“Tüm
diğer bireysel sporların aksine özünde belli bir teknik ve taktik disiplin
içinde bir takım oyunu olarak, temelde büyük ve tılsımlı iş birliği
çerçevesinde takım oyuncularının birlikte, birbirleri için ve dayanışma halinde
muadil diğerlerine karşı oynadıkları, zaman ve zemine göre de bireysel
kabiliyetleri arş-ı alaya çıkmış oyuncular ile ya da takım olabilme özelliği
çok yüksek disiplin ve çalışkanlığın ve de yardımlaşmanın had safhaya ulaşmış
olduğu ekiplerce icra edilen oyuna “Futbol” denir” diye bir tarif yapmış
idim. Bu kez de çok büyük kitlelerin dikkatlice takip ettiği, takip ederken çok
büyük paralar harcadığı ya da harcamayı göze aldığı futbol sadece “futbol
oyunu mudur” diye bakacağız. Bursasporlu İvan Ergiç’in “Neden
hakemler gol sevinçlerinde formayı çıkartmaya sarı kart gösteriyor? Forma
reklamı görünmüyor diye. Para futbolun dengesini bozuyor” tespiti bile konunun
hangi detaylara kadar düşünülüp, planlandığının bir ifadesidir. Peki, büyük
kitleler ilgi gösteriyorsa, büyük paralar dönüyorsa, siyasal otorite bu
işlerden uzak durabilir mi? zinhar…
Şimdi
düşünün; transfer, bonservis bedeli, yetiştirme bedeli, maaş, prim, ceza, komisyon,
şike, bahis oyunları, stadyumlar ve altyapı yatırımları, antrenman ve kamp
tesisleri yatırım ve işletme giderleri, doping faaliyetleri, seyahat giderleri,
reklam gelirleri ve giderleri, sponsorluk harcamaları ve edinimleri, şifreli
yayınlar, şifreli yayın altyapıları vs derken dönen yıllık milyarlarca dolarla
ifade edilen bütçeler, A takım, genç takım, ümit takım, U21 takımları, U19
takımları, U14 takımları, minikler, küçükler takımlarındaki oyuncular, teknik
kadrolar, idari kadrolar, yönetimler, sağlık ekipleri, ulaştırma ekipleri,
altyapı işletmelerinin personelleri ve hepsinden önemlisi seyirciler ve
taraftarlar derken birkaç milyar ilgili, ülkeler bazında Spor Bakanlıkları,
Futbol Kulüpleri, uluslararası düzeyde UEFA, FİFA ve bunların Asya ve Afrika’daki
muadilleri, muhasebeleri ve mahkemeleri ve işin olmazsa olmazı mafya derken devasa
organizasyonlar olacak, ve sermaye bu işin merkezine oturmayacak, böyle
düşünülmesi başlı başına bir andövüllük olur açıkçası… Kapitalist tahakküm bir
tarafı ile ekonomik, diğer tarafı ile politik bir kuşatma altına aldığı
futbolunda usaresini emerek, posasını bir kenara zamanı gelince atacaktır, ölüm
Allah’ın emri. Ehh futbolunda vasatı tüm bunlara uygun, mezkûr kuşatma ve
tahakküm mucibince, ekonominin politik ayağı elinde bulundurduğu mevzuat tanzimi
ve tahkimi oluşturma gücü vasıtasıyla alanda bir zapt-ı rapt oluşturacaktır
haliyle… Futboldaki bu zapt-ı rapt hayatın diğer alanları ile aynı düzlemde ve
şiddette devam edecektir, bu itirazsızlık ve sessizlik sürdüğü sürece… Tüm bu
ahval ve şerâitte neler yapılması gerektiği ustalar tarafından uzun uzun anlatılmış
olup tekrarına hacet yoktur. Biz sadece mezkûr zapt-ı raptı en sıkı ve insafsız
tanzim ve tahkim edenleri bir kez daha teşhir ve derhatır etmekle yetineceğiz.
Komşu
Yunanistan’da; 1967 yılında “Albaylar Cuntası” adı ile maruf askeri
darbenin diktatörler heyeti, geniş kitlelerce sevilen futbolun sempatisine sığınarak,
aşağı yukarı tüm darbeci-diktatörlerde benzer olduğu üzere ihtiyaç olunan “şirin
görünme” ve “dış destek” yaratmanın yolunun dönemin elek altı futbol
takımı “Panathinaikos” ile olacağı kararı mucibince, mezkûr takıma
sınırsız destek yağdırdı. O kadar ki; 1970 yılında takımın başına getirilen bir
albay teknik direktör ile ve hiçbir fedakarlıktan kaçınılmadan şampiyon yapılan
takım “Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası”nda da, yüksek pazarlık gücünün
maçlar öncesi makul bir eli açıklıkla desteklenmiş olması hasebiyle taaa finale
kadar yükselir ancak finaldeki rakip ne cüzdansal ne de diğer hiçbir yolla ikna
edilemez. Siyasi açıdan zengin diktatörler yanında mali açıdan da zengin
armatörlerin desteğini alan kulüp, artık dünya piyasasında isim yapmış birçok
ünlüyü takıma getirir, daha fazla başarı daha fazla sempati, döngü de devam
eder… 1970’te takımın başına getirilen albay; Macaristan’ın dünya çapında
futbolcusu ve teknik direktörüdür aslında ama kendisindeki bu futbol yeteneği
yanındaki yüksek iş bitiricilik deneyimi İspanya’nın diktatörler takımı Real
Madrit’te futbol oynadığı dönemden miras olsa gerektir. Futboldaki bu yüksek iş
bitiriciliği sayesinde uzun yıllar İspanya milli takımında bile futbol
oynamasına kadar uzanır, maalesef bu iş bitiriciliği yüzünden de FİFA
tarafından 2 yıl futboldan menedilmiştir.
Bir
diğer ve çok önemli “diktatörler takımı” ise Real Madrid’dir. Eli kanlı
diktatör Franco’nun kara döneminin mor beyazlarıdır adeta, Real Madrid. Esasen;
“Kraliyet” kelimesinin İspanyolca karşılığı olan “Real”, bidayette İspanya
Kraliyet Sarayının takımı olup 1931 de kraliyet yetkilerinin elinden alınmasını
müteakip, kulübün adından “Real” çıkarılır, artık sadece Madrid FC dir. 1941
yılında, Franco’nun iç savaşı kazanarak her şeyi ele geçirmesinin ardından
takım tekrar, “Real” adını ve armadaki kraliyet tacını kullanmaya başlar. Ve
artık, tüm güç elinde olan Franco’nun full desteği ile dönemin futbolda önemli
başarılar elde etmiş ülkeleri başta Macaristan ve Arjantin olmak üzere tüm
liglerden önemli futbolcular transfer edilir, kaskat şampiyonlukların yolu
açılır, Real Madrid İspanya’nın en önemli markası haline gelir. Öyle ünlüdür ki
dünyada; Franco’nun Dış İşleri Bakanı “Şimdiye kadar sahip olduğumuz en iyi
elçilik”tir tanımlaması bile yapar. En önemli rakip Katalan temsilci “Barcelona”
ligden çekilir, çünkü 3-0 kazandığı maçın ardından Franco’nun; “sizi bu
seferlik affediyorum ancak ikinci maçta bu kadar hoşgörülü olmam” sözü üzerine,
durumdan vazifeyi ziyadesiyle çıkaran hakemler sayesinde tek kale oynanan maçta
11 gol yiyen Barcelona elenmiştir.
Örnek
çok; futbol bu yapısı ve vatandaşın bu taraflılığı ile daha çok alet olur, bu diktatörlere…
Arjantin diktatörü dönemin ruhuna da uygun desteklerle ülkesine dünya kupası
bile kazandırmıştır… Portekiz’de Diktatör Salazar’ın takımı Benfica’dır. Almanya’da
faşist Hitler’in takımı Schalke 04’tür. İtalya’nın faşist lideri Mussolini’ye
de ülkesinde Lazio takımı düşmüştür, o da elinden geleni ardına koymaz. Saddam’ın
oğulları üzerinden futbola nasıl müdahale ettiğini artık sağır sultan bile
biliyor… Kaddafi oğlu üzerinden futbola elini taaa İtalya’ya kadar uzatmıştır,
vs vs…
Peki
canım Yurdumda durum nasıl derseniz, verebileceğim örnek sadece “içinden
geçilen olağanüstü koşullar” nedeni ile Kenan Evren ile sınırlı kalacaktır.
Bir Albayı spor bakanı, bir başka Albayı da Beden Terbiyesi Genel Müdürü yapan,
%100 yerli ve milli diktatörlerimizden Kenan Evren dünyadaki
muadillerinden aşağı kalır mı, TFF’ce düzenlenen Türkiye Kupası şampiyonasında,
“Türkiye Kupasını kazanan takım hangi lig de olursa olsun “Birinci Lig’e”
katılır” gibi bir yönetmelik yayınlatarak futbol tarihine layık olduğu biçimde geçmiştir.
Ve “ben hepsine aynı mesafedeyim” fikrini subliminal mesaj babında
kafalara çakacak şekilde, günün önemli futbol takımlarından sözde uzak durmuş, binbir
hile ve hurda ve de hakem oyunları iddiaları arasında Ankaragücü’nü
Türkiye Kupasında şampiyon yaptırmıştır. Gerçi bu yönetmelikten sonraları başka
takımlar da yararlanmış idi, ama “ba’de harab-ül Basra”
2 yorum:
Harika
Tüm diktatörler kendi takımlarını tutturmuşlar.Diktatör takımı tutan zihinler ve eller kırılsın.Arena ruhu...Eline sağlık abi.
Yorum Gönder