmen anılarımızın tazelenmesi kabilinden, yüreğimizi burksa da adeta o günlere tekrar giderek, okuyoruz. Beynine ve ellerine sağlık diliyor ve tanıklıkları paylaşma aracı olarak bu yazıların uzun yıllarca devam etmesini diliyoruz.

“Güneşe yükselen” adlı öyküde 12 Eylül gözaltı döneminde, yaşanan büyük acıların içinde, sürekli dayatılanın doğal neticesi olacak ölümün gelmesini, “upuzun uzanıp beyaz çarşafların üstüne, pencereden esen hafif bir meltemin serinliğinde öylece ölmek ister insan” diyerek idealize ederek şiirselleştirmekte ve genç yüreklerimizde hoyratça izler bırakan büyük acılardan süzülüp gelen küçük sevinçlerle sürer şimdi yaşam” diyerek te; yaşama bağlılığın ve yaşamın, ezik yüreklere rağmen küçük sevinçlere dayalı sürmesini şiirselleştirmektedir.

“Tabutlukta bir İbrahim” adlı öyküde ise; “10 günlük açlık grevi yapma nedenimiz, Mamak askeri cezaevi genelinde, özellikle de A Blokta uygulanan sistemli zulmü, onur kırıcı uygulamaları protesto etmekti.” diye takdim ettiği ve sonucunda Mamak cezaevinde bizzat cezaevi komutanı Raci Tetik’in organize ettiği ve dönemin ceza üstüne cezası olan “tabutluk” a tıkılma gerçekleşir. 10 gün boyunca, bir insanın kısa bir süre için bile olsa tek başına kalmasının fizik olarak olanaksız olduğu tabutluklarda, 2 kişi nasıl yaşanabileceğinin, uyumanın ancak ayakta başarılabileceğinin, insanın yaşamını idame ettirirken nasıl destansı direniş ve dayanma gücü sergileyebileceğinin ipuçlarının görüldüğü anları anlatırken hemşehrisi bir askerin, “İbrahim”in, komutanların yaratıkları terör ortamında sadece tutsaklar üstünde değil askerler üstünde de uyguladığı yaygın şiddete karşı yiğitçe direnmesinin kısa öyküsüdür. Hemşehrisi askerin birer dilimde olsa portakal verdikten sonra iz kalmasın diye portakal çekirdeklerinin yutulmasının, İbrahim’ın nöbetçi olduğu anlarda türkü söylenmesinin yarattığı hoşluğu, hele hele de İbrahim’in terhis sonrası yazarın ailesine giderek sağlık haberi ileteceği olmasını gece ile gündüzün birbirine karışmasının yarattığı sonsuzluk duygusu ve ortamı içinde anlatması muhteşem… Yazarın bilahare İbrahim’den önce tahliye olması, sağlık haberi iletmek üzere gelen İbrahim’i evde bizzat kendisinin karşılaması ve birbirlerini sadece seslerinden tanıyor olmaları ise öykünün harika bir finali olmuş…

“Koral” başlıklı öyküde, bir kitabın sayfalarına “Yaşam bize çirkin yüzlerini gösterse de doğanın güzel çiçeklerini toplayıp masamızın üstüne koymasını biliriz” diye not düşen ve öyküye ismini veren arkadaşının yaşamını yitirmesinin derin acıları içinde, Koral’ın babasının doğum günü olan 19 Mayıs 1919 unda önemsenerek not edilmiş olması öykünün, günümüzün de önemine binaen bu yanıyla pek bir uygun düştüğünü söylemek gerekmektedir. Yazarın İnsanoğlunun, özgürlük ve barış içinde, doğaya saygılı bir yaşam idealinin neferlerinden di o” diyerek tanımladığı arkadaşı Koral Dünyaoğullarının 27 Şubat 2008 de ebediyete intikal ettiğini anlıyoruz, ışıklar içinde uyusun…

 “Bir ışık demetiydi o” başlıklı öyküde; yazar öğrencilik dönemi arkadaşlarından Aydın Erol’u konu edinmektedir, andıkça gözyaşlarının akmasına ve yüreğinin burkulmasına neden olmaktadır anıları, 12 Eylül öncesi devrimci dostluğa dayalı devrimci arkadaşının artık hayatta olmaması kendisini derinden yaralamaktadır, Aydın Erol 24 Ekim 1987 de, 12 Eylül Faşist darbesinin ardından gitmek zorunda olduğu yaban el Almanya’da, sorumsuzca sıkılan bir silahın kurşunuyla kaza ile hayatını kaybetmiştir. Ölümünün ardından Mamak cezaevine haber vermek üzere görüşe gittiğini ve görüş sonrası durumu ise; “görüş bittiğinde dışarıya çıkarken Mamak Askeri Cezaevi’nin sarsıldığını hissettim. Bu sessiz ama büyük bir sarsıntıydı. Aydın’ın ölüm haberiyle sarsılıyordu A blok… Aslında hiç ses çıkmıyordu. Bir kargaşa da yoktu, Her şey olağan akışında gibiydi ama gerçek durum farklıydı. Derinden hissediyordum ki bu acı haber, hücreden hücreye ve koğuşlara yayılan büyük bir yangın olup dağlamıştı yürekleri… diyerek açıklamaktadır. 1970 li yılların iç savaş koşullarında, iyi bir balet olmanın iyi bir devrimci olmaktan geçeceğine inanan ve o biçimiyle düşünce ve fizik yapısını geliştiren, Aydın Erol; kendisi adına gelecek vadeden bale yanında yer jimnastiği ile yakından ilgilendiği için mükemmel bir vücut performansına sahiptir diye tarif edilmektedir kendisini yakından tanıyanlar. Sinema ve tiyatro sanatçısı İlyas Salman’ın Aydın Erol’un ölümü üzerine şu şiiri ölüm ilanlarına koşut verdiği bilinmektedir.

“Aç idik, seninle doyduk
Ağladık, sayende güldük
Aydın'ım, bir tanem benim
Dost kurşununa gidenim
Yaşayacak nem var benim?
Seni vurdular, biz öldük."

Kitabın son öyküsünde ise; ötekileştirme, yok etme, sürgün etme hedefleri ile yaratılan nefret politikaları sonucu, Manisa’nın Selendi ilçesinde yaşayan Roman Vatandaşlarımızın Salihli’ye sürülmeleri üzerine onlara yapılan ziyarete ve bu konudaki gerek Romanlara ve gerekse de diğer etnik ve dini farklılıklara sahip vatandaşlarımıza karşı uygulanan ırkçı politikalara ince ince sert eleştirilerde bulunmaktadır. Canım yurdumun 2010 yılına girmeye hazırlandığı bir dönemde, mezkûr ilçede Roman vatandaşlara karşı nefret duyguları içindeki ırkçılar ve yardakçılarının uzun süredir kaynattıkları cadı kazanı sonuç verir ve olaylar patlar, uyduruk bir bahane ile başlayan bu nefret Romanların Salihli’ye sürülmeleri ile nihayetlenir. Vurun Çingenelere! diye bağırdılar” Bu nefret dolu cümle, insanlık tarihinin karanlık dehlizlerinden yankılanarak geliyordu kulaklarımıza. Tarihin kanalizasyonları zaman zaman patlıyordu. İşte bir kez daha pis kokular sarmıştı ortalığı…

“Vurun Yahudilere”
“Vurun eşcinsellere”
“Vurun komünistlere”
“Vurun kahpeye” denilerek sürgün öncesini, “Dönüş yolunda faşizmi, ayrımcılığı, hoşgörüsüzlüğü, önyargılı yaklaşımları lanetlerken bu nefreti yaratan “karanlığı sorgulamak” gerektiğini bir kez daha düşünmeden edemedik.” diyerek te ziyaret sonrasını, diplomasiyi eleştiride zirveye oturtarak zorluyor, Yazar Alime Yalçın Mitap…

Evet; dünü güne bağlayan, bağlarken de insanlık adına kıssadan hisseleri inceden veren bu şiirimsi öykü kitabı, bence okuyacak herkes tarafından çok sevilecektir.

 

 

Hiç yorum yok: