Dinler
ve diller kenti olarak da değerlendirebileceğimiz bir kenttir, Midyat. Gerçi
kolayca bilineceği üzere, bu kadar medeniyete beşiklik etmiş, adeta bir
kavimler kapısı olmuş Canım Anadolu’nun birçok bölümü gerçekte böyle olsa bile,
maalesef ülkemiz garip azınlığı tarafından canlı tutulan “ya sev, ya terket”
kültürü uluslararası bir destek ve dayatma neticesinde, buna gözlerini yumarak “yokmuş”
muamelesi yapmaktadır. Yapıyor da ne oluyor, kocaman bir hiç, hayat devam
ediyor, kervan yürüyor. Midyat, açık müze havasında dolaşılabilecek bir kent
olmanın ötesinde, Ezidice, Süryanice, Arapça, Türkçe ve Kürtçe hep birlikte
güzel güzel, uslu uslu ve temelde kardeşçe idare ederken göze farklılıkları ve
farklılaşmayı tetikleyen bir pankart çıkıyor önümüze, tahminimce de asla tabanı
olmayan bir fikriyatın provakatif yaklaşımı, Allah selamet versin bu kafaya… Kaymakamlığın
düzenleyip ziyarete açtığı konak üzerinden bakıyoruz Midyat’a, cami ve
kiliseler kenti, peki vatandaşın bu yerlerle olan ilişkisi mezkur yerlerin
çokluğuna mütenasip midir hiç zannetmiyorum ve sorduğum sorulara gençlerden
aldığım cevaplar fikrimi destekliyor. Manzaranızı Cami ve kiliselerin
siluetleri dolduruyor, en azından görüntüde kardeşlik görüntüsü, hoş gerçekten
çok hoş… Kentin girişindeki kavşağın düzenlenmesinde refüjdeki göbek üstüne
inşa edilen heykel nasıl bir kente geldiğinizi anlatıyor. Kare kesitli bu
dikitin bir tarafında Müslümanlığı simgeleyen Cami, bir tarafında Hristiyanlığı
simgeleyen Kilise, bir tarafında Ezidiliğin simgesi Tavuskuşu ve hepsinin ortak
noktası Türkiye haritası ise bir tarafında bu heykelin. Bunu kimin yaptığı
kadar kimin yaşamasına da izin verdiğidir, bu manada seçilmiş ve atanmışların
hoşgörü ve sabırlarını takdir etmek gerekir. Gücü elinde bulunduran
atanmışların iki dudağı arasından çıkacak bir söz sükuneti bozabilir ama
yapmıyorlar ve de yapmamaları da çok doğru görünmektedir. Bu hoşgörünün
sınırlarının daha da artması dileğimizi bu vesile ile tekrarlamalıyız. Hülasa hem
ismi, hem tarihi, hem toprağı ve en önemlisi insanıyla özel bir yer olan
“Midyat”, “Turabdin” denilen bir bölgenin neredeyse merkezinde
bulunmaktadır. Turabdin diye adlandırılan bölge, Süryaniler için dini ve
kültürel açıdan çok önemli bir bölge olup Süryanice de “Kulların dağı” anlamına
gelmektedir. İnişli çıkışlı bir kalker platosu olan Turabdin, Midyat İdil yolu
üzerindeki “Mor Gabriel Manastırı”ndan (deyrülumur) ötürü ziyaretçisi fazlaca
olmaktadır. Rivayet odur ki, bidayetten beri 80 önemli manastırın burada yer
alması Süryaniler için bir çekim merkezi olmuştur. Mor Gabriel Manastırı,
yaklaşık 1600 yıllık bir yapı ve ibadethane olmanın ötesinde bir anlam taşır
Süryaniler için sevginin ve kardeşliğin bir simgesidir adeta.
Platonun
üzüm yetiştirilmesine çok elverişli, sık sık görülen kalker türevli toprak tepelerinden
oluşmuş olması, kaliteli üzüm için gereken, her asmanın ayrı ayrı güneş, rüzgâr
ve çiğ gibi doğa olaylarından eşit ve uygun faydalanmasına olanak vermektedir. Zaten
bu görüntü yetiştirilmiş üzüm kalitesi ve üretilen Süryani şaraplarından da
anlaşılmaktadır. Bölgede Turabdin şarapları, beyazı kerkuş ve mezruna,
kırmızısı ise öküzgözü ve boğazkere üzümlerinden elde edilmekte olup şarabın
tadının geleneksel hazırlanmış küplerde toprak altındaki mahzenlerde 45-60 gün
bekletilerek temin edildiği anlatılmaktadır. Sabah saatlerinde gezmemize rağmen
açılmış şarap evlerinde, tadımlık ikram edilen şarapların tadına baktık,
özellikle de kırmızısına, tadı hafif değişik, ağızdaki pozisyonu dolgun ve
kesif, içimi hoş ve keyifli bir şarap… Neyse daha fazla konuşmayıp işi
uzmanlarına bırakayım. Ama gidilirse mutlaka tadılmalı ve alınmalı…
Evet;
Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Ezidi, Süryani; kadim toprakların kadim milletleri ve
inanışları, Mezopotamya halitası olmuş adeta, acıları, sevinçleri, gururları ve
bellekleri sevgiyle yoğrulmuş, dillerin oluşturduğu köprüler ile dünü bugüne,
doğuyu batıya imbiklemiş ve eklemiş… Acılar, gözyaşları, zaferler, yıkımlar
yaşayarak yüzyılları geride bırakmış insanların bugünkü mirasçıları ile
konuşunca kimse yaşanmışları unutmuyor gibi görünüyorsa da herkesin özlemi
sükûnet, sevgi ve huzur, bu net… Ama su uyur düşman uyumaz, bu kadim coğrafya
ekseriyetin hasletinden ziyade ekalliyetin musibetinden nasiplenmiştir.
Süryanilerin
adını ilk kez 1975’te duymuş idim, dayatılan politikalardan yılan bu kadim
millet büyük kitleler halinde Avrupa’ya özellikle de kuzey ülkelerine göçerler,
mezkûr yıllarda Almanya canım Yurduma işçi hücumunun önüne geçmek maksadıyla vize
uygulamaya başlar ve akabinde de İsveç Süryani göçmenleri bahane ederek vize
uygulamaya başlar… Mezkûr yıllarda Çeşme başta İsveç olmak üzere kuzey
ülkelerinin turisti ile tanışır, Altın Yunus ve Ertan Oteli tur operatörlerinin
merkezidir adeta. İşte ilk kez o yıllarda İsveçlilerden duymuş idim “Süryani”
sözünü. Gerçi Çeşme’yi dünyanın merkezi sayanlar pek bilmez ama sonradan daha
neler neler öğrendim buralarda bilinmeyen, say say bitmez. Peki; şimdi Çeşme’yi
dünyanın en güzel yeri sayanlar, bir şeyleri öğrendiler mi, hiç zannetmiyorum,
öğrenememe durumu kuşaklar arasında da kontamine bir durum oluşturmaya devam
ediyor, ne yazık ki… Öğrenme çaba ister, sabır ister hülasa kolay değildir.
Bilmek ve öğrenmek süreci de tesadüfen olmuyor olsa da çok kişiye amorti
cinsinden çıkıyor, vs vs…
Peki;
şimdilerde çok moda, GAP turlarının, olmazsa olmazı, Mardin ve Midyat, ne
durumda, görünürde tam anlamı ile bir huzur var ama görünürde galiba. Çünkü,
Midyat, gümüş işlemeciliğinin ordinaryüslüğü sayılan “telkâri” işinde çok
ileri, üzüm yetiştiriciliğinde çok ileri, şehir korumacılığında çok ileri,
peki, sonuç… Midyat’ın en önemli partneri de yaklaşık 40 km mesafedeki
Hasankeyf’tir. Hasankeyf bu manada Midyat’ın önemini arttırmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder