Pazartesi, Şubat 01, 2016

KARARTMA GECELERİ-1


Yazar Rıfat Ilgaz'ın "Karartma geceleri" kitabından yazmaya devam ediyorum, 2. dünya savaşının paylaşımın baş aktörleri ile üvertür destekçilerinin mevzilenmelerini, güçler dengesinin değişmesine paralel mevzilerin değişmesi, değişen mevzilerin insanları ve siyasi tercihlerini değiştirmesi ve yaşanmışlıkların günümüze yansımaları, bu yaşanmışlıklara sahip çıkanların sahip çıkış yöntemleri ile itiraz edenlerin itiraz yöntemlerinin, yoksulluğun bellerini büken halkın günlük yaşam mücadelesi üstünden, yokluklar, kuyruklar ve karartmalar içerisinden veriyor kitap... Canım Yurdumda cadı avı kabilinden solcu avı başlamış ve şahsi menfaatlerini müstevlilerinin siyasi emellerine tevhit etmiş bir grup; "Bir erkek lisesinde Türkçülükle alay ederek, arabacı araba olmadığı gibi Türkçü de Türk değil diyen tarih öğretmenleri var... Boy boy dergiler çıkıyor, bu dergiler hep aynı teranelerle ahlak, vatan ve şeref duygusuna millet hakikatine saldırıyor" diye çıkışlar yaparak provokasyonlar hazırlamaktadır. İşte bu ahval ve şeraitte, kuşatılmış sokaklarda sıkışmış, kitabın başrolünü götüren Edebiyatçı, Şair Mustafa Ural, ülkenin özetini ve siyasilerin pozisyonları aşağıdaki gibi tespit etmektedir. Ama Allahtan bugünümüze nostaljik bir göndermeden öteye gidemiyor bu tespitler!!!.

"Cağaloğlu Yokuşu'nda karşılıklı savaşlar sürüp gidiyordu demek. Turancıların uzun yıllardan beri varmak istedikleri amaca tam eriştiklerini sandıkları sırada, attan düşer gibi sırtüstü gitmeleri, çılgına döndürmüş olacaktı onları. Düş kırıklığı içindeydiler. Toplumculara saldırıları da hep bu umutsuzluktan geliyordu işte. Dergilerinde arşın arşın, ilerici aydınların listelerini yayınlayarak jurnalciliklerine hız veriyorlardı. Oysa bu kara listeler çok önceden düzenlenip mutlu yarınlar için saklanmıştı. Faşist sürüleri bir gedik bulup da sınırdan içeri girdikleri zaman karşılarına işte bu listelerle çıkacaklardı. Demek Almanların gelişinden umutlarını kesmiş olacaklar ki, kendi dergilerinde, "ilk Türkçü Başbakan" diye kendilerinden saydıkları Saraçoğlu'na bu listeleri sunuyorlardı giderayak. Vatan hainlerinin cezalandırılmalarını istiyorlardı"

"Bunların karşısına çıkan şimdilik elde bir Tan Gazetesi vardı. O da zaman zaman kapatılarak kulağı çekiliyor, hizaya getirilmeye çalışılıyordu. Türlü baskılara aldırmadan birkaç yazar, başta Sabiha Sertel olmak üzere, vurucu yazılarla Turancıların da iktidarın da karşılarına çıkıyorlardı. Dışarıda faşist sürülerinin her gün biraz daha yenilgiye sürüklendikleri şu günlerde tarihsel görevlerini başarmaya çalışıyorlardı, yurt içinde."

"Bütün ilerici sanatçılar susturulmuş, kimi Anadolu'ya sürülmüş, kimi içeriye atılmıştı. Faruk Toprak'tan öğrendiğine göre, Emniyet Müdürlüğü'ndeki toplumcuların sayıları yüzü aşkındı. Ankara'dan, İzmir'den, Karabük'ten getirilenler de çoktu aralarında."

"Almanların Sovyet sınırında saldırıya geçtikleri gün, harmandalı oynayan Saraçoğlu'nun güvendiği.dağlara kar yağmaya başlamıştı. Güttüğü politikanın çıkmazından çark etmesi gerekirdi artık... Mustafa, eğer fazla iyimserliğe kapılmıyorsa, faşizmin kaz adımları paytaklaşmıştı biraz. Sonra ne olacak, nasıl bir politika tutturacaklardı bizimkiler!"

"Kalktı, askıdaki paltosunun cebinden bir tmar gazete aldı, uzattı Mustafa'ya:
"işte Turan dergisi! Geçen gelişinde lafını etmiştik... Nisan sayısı.." Şöyle bir sayfalarını çevirdi. Gözü Sabahattin Ali'nin adına takıldı satırların arasında... Böyle bir dergide Sabahattin Ali'nin adı herhalde hayırla anılmayacaktı. Okudu:
"bu hezeyanları yazan Sabahattin Ali, bugün kültür işlerinin mühim bir mevkiinde Maarif Vekili Hasan Ali'nin şahsi sempatisi sayesinde, batırmak istediği Türk milletinin parasıyla rahatça yaşamaktadır."

"Sayfaları şöyle hızla, öfkeyle çevirdi. Başta Nazım olmak üzere birçok toplumcu adlar karalanıyordu. Türk milletini batıran bu değerli sanatçılardı haaaa!... Gözlerini kırpmadan Almanların safına katılıp ulusun kaderini Hitler'in deliliğine teslim etmek isteyenler, ulusu soyup İsviçre bankalarına yatıranlar değil de, milleti batıranlar bunlar, öyle mi? Halkı için kafalarının ürünlerini ortaya döken aydınlar, sanatçılar, gazeteciler... Çıkardıkları dergilerde "kelle kesem, kan içem!" diye şiirler yazıp, sen Çerkez'sin, o Arnavut, şunlar Laz'dır diye kendi halkını aşağılayanlar, sen bizdensin, bizim gibi Türkçüsün diye zamanın Başbakanına açık mektuplar yayınlayıp Milli Eğitim Bakanı'nı solcu diye rapor edenler, en değerli profesörleri, en seçme öğretmenleri isim isim jurnal edenler...
Bunlar ortalarda ellerini, kollarını sallaya sallaya dolaşıp, şuna buna ağız dolusu hakaret ederken o, kendi ayağıyla gidip beni arıyormuşsunuz, ne yapacaksınız yapın, ister asın, ister kesin, nasıl diyebilir?

"Dinle Cengiz!" dedi. "Müttefiklerin İspanya'ya yaptıkları bir öneri... Bundan sonra İspanyollar da Almanlara volfram vermeyeceklermiş!  Anlıyorsun değil mi, biz krom vermeyeceğiz, İspanyollar da volfram! Kaderimiz tıpatıp birbirinin benzeri... İki küçük  faşist dost, tepetaklak gelmiş büyük bir faşist devletin savaş endüstrisini küçük ölçüde baltalamak zorunda kalıyor!"

"biliyorsun İstiklal savaşı'ndaki dümenlerini! İştirakiyun Fırkası'nı da bu adamlar kurdurmadılar mıydı? Ne sağları bellidir, ne solları... Şu savaş süresince Saraçoğlu kanadıyla, sağcı oldukları gibi, bir gün gelir solcu da olurlar!"

Hiç yorum yok: