Pazar, Nisan 14, 2019

HASANKEYF



Süryanice “Hesna Kepha”, Arapça “Hisn Kafya” olarak bilinen ve nihayetinde Osmanlıcaya “Hasankeyf” olarak geçen yerleşim, tarihi boyunca içinden geçen yol ve akarsu ve de bir yanı ile Anadolu’ya, bir yanı ile Mezopotamya’ya, bir yanı ile Diyar-ı Acem’e, bir yanı ile Kafkasya’ya, bir yanı ile Arap Yarımadası’na açılan kapı olması sebebi ile kavimlerin paylaşamadığı hatta uğruna çok çeşitli kereler savaşıldığı lakin hiç kimsenin kendinden önceki yaratılmış medeniyeti yok etmediği bir yer olmuştur, ta ki bize kadar. Bir kavimler kapısı olması hasebi ile de yaklaşık 25 uygarlığın izlerine rastlanan bu güzel ve aynı zamanda kutsal topraklar, “Göbeklitepe” bulgusu ile tarımın en eski merkezi olma gerçeği kısmen sarsılsa bile, zirai kültür ve çeşitliliği açısından da, örneğin ilk kez yapılan buğday, arpa, yulaf, kanolanın prototipi kolza, keten, nohut, bakla ürünlerinin yetişmesine insanın müdahil olması açısından da değerlidir.    

Tarihi yaklaşık 11.000 yıl (yazı ile onbirbin) öncelerine dayanan ve ortaçağ dünyasının kültür, ticaret ve siyaset odaklarına da merkezlik yapmış, görkemli ve gizemli ve doğu ile batının buluştuğu bir dinler mozaiği antik kent olan Hasankeyf’i sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı, ülkemizin önemli bir kültür mirası olan 25 farklı kültürün izini barındıran ve UNESCO’nun 10 dünya mirası kriterinden 9’unu karşılayan bu antik kenti ortadan kaldırmanın yanında, Ilısu Barajı'nın su tutmaya başlaması ile birlikte tarihi mağaralar, camiler, saraylar, kiliseler gibi tarihi ve kültürel değerler sulara gömülmekle kalmayacak, dünyada sadece Dicle-Fırat su sisteminde yaşayan ve “GAP Doğal Hayatı Koruma Derneği” tarafından hazırlanan raporda da açıkça belirtildiği üzere; nadir yaban hayvanlarının neslinin tükeneceği ve Hasankeyf ve Dicle havzasının yırtıcı kuşlar için doğal göç koridoru olduğu ve dünyada az bulunduğu tespit edilen bu çeşit türlerin bulunduğu alanların bu bölgede olması nedeni ile de buradaki yaban hayatının da biteceği aşikardır.

Dicle kenarında doğmanın ne olduğunu herkesten fazla içselleştirdiğini anladığımız, Hasankeyf’in simge insanı Çoban Ali’yi dinliyoruz, gözlerimiz nemlenerek en sonunda laf şöyle bağlanıyor; “bunu kimse anlamaz, ancak yaşarken bilinir”. Devamla diyor ki, “Mesela Hasankeyf’siz bir baraj yapmayı düşündük. Hasankeyf’i turizme kazandırmak için barajı 1 km önceden bitirilmesini tercih ettik. Tarihi su altında kalmaktan kurtarıp bir turizm cenneti haline getirmeyi planladık. Bunu Hasankeyfli arkadaşlarla düşündük.  Barajın verimi 50 yıllık ve sonra verim alınmayacak. Biz orayı bir Nevşehir, Göreme gibi turizme açmak istedik. Hasankeyf’in tarihi 11 bin yıllık. O tarihi niye sonraki nesillere bırakmayalım ki? Barajı her zaman yapabiliriz. Ama tarih yapmak mümkün değil.” Neyse, kelam çok ancak zayi etmemek adına, sükut. Ve yine, keşke biz de kendisi kadar Hasankeyf’i sahiplenebilsek dediğimiz Çoban Ali’nin bir şiiri ile devam edelim.

Düştüm Hasankeyf yoluna,
Kurbanım sağına soluna
Akan yeşil sularına
Kurban olam Hasankeyf’e…

Nöbet tutan köprüsüne
İki yollu minaresi
Kurban olam Hasankeyf’e
Hayran olam Hasankeyf’e…

Evet; maalesef “Barajlar Kralı” diye tekrarlana tekrarlana doğruluğu gerçekleşecekmiş gibi bir yaklaşım ile nitelenen “meşhur diğer ve malum çoban döneminde” 1960’ların sonlarında başlayan, esasen de bölgeyi ne yazık ki insansızlaştırmayı hedefleyen bir görüntü veren biçimde sular altında kalacak alanda dağınık olarak yaşayan yaklaşık 25.000 kişiyi, size yeni konutlar yapıyoruz, merak etmeyin edaları ve nidaları ile 1.000 konutluk planlamanın ortasında bırakırlar. Sizler “mağara”larda yaşıyorsunuz, sizlere medeniyet getireceğiz, sizlere iş sahları yaratacağız sunumu ile, ki bu sunum ne yazık ki coğrafyanın kadim ve necip milletleri tarafından her daim yutulmuş şeker kaplı malum gıdası oluyor, konu kilitlenmiş, malum zatın ardılları malum zatlar tarafından da bugünlere kadar ite-çeke taşınmıştır. Bu kelamı biz esasen ABD’nin Irak ve Suriye işgalinden biliyoruz ama…

Bir önceki kötü deneyim “Halfeti” örneğinden ders alamamış ya da ders almak istememiş tutumumuz ile, parmağım kör gözüne misali, tarihin, kültürün ve medeniyetlerin yok olması yanında asla telafi edilemeyecek habitat tahribatına göz yumulmaktadır. Bakıyorum şimdiler de, şapkadan tavşan çıkarma ordinaryüsleri, kentin göbeğindeki “Tarihi Roma Köprüsünün restorasyonunun tamamlanarak su altında kalmasını müteakiben de sualtı dalış sporları merkezi yaratılacaktır” gibi, haydi çılgın demeyeyim ama karakoncolos proje projeksiyonu peşindeler, Allah selamet versin. Adama; neden diye sormazlar mı? Neyse. Kültürel değerlerin başka yere taşınıp hayatiyetine devam etmesi gibi ucube savunmalar ise, “ne var canım, Bergama Zeus Tapınağı, ha Bergama’da ha Berlin’de ne fark eder” tadında zekâ parıltısı vermektedir. Ben gittim, gördüm ve yazıyorum. Neler kaybediliyor şahadet etmeden, kimse gak guk etmesin lütfen…

Barajın yapımcı firmaları arasında olan CENGİZ İnşaat ve NUROL İnşaat akıllara çok şey getiriyor olması bir yana, bu çok tartışmalı ve gayri-ekonomik projeyi başta; Hasankeyf'liler, Batman'lılar, Diyarbakır'lılar, Mardin’liler olmak üzere tüm Türkiye, yerli ve yabancı aydınlar, göbek bağı olmayan tüm mühendis, arkeolog, sosyolog, antropolog, sivil toplum gönüllüleri, hekimler, ekonomistler, sanatçılar, kısacası bütün yurtseverler yıllardır istemediklerini ve iptalini tüm ulusal ve uluslararası platformlarda beyan ettiler, ama sonuç şerefli mağlubiyet. Vatana ve Millete hayırlı uğurlu olsun… Neden mi, gayri ekonomik, 28.Eylül 2009 tarihli yazıma bakarlarsa, pırıl pırıl bir kafaya sahip olurlar

 

Hiç yorum yok: