Cuma, Aralık 06, 2019

TURABDİN- MİDYAT


Dinler ve diller kenti olarak da değerlendirebileceğimiz bir kenttir, Midyat. Gerçi kolayca bilineceği üzere, bu kadar medeniyete beşiklik etmiş, adeta bir kavimler kapısı olmuş Canım Anadolu’nun birçok bölümü gerçekte böyle olsa bile, maalesef ülkemiz garip azınlığı tarafından canlı tutulan “ya sev, ya terket” kültürü uluslararası bir destek ve dayatma neticesinde, buna gözlerini yumarak “yokmuş” muamelesi yapmaktadır. Yapıyor da ne oluyor, kocaman bir hiç, hayat devam ediyor, kervan yürüyor. Midyat, açık müze havasında dolaşılabilecek bir kent olmanın ötesinde, Ezidice, Süryanice, Arapça, Türkçe ve Kürtçe hep birlikte güzel güzel, uslu uslu ve temelde kardeşçe idare ederken göze farklılıkları ve farklılaşmayı tetikleyen bir pankart çıkıyor önümüze, tahminimce de asla tabanı olmayan bir fikriyatın provakatif yaklaşımı, Allah selamet versin bu kafaya… Kaymakamlığın düzenleyip ziyarete açtığı konak üzerinden bakıyoruz Midyat’a, cami ve kiliseler kenti, peki vatandaşın bu yerlerle olan ilişkisi mezkur yerlerin çokluğuna mütenasip midir hiç zannetmiyorum ve sorduğum sorulara gençlerden aldığım cevaplar fikrimi destekliyor. Manzaranızı Cami ve kiliselerin siluetleri dolduruyor, en azından görüntüde kardeşlik görüntüsü, hoş gerçekten çok hoş… Kentin girişindeki kavşağın düzenlenmesinde refüjdeki göbek üstüne inşa edilen heykel nasıl bir kente geldiğinizi anlatıyor. Kare kesitli bu dikitin bir tarafında Müslümanlığı simgeleyen Cami, bir tarafında Hristiyanlığı simgeleyen Kilise, bir tarafında Ezidiliğin simgesi Tavuskuşu ve hepsinin ortak noktası Türkiye haritası ise bir tarafında bu heykelin. Bunu kimin yaptığı kadar kimin yaşamasına da izin verdiğidir, bu manada seçilmiş ve atanmışların hoşgörü ve sabırlarını takdir etmek gerekir. Gücü elinde bulunduran atanmışların iki dudağı arasından çıkacak bir söz sükuneti bozabilir ama yapmıyorlar ve de yapmamaları da çok doğru görünmektedir. Bu hoşgörünün sınırlarının daha da artması dileğimizi bu vesile ile tekrarlamalıyız. Hülasa hem ismi, hem tarihi, hem toprağı ve en önemlisi insanıyla özel bir yer olan “Midyat”, “Turabdin” denilen bir bölgenin neredeyse merkezinde bulunmaktadır. Turabdin diye adlandırılan bölge, Süryaniler için dini ve kültürel açıdan çok önemli bir bölge olup Süryanice de “Kulların dağı” anlamına gelmektedir. İnişli çıkışlı bir kalker platosu olan Turabdin, Midyat İdil yolu üzerindeki “Mor Gabriel Manastırı”ndan (deyrülumur) ötürü ziyaretçisi fazlaca olmaktadır. Rivayet odur ki, bidayetten beri 80 önemli manastırın burada yer alması Süryaniler için bir çekim merkezi olmuştur. Mor Gabriel Manastırı, yaklaşık 1600 yıllık bir yapı ve ibadethane olmanın ötesinde bir anlam taşır Süryaniler için sevginin ve kardeşliğin bir simgesidir adeta.

Platonun üzüm yetiştirilmesine çok elverişli, sık sık görülen kalker türevli toprak tepelerinden oluşmuş olması, kaliteli üzüm için gereken, her asmanın ayrı ayrı güneş, rüzgâr ve çiğ gibi doğa olaylarından eşit ve uygun faydalanmasına olanak vermektedir. Zaten bu görüntü yetiştirilmiş üzüm kalitesi ve üretilen Süryani şaraplarından da anlaşılmaktadır. Bölgede Turabdin şarapları, beyazı kerkuş ve mezruna, kırmızısı ise öküzgözü ve boğazkere üzümlerinden elde edilmekte olup şarabın tadının geleneksel hazırlanmış küplerde toprak altındaki mahzenlerde 45-60 gün bekletilerek temin edildiği anlatılmaktadır. Sabah saatlerinde gezmemize rağmen açılmış şarap evlerinde, tadımlık ikram edilen şarapların tadına baktık, özellikle de kırmızısına, tadı hafif değişik, ağızdaki pozisyonu dolgun ve kesif, içimi hoş ve keyifli bir şarap… Neyse daha fazla konuşmayıp işi uzmanlarına bırakayım. Ama gidilirse mutlaka tadılmalı ve alınmalı…

Evet; Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Ezidi, Süryani; kadim toprakların kadim milletleri ve inanışları, Mezopotamya halitası olmuş adeta, acıları, sevinçleri, gururları ve bellekleri sevgiyle yoğrulmuş, dillerin oluşturduğu köprüler ile dünü bugüne, doğuyu batıya imbiklemiş ve eklemiş… Acılar, gözyaşları, zaferler, yıkımlar yaşayarak yüzyılları geride bırakmış insanların bugünkü mirasçıları ile konuşunca kimse yaşanmışları unutmuyor gibi görünüyorsa da herkesin özlemi sükûnet, sevgi ve huzur, bu net… Ama su uyur düşman uyumaz, bu kadim coğrafya ekseriyetin hasletinden ziyade ekalliyetin musibetinden nasiplenmiştir.

Süryanilerin adını ilk kez 1975’te duymuş idim, dayatılan politikalardan yılan bu kadim millet büyük kitleler halinde Avrupa’ya özellikle de kuzey ülkelerine göçerler, mezkûr yıllarda Almanya canım Yurduma işçi hücumunun önüne geçmek maksadıyla vize uygulamaya başlar ve akabinde de İsveç Süryani göçmenleri bahane ederek vize uygulamaya başlar… Mezkûr yıllarda Çeşme başta İsveç olmak üzere kuzey ülkelerinin turisti ile tanışır, Altın Yunus ve Ertan Oteli tur operatörlerinin merkezidir adeta. İşte ilk kez o yıllarda İsveçlilerden duymuş idim “Süryani” sözünü. Gerçi Çeşme’yi dünyanın merkezi sayanlar pek bilmez ama sonradan daha neler neler öğrendim buralarda bilinmeyen, say say bitmez. Peki; şimdi Çeşme’yi dünyanın en güzel yeri sayanlar, bir şeyleri öğrendiler mi, hiç zannetmiyorum, öğrenememe durumu kuşaklar arasında da kontamine bir durum oluşturmaya devam ediyor, ne yazık ki… Öğrenme çaba ister, sabır ister hülasa kolay değildir. Bilmek ve öğrenmek süreci de tesadüfen olmuyor olsa da çok kişiye amorti cinsinden çıkıyor, vs vs…

Peki; şimdilerde çok moda, GAP turlarının, olmazsa olmazı, Mardin ve Midyat, ne durumda, görünürde tam anlamı ile bir huzur var ama görünürde galiba. Çünkü, Midyat, gümüş işlemeciliğinin ordinaryüslüğü sayılan “telkâri” işinde çok ileri, üzüm yetiştiriciliğinde çok ileri, şehir korumacılığında çok ileri, peki, sonuç… Midyat’ın en önemli partneri de yaklaşık 40 km mesafedeki Hasankeyf’tir. Hasankeyf bu manada Midyat’ın önemini arttırmıştır.

Hiç yorum yok: