Canım
yurdumda; futbol deyince görünür biçimde burnunu kıvıran ancak gerçek manada çaktırmadan
konu ile ilgilenen marjinal bir grup bulunduğunu; “Büyük
çoğunluğun keyif alarak oynadığı, izlediği bu oyuna karşı olmak ile
toplumdan ben farklıyım algısına dayalı bir sempati dilenip bir
yerlerindeki hacm-i boşluğu tatmine çalışmaktadırlar herhalde,
bilemiyorum gayri. Bunlara ancak Allah selamet versin demek kalıyor
geriye…” şeklinde
ifade etmiş idim. Ancak aynı marjinal grubun izlence sanatına yönelik
zevklerine ve tercihlerine bakınca, aleladeliğin ve ferasetsizliğin paçalarından
aktığı ibretle izlenen bir vakadır. Oysa sürekli belirttiğim üzere; sizin
rafine tercihlerinize birebir uygun ürünler imal edilmiyorsa izlediğiniz tv
programlarında bile kalitesizliğin ve pespayeliğin cenderesinden zor
sıyırırsınız, aaaa sıyırırım da diyorsanız bu kadar tv izledikten sonra olsa
olsa kafayı sıyırırsınız… Nokta hatta üç nokta… Şimdi gelelim mezkûr cehl-i
mühimmenin başkalarına burun kıvırırken düştükleri sırılsıklam hatta vıcık
vıcık “amerikanizm” tuzağına ya da batağına ki bu tuzak ve batak,
“yankee”lerin işgal ettikleri topraklarda o toprakların asıl maliklerine
zulmün ve katliamın bizatihi kendisidir. Buna alkış tutarken, şecaat arz
ederken, malum hikayedekine benzer bir ahvale düşmekten kurtulamazlar, hani,
keçi kendi kuyruğunun sürekli kalkık oluşunu akıl edemezken hadi görmezden gelerek
diyelim, bir telden atlayan koyunun kuyruğunun kalkıp poposunun görüldüğüne
gülermiş ya, aynen vakidir bizim muhterem zevat açısından. Anladık; futbol kötü
ve anlamsız, “ne verelim abime o zaman” şöyle anlamlısından, “altı
amerikanizm ama incesinden, üstü bol şerbetli kültür emperyalizmden mürekkep” bir
menü…Sevsinler sizi ve seçiminizi…
Bitimsiz
cesaret, şişirilmiş ve abartılmış güç, sözde zekâ, görünüşte kahramanlık, sözde
bayrak hayranlığı ile “West”in işgali sürecinde, “yerelinde”
katli manasında “western” haline evrilmiş bu soslu senaryolar ile mezkûr
tablonun bir tapınma kudreti ve kutsaliyeti içinde doymak bilmez ego tatmini
için, tekrar tekrar çevrilerek aslında, aptallığı, ahmaklığı, ahlaksızlığı,
anlamsızlığı, aymazlığı övmeye ve örtmeye yönelik kaynak üretmekten başka bir
şey değildir, tüm bu olanlar… Robert Mitchum, Ronald Reagan, Henry Fonda, Clint
Eastwood, John Wayne gibi “amerikanizmin” abide isimlerinin
başrollerinde ve şahsiyetlerinde, sahnemize; kah kahraman şerif, kah silahşor,
kah insan avcısı, kah yerli katili, kah atını seven, kah rüzgara karşı mt.lerce
çiş yapabilen başrol oyuncuları olarak çıkan, çizmeleri ve mahmuzları, belindeki tabancası, başındaki
şapkası ve şapkanın altında tam siper
vaziyetinden yukarıya doğru boş ve andövül bakışları, ağzındaki sigarası, sandalyeye
ters oturuşları, bara dayanarak salonu dikizlemesi ya da şarkı söyleyen güzel
kadına donuk ve aidiyetsiz bakışları, gözündeki
acımasızlığı, kutusundan çıkardığı kibriti herhangi bir yere sürterek yakabilme
kabiliyeti, dişlerinin arasından tıslayarak konuşması, içki tercihi ve siparişi,
küfür ve hakaret edişleri ile çizdikleri tablo asla ve kat’a unutulmaz… Aslında
ve gerçek hayata bu manadaki uygunluğu yanında klasik sayılabilecek bazı “western”
filmlerinde, itina ile vahşet sahnelerinden kaçınılmış olsa bile değişmez ana tema
“Kızılderililerin” vahşiliğidir, ki o Kızılderililer kendi topraklarında
kendi anlayış ve felsefelerine mütenasip yaşarlarken mezkur maceraperestlerin
saldırısına uğramışlardır, sonuç itibari ile itaat edenler dışında deyim
yerinde ise tamamen ve esasen soykırıma uğramışlardır. Ön planda takdim edilen,
her ne kadar halis ve muhlis ve de munis olsa da, arka planda ve tam da bizim
akli arka planımıza nişan almış ve oraya fon yapılmak üzere verilen subliminal
mesaj; obasını ve toprağını, rejimini ve topluluğunu korumaya çalışan ve bu
uğurda ölen ve öldüren yerliler “kötüdür”, sarhoştur, berduştur, herkesin
kolayca kandırabildiği topluluktur… Yakaladığını asan, ateş suyu ticaretini
hayasızca ve sahtekarca yapan, aklına geleni ya da duygularına mütenasip olanı
da yasa diye dayatan, adeta hukuksuzluğun hukukunu harfiyen ve örfiyen tatbik
eden, bu kabil haydutların hayatı ise
kahramanlık destanı, hay hay beyim, kabul….
Bilindiği
üzere; Kovboy filmleri diye bilinen bu “western” filmleri temelde ucuz ama
eğlencesi yüksek, derin mevzular içermeyen, kapitalizmin genel manada
hedeflediği insan tipi olan düşünmeyen, yaşayan ya da yaşamaya çalışan ve bunun
dışında da öykündüğü güçlü adamların maceraları ile oyalanan ve öğünen hatta
yetinen tiplerdir. Peki; kapitalizm böyle istiyor, böyle buyuruyor diye de
insanların tamamı böyle olur mu? Zinhar…
Öyle
tahmin ediyorum ki; şu ana kadar yapmış olduğum tespitlere genel manada kimse
karşı çıkmayacaktır. Diğer taraftan; bu filmler “küçük Amerika” oluyoruz
teslimiyeti içinde görüldü ki Canım Yurdumun insanı nezdinde de büyük
hayranlıkla karşılık buldu ve yerli kovboy filmleri bile çekilmesine vesile
oldu. Her ne kadar; kasaba, şerif, kovboy, düello, mahmuz, bar ve barmen, viski,
kovboyun ağzından düşmeyen puro, barış çubuğu, sürekli dans eden ponpon kızlar
vb. gibi sözcükler ve kavramlar Canım Yurdumun insanına yabancı da olsa, demek
ki Amerika olmak isteniyorsa bunlar öğrenilecektir saikiyle
içselleştirilmiştir. Olacak o kadar, Amerika öyle kolay olunur bir şey değil ki,
netekim…
Aslında
aptallığın tapınma kudreti ve temennası ile beslenen bu kaynaklardan imbiklenen
hiçbir şeyden bir hıyr gelmez diyeceğim ama çocukluğumuzun çizgi roman kahramanları
ve aynı kaynaklardan beslenen “Teksas”, “Tommiks” gibi çizgi roman ve filmleri
koyacak yer bulamam sonra maazallah… Aaaaa biri de çıkar, sen izlemedin mi,
izlemiyor musun diye sorarsa, izledim ve hala izleyebilirim de ama mezkûr zevat
gibi fesahat ve belagat arz etmekten kaçınır ve kimseyi benzer nedenlerle
yargılamam, nihayetinde insanların yaşanan günlük hayatın hayhuyundan, sıkıştırmasından
bunalarak sadece “sabun köpüğü” babından eğlenceler ile akli deşarja ihtiyaç
duyduklarını bilir ve anlarım. Ancak futbol sevmeyen abilere ya da ablalara
göre çok keyifli gelen bu filmler bilinmelidir ki bugünkü abuk subuk vurdulu
kırdılı mafya dizilerinin ya da filmlerinin prototipi olup tıpkı futbolun dili
gibi kötü, kaba ve acımasız ve de katıksız taraflı maço kültürün dayatmasıdır.
Ayrıca; ilk kez Mircea Lucescu’dan duymuş olduğum Romen “köpekler istedi diye
atlar ölmez” atasözü mucibince; aklı başında adamı, nasıl ki kovboy filmleri
yandaş ve candaş edemezse, diktatörler de futbolla aklı başında insanları zapt-u
rapt edemez. Nokta…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder