Salı, Eylül 23, 2014

HER 2 SİNE DE TEŞEKKÜR


Çeşme; canım Yurdumun, imar planı yaparak kentleşmenin ya da başka bir deyişle inşaat faaliyetlerini parlatarak, ihtiyaca dayalı olmasa bile rant yapılaşmasının sınırsız patlamasına mıntıka temizliği kabilinden çalışmaların ön plana geldiği döneme, her kent gibi “ya Allah” diyerek başlamıştır… Aynı dönemde yola çıkan Kuşadası, Didim, Marmaris, Alanya, Dikili ve Ayvalık ve de hatta Mersin benzeri yerlerin, dönemin aklıselim mühendisleri ve mimarlarının tüm canhıraş uyarılarına rağmen, nerelere geldiği herkesin malumudur… Peki Çeşme bundan etkilenip bir rant alanı olmamış mıdır?, bu soruya olmamıştır demek kolay değil, ama yukarıda verilen benzerlerine kıyasla çok ciddi bir biçimde korunabilmiştir… Hele bir bakın bakalım kıyı kentlerinin durumuna, bir kıyaslayın bakalım Çeşme’nin durumunu bu pespayeliklerle, kolay mı bu baskılara direnmek ki bu baskılar insanların yaşamını bile tehdit etmiştir, zaman zaman… Mezkûr döneme politik olarak damga vurmuş 2 isim vardır; Çeşme’de, Nuri Ertan ve Faik Tütüncüoğlu… İkisi de aynı siyasi gelenekten gelmekte olup kaderin cilvesi, daha doğrusu kadere cilve yaptırarak oluşturulan siyasetin oyunu onları ayrı ayrı partileri itmiştir, özellikle birisinin diğerini hiç akılda ve gönülde yok iken aday olarak öne çıkarıp sonra da diğer partiye paslaması da, tam bu kabil bir davranıştır açıkçası.

Birisinin ailesinin sosyal ve ekonomik durumunun tezahürü, diğerinin mesleki hayatının kendisi üstünde yarattığı kibrin sonucu oluşan bilgiçlik, ekip çalışması yapabilmelerine hep engel oluşturmuş, dolayısıyla da görece doğru işler yapabilmesine bariyer oluşturmuştur, haydi biz şarklılar ekip oyununu beceremiyoruz, diyerek durumu kurtaralım bari… Bilgiçlik, ister mesleki kibrin sonucu, ister sosyal ya da ekonomik statünün tezahürü olsun, ne yazık ki insanı, başkasının fikrini sormaz olmaya, araştırma yapılmasına ihtiyaç duymamaya, ben her şeyi bilirim demeye, bilmeseydim zaten burada olmazdım demeye, varıncaya kadar bir nobranlık mertebesine ulaştırır ki, Canım Yurdumda yaşanan da budur genelde de, yerelde de, ne yazık ki, dün, bugün ve korkarım ki yarın da böyle olacak, orada ya da burada…

Ortada, “bildiği yanıldığına yetmeyen” bir takım aklıevveller dolaşmakta ve bunlar kendilerini çok akıllı, çok zeki, çok bilgili, çok görgülü olarak değerlendikleri için ahkâm kesmekte, kimse bunların alımına çalımına bakmasın bunların bilgi derinliği 2 parmak kalınlığını asla ve kata geçmez, bunlar salt bu nedenle etrafındaki herkesi bilgisiz, cahil ve görgüsüz zannederek, “ben üniversite bitirdim”, diye övünüp dururlar… Bakılmasın bu okuduğu iki kitaptan alıntı yapıp konuşmasına, kitaplardan aforizmalar afırtmasına, bakılmasın bu derin feylesofya yapıyor görüntüsüne, biz ne stratejik derinlikler gördük bu ülkede, o derinliklerin bile yanında bayağı sığ kalır bu yaklaşım ve bu kafa… İşte bu kafa, olması gereken ile olan şey arasındaki farkı ancak başkalarının gözü ile görür, başkalarının kulağı ile duyar, başkalarının aklı ile analiz eder, sonra da kalkar bu benim özgün düşüncem der ya, işte bunlara kargaları bırakın sümüklü böcekler bile gülüyor… Bunlara göre herkes sahtekâr, herkes dolandırıcı, herkes namussuz, herkes bilgisiz… Bu yüzden, kendileri asla yönetici olamadıkları ve olamayacakları için, yönetmenin ve kitle politikası yapmanın ne olduğunu da bilmedikleri için, çaktırmadan devşirdikleri fikirleri ile bu yöneticilere kılavuzluk yapmaya soyunurlar… Bilgisizliğin efelenmesi kabilinden donanımlı ve tarifi yukarıda verilen muhteremler, bilir bilmez bu 2 kişiye saldırır dururlar, ama diğer taraftan merkezi yönetime, yerel yasal ya da gayri yasal güçlere karşı Çeşme’nin savunulmasının nasıl zor bir iş olduğunu ya da olabileceğini düşünmek bile istemezler, “bekâra karı boşamak” kabilinden işkembe-i kübradan sallar dururlar. Bu kabil akıldanelere kimse aldanmasın, gerçi kimsenin de aldandığı yok ya, bunlar toptan kötü ve toptan iyi değerlendiricileridir, yönetimdekilerin iyi şeyleri var kötü şeyleri var, ehemin mühime tercihi var, zaman-mekân-teknik terakki gibi tefriklerden azade değerlendirme yaparlar… Bunların gözünden bakarsanız Çeşme’ye, her şey kötüdür, ama öylemidir gerçekten, bilmiyorum…

Peki; Çeşme bu iki duayen ve halef-selef belediye başkanı politikacı tarafından gerçekten iyi yönetilmiş midir? Kendileri açısından da tam da kendi düşündükleri gibi yönetebilmişler midir? Kitle partisi adayı olmalarının verdiği ve her düşünceye şirin görünme, yakın durma gibi hatalar yapmışlar mıdır? Şimdi olsalar yine aynı işleri benzer şekilde onaylar mıydılar? Oy verenlerin abuk-sabuk ta olsa bazı isteklerini oy kaygısı ile makul karşılamış mıdırlar? Düşmanlıklar-dostluklar üstünden tercihler kulanmışlar mıdır? Dostlar lehine düşmanlara kök söktürülmüş müdür? Bu kabil soruların cevabı ne yazık ki çok olumlu değildir… Sıralamaya kalkarsak Amerika’ya köprü olur… Ama temsil ettikleri fikrin sağlam temsilcileridir, ne yapalım durum böyle, yaşasın kapitalizm, yaşasın liberalizm…

Mesela; Şimdi olsa Nuri Ertan, Çiftlik Köyündeki şu anda yatçılık ve kaptan okulu olarak hizmet gören tarihi binanın uzantısı, sadece çatısı yıkılmış pencerelerindeki dövme demirden yapılmış pencere demirli ve duvarları yörenin, sarı ve kırmızı rengin hâkim olduğu, harika taşları ile yapılmış muhtemel hizmet binalarının, sırf yol geçireyim diye yıkılmasına ön ayak olur muydu? Şimdi yeniden önüne gelse, Çiftlik Köyü yolu olarak limanın doldurularak düzenlenmesine ön ayak olur muydu? Ben kesinlikle zannetmiyorum, bu binaların yıkılmasına bugün onay vereceğini, ama dönemin dostlukları ve düşmanlıkları üstünden politika yapmanın sonuçlarının Çeşme’nin ciddi zararlar görmesine yol açmasına, gerek kişisel gerekse de canım yurdumun geldiği bilinç boyutu itibariyle bugün onay vermezdi… Şimdi ki Nuri Ertan olsa, acaba plajlardaki üstsüzlere yönelik, merkezi hükümetin şimdilerde tam bir şebeklik addedilecek yaklaşımı mucibince, zabıta yönlendirmesi ve uyarısı yapacak kadar ileri götürür müydü? Zinhar…

Peki; Şimdi yeniden önüne gelse, Faik Tütüncüoğlu, Tekke Plajına o gudubet yapılaşmanın, hiçbir şekilde ve de hiç kimseye tanınamayacak kadar yoğunluklu olmasının önünü açar mıydı? Şimdi olsa, kaldı ki yanlışını hemen anlayıp sonradan karşı çıktığı, ama ilk karşı çıkanları geri zekalı diye nitelediği, Fener Burnu (Telgrafhane) açık deniz balıkçılığı için yapılacak ve Çeşme’ye hiçbir faydasının olması mümkün olmayan bu yapının savunucusu olur muydu? Kesinlikle inanıyorum ki, bugün olsa o abuk-sabuk projelere onay vermez idi…

Ama kapitalizmin en karikatürize uygulamasının sahnesi olan Canım Yurdumun, nasıl ki arsa rantına, inşaat ihale rantına teslim edilmesi karşısında büyük kitleler sessiz kalmışsa, yerelde de geniş kitlelere dayalı politika yapan mezkûr büyüklerimiz de, sesi gür çıkan azınlığın, sessiz çoğunluğun sessizliği mucibince verdiği zımnen onaya binaen galebe çıkan fikirlerine ve taleplerine cevaz vermişlerdir…

Her ikisinin de imar tasarruflarından zarar görmüş biri olarak, her ikisini de sevgi ve saygıyla anıyorum… Çünkü biliyorum ki, onlar tıpkı Mecelle’nin “def-i mefasid celb-i menafiden evladır” düsturu uyarınca davranıp, çok iyi işlere imza atamamış olsalar da, zararın ve çok kötü uygulamanın önlenmesi yanında fayda temininde geri kalmış olsalar da onlar değerlidirler, sırf bu yüzden teşekkürü hak etmektedirler… Aktif politika dışındaki hayatta, yolda yürürler iken kendilerine verilen selamın gerçek ve kalıcı oyları olduğunun bilinci ile sokağa çıkmakta olan, ABİLERİMİZE bundan sonra hayatlarında da başarılar dilemek ve kendilerine tüm eksiklerine rağmen Çeşme’yi benzerlerine göre daha iyi korudukları için de teşekkür etmek gerekir…

Hiç yorum yok: