Pazartesi, Ekim 20, 2014

HULKİ’nin SİNEMASI


Çocukluğumun ve gençliğimin; büyük arkadaş grupları ile başta futbol olmak üzere oynanan sokak oyunları dışında, en önemli eğlence kaynağı sinema idi… Çeşme’nin tek sinema salonu “Ses Sineması” bir depodan dönüştürülmüş, salon balkon diye 2 ayrılmış, salonun arkasında 4 ya da 5 adet loca denilen; ama sadece adı loca olan, bölümden oluşan, yoğun toz bulutu arasında film seyredilen ama Çeşme açısından da en önemli eğlence merkezi idi… Bakmayın başlıkta verilen isme, şimdi nedenini hatırlayamadığım bir nedenle “Tilki” nin sineması denirdi, oysaki dönem itibari ile Çeşme’nin en şık giyimli kişilerinden biri olup, her görenin ise “Hulki Bey” diye seslendiği birisi idi kendisi… Kim demiş, neden demiş ve neden bu kadar yayılmış ve neden herkes tarafından söylenir hale gelmiş, bir sürü tevatüre rağmen gerçekte bilinmez idi ya da ben bilmiyorum… Ancak her şeye rağmen büyülü bir atmosfer olduğu kesin idi, hele hatırladığım 1970 yılında Meksika’da düzenlenen Dünya Futbol Şampiyonasından özetlerin hemen film öncesi verildiği dönemin büyüsü ise tartışılmaz idi ve o dönem itibariyle Dünya Şampiyonu olan Brezilya’nın ilk onbirini tüm futbolseverler gibi bende ezberlemiş idim ve hala bugün bile o kadroyu büyük bir hayranlıkla ve eksiksiz hatırlarım. Tek eğlence kaynağı olması nedeniyle film öncesi gelecek program adı altında filmlerin en iyi yerlerinden derlenen fragmanların bizleri, işte bu filmi de izlemeliyim noktasına getirmesi ise bir başka heyecan yaratır ve bilahare de arkadaşlar arasında gidenlerin kendilerince önemli saydığı sahneler üstüne muhabbetleri ve gidemeyenlerin ise, bunları dinleyerek içlerinden ah çektikleri de hiç unutulur değildir.

Yılmaz’ın film afişi yapıştırılmış tahtayı sırtlaması, tenekeden uyduruk megafonla daha doğrusu huni ile, başrollerinde; Hülya Koçyiğit, Nebahat Çehre, Ediz Hun ve Fikret Hakan, “Affetmeyen Kadın”, “bu akşam Çeşme Ses Sinemasında” diye bağıran Hüseyin bugün bile hatıralarımızı süsler, tam da bu düzen içinde neredeyse tüm Çeşme’nin dolaşılması ise ekonomik başarı için gereklidir. Bilahare, bu kabil reklâm yapılması işi, daha az sürede, daha fazla insana ulaşabilsin diye, faytonların üstünde film afişlerini gezdirmeye evrildiğini hatırlamaktayım. Daha sonraları bu çalışma, yerini minibüslerle yapılan çalışmaya yerini bıraktı, hatta giderek de azaldı, belki yaratılan sinema izleme kültürü reklâma ihtiyaç duyulmayacak düzeye ulaştı ya da sinemaseverler kendileri bağımlılıkları gereği kişisel takibe geçtiler ve bu yeterli oldu, kim bilir… Hatırladığım kadarı ile şimdilerde artık hayatta olmayan birkaç büyüğümüz, sürekli her akşam seansına gider, sürekli aynı yerde oturur bağımlılığa ermişlerdi hatta o kadar ki, aynı film kaç gün devam ederse etsin, onlarda kesintisiz izlemişlerdir aynı filmi…

Bir dönem İsmet Abinin ve bir dönemde Ahmet abinin, bedeli 25 ile 50 kuruş arasında değişen ücretlerdeki biletleri kestiği mavi ışıklı, belki de kırmızı ışıklı idi, sinemanın ön tarafındaki küçük oda, bu sinema ile tanışmanın ve büyülü atmosferine dâhil olmanın ilk adımı olarak yerini alırdı her zaman. Girişteki “Duhuliye” 25 kuruş yazısını dün gibi hatırlıyorum. Biletini alan herkes hemen büyükçe sayılabilecek giriş kapısından içeriye adımını atar atmaz, biletlerin kontrol edilmesi aşaması Hüseyin tarafından gerçekleştirilirdi. Bilet kontrolünü takiben, eğer balkonda film izlenecekse sağ taraftaki ahşap merdivenden balkona ulaşılır ama ahşap merdivenin her basamağından her adımda çıkan tozun tüm sinemaya hâkim olduğunu hemen hemen herkes bugün hatırlar zannederim. Loca bölümü ise sinemanın salonunun arka bölümünde, tuğladan örülerek bölünmüş ve 5-6 kişinin bir arada film izlemesi için düzenlenmiş, salon ise bazılarında çiviler bile açıkta olan ahşap koltuklarla doldurulmuş şekilde sizleri karşılar idi.

“Cigaralar sönsün başlacak” anonsuna müteakip, önce aydınlatma ışıkları söner, sinemanın en ulaşılmaz bölümü makine dairesinden tılsımlı makine sesi gelmeye başlar ve makinist Kamil abinin görev alması ile film izlemeye başlardık. Yukarıda sigaraların sönmesi gerekir anonsunun yapılmasına bakılınca sanki film izlenirken sigara içilmez gibi durum oluştuğu zannedilmesin, sigara tiryakileri hemen salonun karanlığına sığınarak yakarlardı sigaralarını, sigara ateşinin görüldüğü her tarafa görevliler tarafından yapılan uyarılarının hiçbir işe yaramadığını da dün gibi hatırlıyorum. Ne garip değil mi, film öncesi ve film arasında sigara içilmesine izin verilip, film esnasında izin verilmemesi… Hele hele bazen filmlerin izlenmesi sırasında oluşan ses problemlerinde seyircilerin “Makinist ya ses, ya kes” diye bağırması enteresan bir durum oluştururdu. Refik Avcı’nın makinist olma sevdası nedeniyle uzun süre bedelsiz olarak makinist Kamil Abiye yardımcılık yaptığı süreci de herkes hatırlayacaktır.

Ben, sinemaya gidebilmek için para temininde aileme,  dönemin, en azından benim için, önemli ve ses getiren filmleri “Tarkan” ve “Karaoğlan” ve benzeri filmlerinin, sınıf ya da tarih öğretmelerinin tavsiye ettiğini söylemekte hiçbir beis görmeyişim, sinema konusunda nasıl göz karalığına sahip olduğumun ispatıdır herhalde.

Film izlerken “don lastiği” liflerinden parmaklarımıza takarak yaptığımız sapanlar ile portakal kabuğundan küçük küçük parçaları hedefsiz atışımız sırasında insanların rahatsızlığı bizi hiç rahatsız etmezdi, ne yazık ki. Her zaman olmasa da, zaman zaman satın aldığımız gazozların kapağını açıp yavaş yavaş içmek yerine, salon koltuklarındaki çivilerde kapağa delik açıp, daha uzun süre gazoz içme zevki yaratmaya çalışmamız ise tam bir vurdumduymazlıkmış. Diğer taraftan da bu filmleri beleş izleyebilmek için her türlü girişim mübah sayılmıştır tarafımızca, genellikle boş şişelerin salondan toplanması gibi yardım işleri beleşçiliğe en uygun işler idi dönem itibariyle, hatta bu beleş girişlerden faydalanamamamız halinde zaman zaman Karakoli dağının sinemaya yakın yerinden, sinemanın çatısına taş attığımızı hatırlamaktayım… (Allahtan mühürü zaman oluştu).

“Hulki’nin Sineması” önceleri yaz-kış hizmet verirken sonraları yaz aylarında kapatılması gündeme geldi, bunda belki de, önceleri sadece Ilıca’da bulunan yazlık sinemaların artık, Çeşme’de de sahne alması etkili olmuştur. Mezkûr sinemanın tam arkasına denk gelen sokak, uzun süre biz çocukların futbol oynadığı bir alan olmuştur hatta doğal yapısı nedeniyle de çokta uygun bir alandı… Hele bu arka sokakta futbol oynadığımız bazı dönemlerde, kadınlar matinesinden çıkan kadınların gözleri yaşlı hallerini bugün bile gülümseyerek hatırlamaktayım.

Bu yazıda hafızaya dayalı bir durum söz konusudur, nisyan ile malülü nedeniyle de, varsa yapılan hatalardan peşinen özür dilerim… Ama bu dönemin çok önemli figürünü günümüze taşıyabilmektir muradım, eksiği gediği de varsa, daha iyi hatırlayanlar tarafından yazılmasına bir gerekçe oluşturur diye düşünmekteyim…

Hiç yorum yok: