Pazartesi, Ağustos 12, 2019

BADİLİ HASAN


Çeşme Çarşıdaki restorasyonu birkaç yıl önce tamamlanmış “Kilise gölgesinde oturup gelene geçene selam verme” sorumlusu diye adlandırdığım bir grubun üyesi idi “Badili Hasan”, yerli olmamız hasebi ile bizden büyük olmasına rağmen dostluğumuz hep olmuştur, Çeşme’ye kesin dönüş yapmam ile birlikte, nerdeyse her gün, mezkûr grubun muhabbetleri hep olurdu kilisenin gölgesinde, bazen Sakız Ağacı, diğer gün Sakız Adası, diğer bir gün balıkçılık üstüne, ama her gün değindiğimiz bir farklı başlık olur idi, Hulki’nin Sineması başlıklı yazımı yazarken, gerekli bilgiler için başvurduğum kişilerden biri idi, her gün usanmadan ama muzipliği de hiç aksatmadan sık rastlanılmayan ismi olan yeğeninin ismini bana sorar dururdu…Hey gidi koca “Badili Hasan”, bir gün bizim grubun müdavimlerinden Mümin’in hiç beklenmeyen vefatı üzerine bizim muhabbetlere katılmak isteyenlere, “aman buraya oturma, aman burada muhabbete katılma, Azrail buralarda dolaşıyor, sen daha gençsin var git” uyarısı yapması, şimdi kendisinin vefatı üzerine en çok anımsadığım acımtrak şakası olarak aklımdadır. Bazen yakaladığı, bazen de satın alarak burada satmaya çalıştığı balıklara, çarşının arsız ama sevimli kedilerinin musallat olması ve bizim kedileri kovalamamız üzerine, kolay kolay her insandan, hele de günümüz insanından hiç beklenmeyen, “satın aldım, para verdim” gibi düşüncelere takılmaksızın, kedileri besliyor olması, taa ruhunun derinliklerine nasıl bir insanlık ve paylaşımcılık sindiğinin en önemli göstergesi idi, tabii ki benim için… Hele sokakta, sıkıntılı olan kedi ve köpek mi gördü, telefona sarılarak yeğeni Veteriner İsmail’e (Ekmekçioğlu) yaptığı emrivakiler ile tedavi yapılmasının temini yok mu idi, anlat anlat bitmez… Değme “hayvansevere” bedel ama sessiz, sakin ve çok samimi yaklaşımı, hele “ekmek parası” olan balıkları bile kedilerle nasıl içten paylaştığını görmeden, ben kime, nasıl anlatabilirim bu halları… Ve nereden bilebilirdik, şakadan öte, gerçekten Azrail’in hemen yakınlarımızda dolaştığını, Badili’yi kolladığını ve Badili’nin bunu şaka yollu da olsa hissettiğini, maalesef bir “Midilli Adası Seyahati” planı için gittiği İzmir’de, ve de ne yazık ki şekerden (diabet) bir hayli azalan görme kabiliyetinin cilvesi neticesi yoğun taşıt trafiğinde karşıdan karşıya geçer iken, belli ki uygun yerden de olmamış bu geçiş,  kendisini kaybedeceğimizi… Evet; Badili Hasan, Balıkçı Hasan, Büyük Kaptan Hasan’ın torunu ve İsmail Kaptan’ın oğlu, artık aramızda değil, şaka yollu ve en kötü kelimesi “hadi oradan be serseri” ifadesi artık öksüz, ve biz onun az ama öz konuşan halini özleyeceğiz. O da artık, yaşlanmayanlar sınıfına terfi etti, hep bu yaşı ile hatırlanacak… Balıkçı Hasan, bu fani dünyada “balık mevsimini” ebedi olarak kapatan dostumuz, inanıyorum ki Cennet’in berrak ve coşkun derelerinin kenarında balıkları izliyordur, şimdilerde…

Badili Hasan, abisi Kaya ve arkadaşları Tapıştı Yaşar ile; ortak sahibi oldukları Tirhandil teknelerinde uzun yıllar denize açılarak, sabahçı ve akşamcı ağlar atarak, voli yaparak, paragat atarak, denizi tahrip etmeden, denize hoyrat davranmadan, sadece denizin kendilerine sunduğunu tutarak ya da yakalayarak, amatörce ama denizi severek balıkçılık yaptılar. Yeke tutarak, denizin tuzunu sürekli dudaklarında ve yüzlerinde hissederek, denizde yakaladıklarını, karada geçime çevirerek, kimseye minnet etmeden yaşamlarını sürdürdüler, geride kalanlara örnek oldular, geride kalanlar onları örnek alırlar mı, orası da çok bilinmez… Balıkçı denizde iken, içinden konuşur, içinden ama direk denize ve kendisine vermeye hazır oldukları ile konuşur, yanlarındakiler pek anlamazlar bu konuşmaları, onlara bir mırıltı gelir sadece, çünkü deniz ve deniz avı gevezeliği kaldırmaz, dikkatsizliği kaldırmaz, hülasa ciddi hatta çok ciddi iştir… Gevezelik, çok konuşma karaya ötelenmiştir, aslında yaşlılığa ertelenmiştir…

“Badili” direk kendisinin edinebildiği bir lakap değildir, babadan geçme ve de miras kalmıştır. Manası konusunda birkaç tevatür bulunmakla birlikle, muhabbetsever ve bal gibi konuşan manasında “bal dilli” ifadesinin zamanla kısalarak ve konuşma dilinde kolaylaşarak bu hale geldiği rivayet ya da kabul edilmektedir. Kimine göre de; “küçük” manasındadır, ama hem baba, hem kardeşlerin vücut büyüklüklerine bakınca, bu manada olsa bile ciddi bir ironidir, olsa olsa…

Ortak arkadaşımız, Sıtkı Cenger’den dinlediğim çok güzel bir anıdan da söz etmeden olmaz; “Badili Hasan abisi ile Sakız Adası yakınlarında, balık ağlarını atarken, muhtemelen bir karabatak ya da martı gelip akşam karanlığında, abisi Kaya’nın sırtına hızlı bir biçimde çarpar, kardeşinin vurduğunu zanneden abi ise, yekeyi kaptığı gibi, kardeşine girişir, gel de anlat durumu abiye… Tüm karşı çıkmaya rağmen abi epeyce hırpalar kendisini”. Durum sakinleşince sonradan anlaşılır ama iş işten geçmiştir, gayri… Hele bir defasında, bir Alman’ın bozulan teknesinin motorunu yaptırana kadar, evde misafir edilişinin bir hikayesi vardır, her misafirperverim diyene tam şümullü misaldir, vallahi… Bir de komşusuna ödünç verilen bir “eşek” hikayesi vardır, ama sonu hazin olup burada anmaya gerek yok kanısındayım…

Geldik sona; şair Oktay Rıfat’tan bir şiir ile kendisini analım…

Denize vuran balıkçı
bir aynadan döner bize
yüreği rüzgara göre
mintanı yamalı
ayakları çıplak
elleri güzel

denize vuran balıkçı
kuşu yıldızı getirir bize
kabuklu böcekler ve yosun
bırakır sepetini küpestesine
denizde pupa yelken günümüzün
geceler kısacık gündüzler uzun

Hiç yorum yok: