Çocukluğumun ve gençliğimin; büyük arkadaş grupları ile başta
futbol olmak üzere oynanan sokak oyunları dışında, en önemli eğlence kaynağı
sinema idi… Çeşme’nin tek sinema salonu “Ses
Sineması” bir depodan dönüştürülmüş, salon balkon diye 2 ayrılmış, salonun
arkasında 4 ya da 5 adet loca denilen; ama sadece adı loca olan, bölümden
oluşan, yoğun toz bulutu arasında film seyredilen ama Çeşme açısından da en
önemli eğlence merkezi idi… Bakmayın başlıkta verilen isme, şimdi nedenini
hatırlayamadığım bir nedenle “Tilki” nin sineması denirdi, oysaki dönem itibari
ile Çeşme’nin en şık giyimli kişilerinden biri olup, her görenin ise “Hulki
Bey” diye seslendiği birisi idi kendisi… Kim demiş, neden demiş ve neden bu
kadar yayılmış ve neden herkes tarafından söylenir hale gelmiş, bir sürü
tevatüre rağmen gerçekte bilinmez idi ya da ben bilmiyorum… Ancak her şeye
rağmen büyülü bir atmosfer olduğu kesin idi, hele hatırladığım 1970 yılında
Meksika’da düzenlenen Dünya Futbol Şampiyonasından özetlerin hemen film öncesi
verildiği dönemin büyüsü ise tartışılmaz idi ve o dönem itibariyle Dünya
Şampiyonu olan Brezilya’nın ilk onbirini tüm futbolseverler gibi bende
ezberlemiş idim ve hala bugün bile o kadroyu büyük bir hayranlıkla ve eksiksiz hatırlarım.
Tek eğlence kaynağı olması nedeniyle film öncesi gelecek program adı altında
filmlerin en iyi yerlerinden derlenen fragmanların bizleri, işte bu filmi de
izlemeliyim noktasına getirmesi ise bir başka heyecan yaratır ve bilahare de
arkadaşlar arasında gidenlerin kendilerince önemli saydığı sahneler üstüne
muhabbetleri ve gidemeyenlerin ise, bunları dinleyerek içlerinden ah çektikleri
de hiç unutulur değildir.
Yılmaz’ın film afişi yapıştırılmış tahtayı sırtlaması,
tenekeden uyduruk megafonla daha doğrusu huni ile, başrollerinde; Hülya
Koçyiğit, Nebahat Çehre, Ediz Hun ve Fikret Hakan, “Affetmeyen Kadın”, “bu
akşam Çeşme Ses Sinemasında” diye bağıran Hüseyin bugün bile hatıralarımızı
süsler, tam da bu düzen içinde neredeyse tüm Çeşme’nin dolaşılması ise ekonomik
başarı için gereklidir. Bilahare, bu kabil reklâm yapılması işi, daha az
sürede, daha fazla insana ulaşabilsin diye, faytonların üstünde film afişlerini
gezdirmeye evrildiğini hatırlamaktayım. Daha sonraları bu çalışma, yerini
minibüslerle yapılan çalışmaya yerini bıraktı, hatta giderek de azaldı, belki
yaratılan sinema izleme kültürü reklâma ihtiyaç duyulmayacak düzeye ulaştı ya
da sinemaseverler kendileri bağımlılıkları gereği kişisel takibe geçtiler ve bu
yeterli oldu, kim bilir… Hatırladığım kadarı ile şimdilerde artık hayatta
olmayan birkaç büyüğümüz, sürekli her akşam seansına gider, sürekli aynı yerde
oturur bağımlılığa ermişlerdi hatta o kadar ki, aynı film kaç gün devam ederse
etsin, onlarda kesintisiz izlemişlerdir aynı filmi…
Bir dönem İsmet Abinin ve bir dönemde Ahmet abinin, bedeli
25 ile 50 kuruş arasında değişen ücretlerdeki biletleri kestiği mavi ışıklı,
belki de kırmızı ışıklı idi, sinemanın ön tarafındaki küçük oda, bu sinema ile
tanışmanın ve büyülü atmosferine dâhil olmanın ilk adımı olarak yerini alırdı
her zaman. Girişteki “Duhuliye” 25
kuruş yazısını dün gibi hatırlıyorum. Biletini alan herkes hemen büyükçe
sayılabilecek giriş kapısından içeriye adımını atar atmaz, biletlerin kontrol
edilmesi aşaması Hüseyin tarafından gerçekleştirilirdi. Bilet kontrolünü
takiben, eğer balkonda film izlenecekse sağ taraftaki ahşap merdivenden balkona
ulaşılır ama ahşap merdivenin her basamağından her adımda çıkan tozun tüm
sinemaya hâkim olduğunu hemen hemen herkes bugün hatırlar zannederim. Loca
bölümü ise sinemanın salonunun arka bölümünde, tuğladan örülerek bölünmüş ve
5-6 kişinin bir arada film izlemesi için düzenlenmiş, salon ise bazılarında
çiviler bile açıkta olan ahşap koltuklarla doldurulmuş şekilde sizleri karşılar
idi.
“Cigaralar sönsün
başlacak” anonsuna
müteakip, önce aydınlatma ışıkları söner, sinemanın en ulaşılmaz bölümü makine
dairesinden tılsımlı makine sesi gelmeye başlar ve makinist Kamil abinin görev
alması ile film izlemeye başlardık. Yukarıda sigaraların sönmesi gerekir
anonsunun yapılmasına bakılınca sanki film izlenirken sigara içilmez gibi durum
oluştuğu zannedilmesin, sigara tiryakileri hemen salonun karanlığına sığınarak
yakarlardı sigaralarını, sigara ateşinin görüldüğü her tarafa görevliler
tarafından yapılan uyarılarının hiçbir işe yaramadığını da dün gibi
hatırlıyorum. Ne garip değil mi, film öncesi ve film arasında sigara içilmesine
izin verilip, film esnasında izin verilmemesi… Hele hele bazen filmlerin
izlenmesi sırasında oluşan ses problemlerinde seyircilerin “Makinist ya ses, ya kes” diye bağırması enteresan bir durum
oluştururdu. Refik Avcı’nın makinist olma sevdası nedeniyle uzun süre bedelsiz
olarak makinist Kamil Abiye yardımcılık yaptığı süreci de herkes
hatırlayacaktır.
Ben, sinemaya gidebilmek için para temininde aileme, dönemin, en azından benim için, önemli ve ses
getiren filmleri “Tarkan” ve “Karaoğlan” ve benzeri filmlerinin, sınıf ya da tarih
öğretmelerinin tavsiye ettiğini söylemekte hiçbir beis görmeyişim, sinema
konusunda nasıl göz karalığına sahip olduğumun ispatıdır herhalde.
Film izlerken “don
lastiği” liflerinden parmaklarımıza takarak yaptığımız sapanlar ile
portakal kabuğundan küçük küçük parçaları hedefsiz atışımız sırasında
insanların rahatsızlığı bizi hiç rahatsız etmezdi, ne yazık ki. Her zaman
olmasa da, zaman zaman satın aldığımız gazozların kapağını açıp yavaş yavaş
içmek yerine, salon koltuklarındaki çivilerde kapağa delik açıp, daha uzun süre
gazoz içme zevki yaratmaya çalışmamız ise tam bir vurdumduymazlıkmış. Diğer
taraftan da bu filmleri beleş izleyebilmek için her türlü girişim mübah
sayılmıştır tarafımızca, genellikle boş şişelerin salondan toplanması gibi
yardım işleri beleşçiliğe en uygun işler idi dönem itibariyle, hatta bu beleş
girişlerden faydalanamamamız halinde zaman zaman Karakoli dağının sinemaya
yakın yerinden, sinemanın çatısına taş attığımızı hatırlamaktayım… (Allahtan mühürü
zaman oluştu).
“Hulki’nin Sineması” önceleri yaz-kış hizmet verirken
sonraları yaz aylarında kapatılması gündeme geldi, bunda belki de, önceleri
sadece Ilıca’da bulunan yazlık sinemaların artık, Çeşme’de de sahne alması
etkili olmuştur. Mezkûr sinemanın tam arkasına denk gelen sokak, uzun süre biz
çocukların futbol oynadığı bir alan olmuştur hatta doğal yapısı nedeniyle de
çokta uygun bir alandı… Hele bu arka sokakta futbol oynadığımız bazı
dönemlerde, kadınlar matinesinden çıkan kadınların gözleri yaşlı hallerini
bugün bile gülümseyerek hatırlamaktayım.
Bu yazıda hafızaya dayalı bir durum söz konusudur, nisyan
ile malülü nedeniyle de, varsa yapılan hatalardan peşinen özür dilerim… Ama bu
dönemin çok önemli figürünü günümüze taşıyabilmektir muradım, eksiği gediği de
varsa, daha iyi hatırlayanlar tarafından yazılmasına bir gerekçe oluşturur diye
düşünmekteyim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder