Yazar
Rıfat Ilgaz'ın "Karartma geceleri" kitabından yazmaya devam ediyorum,
2. dünya savaşının paylaşımın baş aktörleri ile üvertür destekçilerinin
mevzilenmelerini, güçler dengesinin değişmesine paralel mevzilerin değişmesi,
değişen mevzilerin insanları ve siyasi tercihlerini değiştirmesi ve yaşanmışlıkların
günümüze yansımaları, bu yaşanmışlıklara sahip çıkanların sahip çıkış
yöntemleri ile itiraz edenlerin itiraz yöntemlerinin, yoksulluğun bellerini
büken halkın günlük yaşam mücadelesi üstünden, yokluklar, kuyruklar ve
karartmalar içerisinden veriyor kitap... Canım Yurdumda cadı avı kabilinden
solcu avı başlamış ve şahsi menfaatlerini müstevlilerinin siyasi emellerine tevhit
etmiş bir grup; "Bir erkek lisesinde Türkçülükle alay ederek, arabacı
araba olmadığı gibi Türkçü de Türk değil diyen tarih öğretmenleri var... Boy
boy dergiler çıkıyor, bu dergiler hep aynı teranelerle ahlak, vatan ve şeref
duygusuna millet hakikatine saldırıyor" diye çıkışlar yaparak provokasyonlar
hazırlamaktadır. İşte bu ahval ve şeraitte, kuşatılmış sokaklarda sıkışmış,
kitabın başrolünü götüren Edebiyatçı, Şair Mustafa Ural, ülkenin özetini ve
siyasilerin pozisyonları aşağıdaki gibi tespit etmektedir. Ama Allahtan
bugünümüze nostaljik bir göndermeden öteye gidemiyor bu tespitler!!!.
"Cağaloğlu
Yokuşu'nda karşılıklı savaşlar sürüp gidiyordu demek. Turancıların uzun
yıllardan beri varmak istedikleri amaca tam eriştiklerini sandıkları sırada,
attan düşer gibi sırtüstü gitmeleri, çılgına döndürmüş olacaktı onları. Düş
kırıklığı içindeydiler. Toplumculara saldırıları da hep bu umutsuzluktan
geliyordu işte. Dergilerinde arşın arşın, ilerici aydınların listelerini
yayınlayarak jurnalciliklerine hız veriyorlardı. Oysa bu kara listeler çok
önceden düzenlenip mutlu yarınlar için saklanmıştı. Faşist sürüleri bir gedik
bulup da sınırdan içeri girdikleri zaman karşılarına işte bu listelerle
çıkacaklardı. Demek Almanların gelişinden umutlarını kesmiş olacaklar ki, kendi
dergilerinde, "ilk Türkçü Başbakan" diye kendilerinden saydıkları Saraçoğlu'na
bu listeleri sunuyorlardı giderayak. Vatan hainlerinin cezalandırılmalarını
istiyorlardı"
"Bunların
karşısına çıkan şimdilik elde bir Tan Gazetesi vardı. O da zaman zaman
kapatılarak kulağı çekiliyor, hizaya getirilmeye çalışılıyordu. Türlü baskılara
aldırmadan birkaç yazar, başta Sabiha Sertel olmak üzere, vurucu yazılarla
Turancıların da iktidarın da karşılarına çıkıyorlardı. Dışarıda faşist
sürülerinin her gün biraz daha yenilgiye sürüklendikleri şu günlerde tarihsel
görevlerini başarmaya çalışıyorlardı, yurt içinde."
"Bütün
ilerici sanatçılar susturulmuş, kimi Anadolu'ya sürülmüş, kimi içeriye
atılmıştı. Faruk Toprak'tan öğrendiğine göre, Emniyet Müdürlüğü'ndeki
toplumcuların sayıları yüzü aşkındı. Ankara'dan, İzmir'den, Karabük'ten
getirilenler de çoktu aralarında."
"Almanların
Sovyet sınırında saldırıya geçtikleri gün, harmandalı oynayan Saraçoğlu'nun
güvendiği.dağlara kar yağmaya başlamıştı. Güttüğü politikanın çıkmazından çark
etmesi gerekirdi artık... Mustafa, eğer fazla iyimserliğe kapılmıyorsa,
faşizmin kaz adımları paytaklaşmıştı biraz. Sonra ne olacak, nasıl bir politika
tutturacaklardı bizimkiler!"
"Kalktı,
askıdaki paltosunun cebinden bir tmar gazete aldı, uzattı Mustafa'ya:
"işte
Turan dergisi! Geçen gelişinde lafını etmiştik... Nisan sayısı.." Şöyle
bir sayfalarını çevirdi. Gözü Sabahattin Ali'nin adına takıldı satırların
arasında... Böyle bir dergide Sabahattin Ali'nin adı herhalde hayırla
anılmayacaktı. Okudu:"bu hezeyanları yazan Sabahattin Ali, bugün kültür işlerinin mühim bir mevkiinde Maarif Vekili Hasan Ali'nin şahsi sempatisi sayesinde, batırmak istediği Türk milletinin parasıyla rahatça yaşamaktadır."
"Sayfaları
şöyle hızla, öfkeyle çevirdi. Başta Nazım olmak üzere birçok toplumcu adlar
karalanıyordu. Türk milletini batıran bu değerli sanatçılardı haaaa!...
Gözlerini kırpmadan Almanların safına katılıp ulusun kaderini Hitler'in
deliliğine teslim etmek isteyenler, ulusu soyup İsviçre bankalarına yatıranlar
değil de, milleti batıranlar bunlar, öyle mi? Halkı için kafalarının ürünlerini
ortaya döken aydınlar, sanatçılar, gazeteciler... Çıkardıkları dergilerde
"kelle kesem, kan içem!" diye şiirler yazıp, sen Çerkez'sin, o
Arnavut, şunlar Laz'dır diye kendi halkını aşağılayanlar, sen bizdensin, bizim
gibi Türkçüsün diye zamanın Başbakanına açık mektuplar yayınlayıp Milli Eğitim
Bakanı'nı solcu diye rapor edenler, en değerli profesörleri, en seçme
öğretmenleri isim isim jurnal edenler...
Bunlar
ortalarda ellerini, kollarını sallaya sallaya dolaşıp, şuna buna ağız dolusu
hakaret ederken o, kendi ayağıyla gidip beni arıyormuşsunuz, ne yapacaksınız
yapın, ister asın, ister kesin, nasıl diyebilir?
"Dinle
Cengiz!" dedi. "Müttefiklerin İspanya'ya yaptıkları bir öneri...
Bundan sonra İspanyollar da Almanlara volfram vermeyeceklermiş! Anlıyorsun değil mi, biz krom vermeyeceğiz,
İspanyollar da volfram! Kaderimiz tıpatıp birbirinin benzeri... İki küçük faşist dost, tepetaklak gelmiş büyük bir
faşist devletin savaş endüstrisini küçük ölçüde baltalamak zorunda
kalıyor!"
"biliyorsun
İstiklal savaşı'ndaki dümenlerini! İştirakiyun Fırkası'nı da bu adamlar kurdurmadılar
mıydı? Ne sağları bellidir, ne solları... Şu savaş süresince Saraçoğlu
kanadıyla, sağcı oldukları gibi, bir gün gelir solcu da olurlar!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder