Süryanice
“Hesna Kepha”, Arapça “Hisn Kafya” olarak bilinen ve
nihayetinde Osmanlıcaya “Hasankeyf” olarak
geçen yerleşim, tarihi boyunca içinden geçen yol ve akarsu ve de bir yanı ile
Anadolu’ya, bir yanı ile Mezopotamya’ya, bir yanı ile Diyar-ı Acem’e, bir yanı
ile Kafkasya’ya, bir yanı ile Arap Yarımadası’na açılan kapı olması sebebi ile
kavimlerin paylaşamadığı hatta uğruna çok çeşitli kereler savaşıldığı lakin hiç
kimsenin kendinden önceki yaratılmış medeniyeti yok etmediği bir yer olmuştur,
ta ki bize kadar. Bir kavimler kapısı olması hasebi ile de yaklaşık 25
uygarlığın izlerine rastlanan bu güzel ve aynı zamanda kutsal topraklar, “Göbeklitepe” bulgusu ile tarımın en
eski merkezi olma gerçeği kısmen sarsılsa bile, zirai kültür ve çeşitliliği açısından
da, örneğin ilk kez yapılan buğday, arpa, yulaf, kanolanın prototipi kolza,
keten, nohut, bakla ürünlerinin yetişmesine insanın müdahil olması açısından da
değerlidir.
Tarihi
yaklaşık 11.000 yıl (yazı ile onbirbin) öncelerine dayanan ve ortaçağ
dünyasının kültür, ticaret ve siyaset odaklarına da merkezlik yapmış, görkemli
ve gizemli ve doğu ile batının buluştuğu bir dinler mozaiği antik kent olan
Hasankeyf’i sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı, ülkemizin önemli bir
kültür mirası olan 25 farklı kültürün izini barındıran ve UNESCO’nun 10 dünya
mirası kriterinden 9’unu karşılayan bu antik kenti ortadan kaldırmanın yanında,
Ilısu Barajı'nın su tutmaya başlaması ile birlikte tarihi mağaralar, camiler,
saraylar, kiliseler gibi tarihi ve kültürel değerler sulara gömülmekle
kalmayacak, dünyada sadece Dicle-Fırat su sisteminde yaşayan ve “GAP Doğal Hayatı
Koruma Derneği” tarafından hazırlanan raporda da açıkça belirtildiği üzere;
nadir yaban hayvanlarının neslinin tükeneceği ve Hasankeyf ve Dicle havzasının
yırtıcı kuşlar için doğal göç koridoru olduğu ve dünyada az bulunduğu tespit
edilen bu çeşit türlerin bulunduğu alanların bu bölgede olması nedeni ile de
buradaki yaban hayatının da biteceği aşikardır.
Dicle
kenarında doğmanın ne olduğunu herkesten fazla içselleştirdiğini anladığımız, Hasankeyf’in simge insanı Çoban Ali’yi
dinliyoruz, gözlerimiz nemlenerek en sonunda laf şöyle bağlanıyor; “bunu kimse
anlamaz, ancak yaşarken bilinir”. Devamla diyor ki, “Mesela Hasankeyf’siz bir
baraj yapmayı düşündük. Hasankeyf’i turizme kazandırmak için barajı 1 km
önceden bitirilmesini tercih ettik. Tarihi su altında kalmaktan kurtarıp bir
turizm cenneti haline getirmeyi planladık. Bunu Hasankeyfli arkadaşlarla
düşündük. Barajın verimi 50 yıllık ve
sonra verim alınmayacak. Biz orayı bir Nevşehir, Göreme gibi turizme açmak
istedik. Hasankeyf’in tarihi 11 bin yıllık. O tarihi niye sonraki nesillere
bırakmayalım ki? Barajı her zaman yapabiliriz. Ama tarih yapmak mümkün değil.” Neyse,
kelam çok ancak zayi etmemek adına, sükut. Ve yine, keşke biz de kendisi kadar
Hasankeyf’i sahiplenebilsek dediğimiz Çoban Ali’nin bir şiiri ile devam edelim.
Düştüm
Hasankeyf yoluna,
Kurbanım
sağına solunaAkan yeşil sularına
Kurban olam Hasankeyf’e…
Nöbet
tutan köprüsüne
İki
yollu minaresiKurban olam Hasankeyf’e
Hayran olam Hasankeyf’e…
Evet;
maalesef “Barajlar Kralı” diye tekrarlana tekrarlana doğruluğu gerçekleşecekmiş
gibi bir yaklaşım ile nitelenen “meşhur diğer ve malum çoban döneminde” 1960’ların
sonlarında başlayan, esasen de bölgeyi ne yazık ki insansızlaştırmayı hedefleyen
bir görüntü veren biçimde sular altında kalacak alanda dağınık olarak yaşayan
yaklaşık 25.000 kişiyi, size yeni konutlar yapıyoruz, merak etmeyin edaları ve
nidaları ile 1.000 konutluk planlamanın ortasında bırakırlar. Sizler “mağara”larda
yaşıyorsunuz, sizlere medeniyet getireceğiz, sizlere iş sahları yaratacağız sunumu
ile, ki bu sunum ne yazık ki coğrafyanın kadim ve necip milletleri tarafından
her daim yutulmuş şeker kaplı malum gıdası oluyor, konu kilitlenmiş, malum
zatın ardılları malum zatlar tarafından da bugünlere kadar ite-çeke taşınmıştır.
Bu kelamı biz esasen ABD’nin Irak ve Suriye işgalinden biliyoruz ama…
Bir
önceki kötü deneyim “Halfeti”
örneğinden ders alamamış ya da ders almak istememiş tutumumuz ile, parmağım kör
gözüne misali, tarihin, kültürün ve medeniyetlerin yok olması yanında asla
telafi edilemeyecek habitat tahribatına göz yumulmaktadır. Bakıyorum şimdiler
de, şapkadan tavşan çıkarma ordinaryüsleri, kentin göbeğindeki “Tarihi Roma Köprüsünün restorasyonunun
tamamlanarak su altında kalmasını müteakiben de sualtı dalış sporları merkezi
yaratılacaktır” gibi, haydi çılgın demeyeyim ama karakoncolos proje
projeksiyonu peşindeler, Allah selamet versin. Adama; neden diye sormazlar mı?
Neyse. Kültürel değerlerin başka yere taşınıp hayatiyetine devam etmesi gibi
ucube savunmalar ise, “ne var canım, Bergama Zeus Tapınağı, ha Bergama’da ha
Berlin’de ne fark eder” tadında zekâ parıltısı vermektedir. Ben gittim, gördüm
ve yazıyorum. Neler kaybediliyor şahadet etmeden, kimse gak guk etmesin lütfen…
Barajın
yapımcı firmaları arasında olan CENGİZ İnşaat ve NUROL İnşaat akıllara çok şey
getiriyor olması bir yana, bu çok tartışmalı ve gayri-ekonomik projeyi başta;
Hasankeyf'liler, Batman'lılar, Diyarbakır'lılar, Mardin’liler olmak üzere tüm
Türkiye, yerli ve yabancı aydınlar, göbek bağı olmayan tüm mühendis, arkeolog,
sosyolog, antropolog, sivil toplum gönüllüleri, hekimler, ekonomistler, sanatçılar,
kısacası bütün yurtseverler yıllardır istemediklerini ve iptalini tüm ulusal ve
uluslararası platformlarda beyan ettiler, ama sonuç şerefli mağlubiyet. Vatana
ve Millete hayırlı uğurlu olsun… Neden mi, gayri ekonomik, 28.Eylül 2009
tarihli yazıma bakarlarsa, pırıl pırıl bir kafaya sahip olurlar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder