Cuma, Şubat 23, 2024

FENERBAHÇE CUMHURİYETİ ve BEYNELMİLEL RABITALAR

Fenerbahçe Spor Kulübü gerçek manada erişilmesi nerdeyse imkânsız gibi görünen maharet ve istidat sahibidir, nerden mi biliyoruz, hakkında yazılanlar ortada… Fenerbahçe o kadar revaçtadır ki; “Fenerbahçe horoz dövüştürse binlerce seyirci toplar” sözünün yaratılmasına sebeptir. Zaten beynelmilel kaynaklar da, bu konuda 1. sıraya Real Madrid’i, 2. sıraya Steau Bükreş’i ve 3. sıraya da Fenerbahçe’yi koyar diye biliyorum, şimdilerde alınan feyz ile icraat kabiliyetleri artan diğer kulüpler bu sıralamayı bozmuş olabilirler…

Dedim ya; “Fenerbahçe Cumhuriyetini” okuyorum… Şahit olduğumuz lakin hatırlamakta zorluk çektiğimiz bir dolu konu kitabın içinde yer almış… Her biri inci tanesi tadında, maşallah… Birkaç tanesini yazıp, kitabın okunmasının ne öğrenmelere vesile oluyor olduğunun altını çizmek istiyorum…

“Sahanın kenarından bir Fenerbahçeli yönetici Cemil’e bağırdı. “At kendini yere” Cemil şaşırdı. “neden” der gibi baktı. Yönetici Cemil’i yan çizgiye doğru çağırdı ve “ceza sahası içine girince, top sendeyken, kendini yere at” diye tekrarladı.

Dolmabahçe Stadı’nda UEFA Kupası’nda Fransa’nın Nice takımıyla bir kez daha karşı karşıya geliyordu Fenerbahçe…”

İlk maçta, İlk devrenin sonuna kadar gayet iyi dayanan Fenerbahçe arka arkaya yediği gollerle maçı 4 – 0 kaybeder, sıra rövanşa gelmiştir. Bakın nasıl anlatıyor yazar bu maç sonrası gelişmeleri…

“15 gün sonraki rövanş maçı için takım İstanbul’a dönerken, bir Fenerbahçe yöneticisi Macaristan’a geçti. İstanbul’daki rövanş maçını Macar hakem yönetecekti.

Dolmabahçe’de Nice karşısına çıktığında Fenerbahçe gerçekten güçlü bir onbire sahipti. Datcu, Timuçin, Niyazi, Yılmaz, Serkan, Ersoy, Ziya, Selahattin, (İbrahim), Cemil, Osman, Mustafa on biri Nice kalesini hallaç pamuğu gibi atıyor., top direklerden dönüyor, bir türlü gol olmuyordu. Macar hakemle Budapeşte’de görüşen Fenerbahçeli yönetici Cemil’i çağırarak “ceza sahası içinde kendini yere at” talimatı verdi. İki üç dakika sonra Cemil on sekiz içinde topla giderken, kendine yapılan bir müdahaleyle düştü. Hakem anında düdüğü çaldı. Penaltı Fransızların en iyi oyuncusu, takımın beyni Adams itiraz ettiği anda, kırmızı kart gördü ve oyun dışı kaldı. İlk devrenin son dakikasıydı. Osman’ın penaltı vuruşu Fenerbahçe’ye az da olsa bir ümit getirdi. İkinci devreye 1 – 0 önde başlayan sarı-lacivertliler 60. Dakikada bir penaltı daha kazandılar. Osman durumu 2 – 0 yaptı.

Ancak, bu skor ilk maçtaki farkın kapanmasına yetmedi. Macar hakemin yarattığı penaltılara rağmen Fenerbahçe elendi.”

Evet, nasıl oluyormuş, beynelmilel boyut… Beynelmilel boyutta penaltılar nasıl kazanılıyormuş… Öyle bir iki tane abuk subuk basın mensubu, hakem ve yönetici ağzı ile konuşulmaya benzemez bu işler… Kayıtlar adamın yüzüne böyle yapışır sonra maazallah… Bakın yine mezkûr kitaptan bir başka beynelmilel etki daha…

1975-76 sezonu Fenerbahçe Şampiyon Kulüpler Kupasına katılıyor, rakip Portekiz’den Benfica… İlk maç Lizbon’da oynanıyor, sonuç 7 – 0… Büyük hezimet…

“Rövanş maçı İzmir’deydi. Çünkü bir yıl önceki kupada Polonya takımı Chorzow’la İstanbul’da oynarken, sahaya seyirciler patlayıcı madde atmış, UEFA sahayı bir yıl kapatmıştı. Maç en az 200 kilometre uzaklıkta bir kentte oynanacaktı.

Benfica İzmir’e inmiş, Fenerbahçe İzmir’de kampa çekilmişti. Fenerbahçeli yöneticiler “Tur atlamamız imkânsız, ama hiç olmazsa şu ünlü Benfica’yı yenmiş olmanın tadını çıkaralım bari” diye kendi aralarında sohbeti koyulaştırıyorlar ancak bunun son derece güç olduğunu da görüyorlardı.

Benfica’yı yenmek… Allah, kim bilir ne ses getirirdi Türkiye’de ve Avrupa’da, ama nasıl? Avrupa’nın bu en büyük futbol virtüözlerinin toplandığı takımı Fenerbahçe nasıl yenecekti?

Çok muzipçe bir düşünce geldi Fenerbahçeli yöneticilerden birinin aklına. Benficalı futbolcuları iyice yormak gerekirdi. İstanbul’da ünlü Zurnik devreye girdi. Benficalı oyuncuların kaldığı Efes Oteli’ne Zurnik İstanbul’dan iki üç tane çok güzel kadın getirdi. Benficalı yöneticiler İzmir’de ve dolaylarındaki tarihi eserleri gezerken, Benficalı futbolcular otelden dışarı adım atmadı. Zurnik’in getirdiği kadınlar Benficalı futbolcuların odalarına dağıldı.

Ertesi gün sahada Benficalı süper yıldızlar ne koşuyor ne de canları topa vurmak istiyordu. Çoğu maçın bir an önce bitmesini istiyor, yorgunluktan ayakta zor duruyordu.

Doksan dakika bittiğinde Fenerbahçe rüyasına kavuşuyordu. Engin’in son dakika attığı golle Fenerbahçe, Benfica karşısında 1 – 0 galip geldi. Tur atlamayı zaten kimse aklından bile geçirmiyordu ama Fenerbahçe koskoca Avrupa şampiyonunu kendi sahasında devirmişti. Yorgunluğun dışında zaten 7 – 0’lık avantajı ilk maçta yakalamış olmanın rahatlığı da Benficalı futbolcuları etkilemiş, kendilerini fazla sıkmadan doksan dakikanın sonunu beklemişlerdi.”

Bir ara da yine vakit kalırsa, Türkiye boyutuna yönelik mühim ve fecaat bir hikâyeye değineceğim… Hani Muhsin Batur Fenerbahçeli ya, Hava Kuvvetlerinin uçaklarını ve personelini nasıl Fenerbahçe için kullandığını detayları ile yazacağım… Malumunuzdur, futbolcu sözleşmesi yapılmasının son günüdür hatta saatleridir, fakat Ankara’daki futbolcunun belgesi Urfa’dan getirilmesi gerekir… Peki, yetiştirilebilir mi, şüphesiz yetiştiriliyor hatta… Saat 10.30’da öğrenilen bu durum saat 17.00’e kadar nasıl ikmal edilir, işte Fenerbahçe Cumhuriyeti mensubu iseniz, akan sular duruyor… Tafsilat yakında diyelim…

Aaaa tüm bu olan biteni Fenerbahçeliler nereden öğrendiler, elbette batıdan, tüm melanetlerin müsebbibi batı idi şüphesiz, yoksa bunlar popolarından uydurmadılar ya girişim şekillerini… Peki, bu anlattıklarımdan bu kabil futbol dışı işleri sadece Fenerbahçelilerin mi yaptığını söylemek istiyorum, şüphesiz hayır… Tencere dibin kara seninki benden kara, durumudur bu maalesef… Lakin Fenerbahçe bu kabil futbol dışı işlerin tekrarcısı ya da mucidi olarak tarihteki yerini alır iken rakipleri de gözlerini kırpmadan geride kalmamak adına her türlü fedakârlığı göstermişlerdir. Yani futbol artık maalesef toptan çok kirlenmiş durumda gibi… Ayrıca, ben mezkûr kitabın yanlış ya da yalanlarını tekrarlıyorum, kimse bana kızmasın ve darılmasın… Kitabın maddi hataları yok mu, maalesef var… Mesela, eski Genelkurmay Başkanlarından Işık Koşaner Paşanın Fenerbahçeli olduğunu yazmışlar lakin paşanın yakınlarından behemehâl düzeltme geldi, Paşanın Galatasaraylı olduğuna dair… Mesela, Nice maçı için Fenerbahçe kadrosunu verir iken saydığı isimlerin içinde Fenerbahçe’nin 2 golünü atan Osman Arpacıoğlu’nun adını yazmayı unutmuşlar, gibi gibi… Birileri çıkar da, tamam sen kitapta yazılanları tekrarlıyorsun, ben o kitabın yalancısıyım diyorsun, zaten kitap da külliyen yalan derse de, bilemem ve itiraz da etmem… İşte; “ben mi diyorum, kitap diyor” tespiti…


Cuma, Şubat 16, 2024

FENERBAHÇE VE OLMAZSA OLMAZI GÜNCEL SİYASET

Fenerbahçelilerin genel bir davranış modeli vardır, bu kim olduğuna, ne düşündüğüne, dünyayı nasıl analiz ettiğine asla ve kat’a bağlı değildir, onlar Fenerbahçelidir ve davranışta tek tip esastır… Çok büyük bir çoğunluğu Nasrettin Hoca müridi gibi; “dünyanın merkezi neresi sorusuna, ayakların dibini işaret ederek cevap verirler”… Ve onlar için tüm dünya kendilerine ait olmasa bile sadece siyah ve beyazdır… Şimdi ben onlara bir Fenerbahçe siyaset ve sosyolojisi yapacağım kafaları pırıl pırıl olacak lakin eminim ki Huntington tavrını yine de terk etmeyecekler… Hülasa onlara göre “Fenerbahçe ve diğerleri”… Anlatırlar da anlatırlar, bitmez tükenmez… Varsa yoksa; diğerleri ve hükümet, diğerleri ve derin futbol, diğerleri ve şike… Esasen tam da kendileri bu işin merkezindedir, tıpkı hedefe koydukları gibi… Yahu dünyada ne iyi gidiyor ki futbol iyi gitsin demezler, Fenerbahçe sütten çıkmış ak kaşık, diğerleri tukaka… Hülasa bu mağduriyet hikâyesi asla ve kat’a nihayetlenmez… Ve onlar da bundan nemalandıkça da nihayetleceğini hiç zannetmiyorum.

Şimdi kurulduğu günden itibaren kendileri ve güncel siyaset ilişkilerine, gerek Başkanları gerekse de Fenerbahçeli olduklarını ya da taraf olduklarını beyan etmekten hiç çekinmeyenlerin listesini yayınlarsak belki utanırlar azıcık… Mesela varsa yoksa onlara göre Haluk Ulusoy, vay Galatasaray’lı imiş, peki Şenez Erzik nereli imiş, sus pus… Peki, Fürüzan Tekil hangi takımı tutarmış, ses seda yok… Siz hiç Galatasaray çevrelerinde üstelik de her türlü söz söylenebilecek iken Şenez Beye söz söylendiğini duydunuz mu? Mesela Şenez Bey döneminde hakem yapılanlarla Fenerbahçe şampiyonluklarını hiç saydınız mı? Maksat karşı taraf gönenmesin, tek istek bu… Neyse uzatmadan, başlayalım, Fenerbahçe ve siyaset ve dahi ilerisi muhabbetlerine…

İttihat ve terakki Fırkasının devr-i iktidarında en önemli kurum olan “Hicaz Demiryollarının” Genel Müdürünün Fenerbahçe’nin ilk kulüp binasını yaparak başkanlığı hedeflemesi… Talat Paşa sadrazam olunca da Nafia Nazırı olan Genel Müdür Hulusi Bey Fenerbahçe Başkanlığında oturuyordu… Gerçi bir evvelki dönem Şehzade Osman Efendi kulübün başkanlığını üstlenerek devlet gücü ile irtibat tesis edilmiş olsa dahi asıl siyasi irtibat, iltisak ve ittihat Hulusi Bey ve Talat Paşa devrinde kopmaz ve ayrılmaz bir bağ haline gelmiş görünmektedir. Gerçi bilahare Talat Paşa başka ve değişik manevralara savrulsa dahi bu vaka tarihe kaydedilmiştir. Bilahare; Şehzade Ömer Faruk Efendi Fenerbahçe başkanlığı yapar, ne var bunda canım denir, geçilir…

Varsa yoksa Mesut Yılmaz Galatasaraylı idi köpürtmeleri, yahu Şükrü Saraçoğlu ne idi, bir adım ötesi, hem Başbakan, hem de Fenerbahçe kulüp Başkanı… Olsun ama o normal… O tarafsız idi… Neden çünkü Fenerbahçelidir, ne yapsa yeridir… Oysa tarihte nerede var, hem Başbakan, hem kulüp Başkanı, var mı bir başka misali… Mustafa Kemal Atatürk Fenerbahçeli ama normal… Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk Fenerbahçeli, lakin normal… Bazı Fenerbahçeli futbolculara “özel af” çıkarılacak “vukuatı adiyeden” sayılacak… Ne önemi var canım… Turgut Özal Fenerbahçeli olacak, Fenerbahçe’nin her şeyi ile ilgilenecek lakin bacanağı Ali Tanrıyar mesele edilecek… Milliyet Gazetesinin kurucusu, İsmet İnönü ile Lozan heyetinde yer alan Ali Naci Karacan Fenerbahçe Başkanı olacak, normal… Pes kelimesi bile durumu kurtaramıyor…

Spordan sorumlu Devlet Bakanı Şükrü Erdem Fenerbahçeli ama olsun canım o kadar da… Maliye ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin Fenerbahçeli mesele değil şüphesiz… Ticaret Bakanı Teoman Köprülüler Fenerbahçeli, ne var bunda… Gençlik ve Spor Bakanı Ali Şevki Erek Fenerbahçeli… Turgut Sunalp Fenerbahçeli, ne önemi var… Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Fenerbahçeli, herkes bir takım tutar denilecek…  Belediye Başkanı Bedrettin Dalan,  Fenerbahçeli, normal… Adalet Partisi İstanbul İl Başkanı Faruk Ilgaz aynı zamanda Fenerbahçe Başkanıdır lakin ne gariplik vardır ki, burası Fenerbahçe Cumhuriyeti… Ama Fenerbahçelilere göre siyaset ile iç içe değiller… Doğru ne diyelim…

Genelkurmay başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt; “sarı-lacivert kukuleta da giyerim, flama da şaklatırım, her türlü uğuru da yaparım.” diyecek normal… Deniz Kuvvetleri Komutanı Hilmi Fırat Fenerbahçeli, Başbakan Bülent Ulusu Fenerbahçeli… Komutan Atila Kıyat Fenerbahçeli… Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu Fenerbahçeli ama olsun bu normal bir şey, Kara Kuvvetleri Komutanı Eşref Akıncı Fenerbahçeli… Genelkurmay başkanı İsmail Hakkı Karadayı Fenerbahçe kongre üyesidir, ne var bunda. Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun da Fenerbahçeli. Genel Kurmay Başanı Orgeneral İlker Başbuğ Fenerbahçeli, Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan Fenerbahçeli lakin tüm bunlar normal… Orgeneral Necip Torumtay Fenerbahçeli… Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur Fenerbahçeli, hem de ne kıyakları var akıllara ziyan… Hava Kuvvetleri Komutanı Halil Sözer Fenerbahçeli ama normal, Deniz Kuvvetleri Komutanı Nejat Tümer Fenerbahçeli ama normal… Ne diyor darbeci General Kenan Evren kasım kasım kasılarak; “milli güvenlik kurulunda Fenerbahçe olarak biz 4-1 galibiz”… Susurluk davasının en önemli figürü Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ, Fenerbahçe Yönetim Kurulu üyesidir lakin normal siz yine de Galatasaraylı Mehmet Ağar’a bakın…

Nihat Özdemir taraflı değil lakin TFF başkanı, bu kadarına da pes vallahi… TFF Başkanı ve Fenerbahçe Yönetim Kurulu Üyesi Fürüzan Tekil olunca her şey normal… Abdullah Kığılı hem TFF Başkanı hem FB yönetim kurulu üyesi olsun, o kadar su kaldırır, denilsin…

Sivasspor Başkanı FB kongre üyesi ama önemli değil, Bursaspor Başkanı Levent Kızıl Fenerbahçe kongre üyesi lakin normal, vallahi yoruldum saymaktan… Galatasaraylı denilerek Fenerbahçe medyasının afişe ettiği hakemler Oğuz Sarvan ve Ali Aydın kıdemli ve acımasız Galatasaray düşmanıdırlar lakin propaganda bitmez… Tüm bunlara rağmen, bu Fenerbahçe hep mağdur… Bu yazıyı aslında mart ayında yayınlamak gerekirdi lakin kediler artık Şubatta da faaliyette olunca benzerliklerine binaen Şubat ayında yayınlıyorum…

“Taraftar çilesiyle, futbolun dramıyla, yönetici çalkantısıyla, siyasal iktidar bağlantısıyla, patron egemenliğiyle, çekişmesiyle, kavgasıyla, ama bu arada güzel şampiyonluklarıyla yazılan bir tarihi, çerçevesine oturtmak gerek.” diye anlatıyor tüm bunları Yalçın Doğan, “Fenerbahçe Cumhuriyeti” kitabında… Esasen Fenerbahçe hep “paralel iktidardır”… Mesela, tek parti gitti, siyasi rüzgâr değişti behemehâl Fenerbahçe Başkanı değişti, şimdi moda Demokrat Parti ve Başkan da milletvekili Osman Kavrakoğlu, denildi yüz kızartmadan… Demokrat Parti Grup Başkanvekili Agah Erozan da Fenerbahçe Başkanıdır lakin normal kabul edilmelidir… Sevsinler sizin empatinizi…

Medyanın kalemşor ve ünlüleri; mesela Uğur Dündar, Ertuğrul Özkök, Şansal Büyüka, Togay Bayatlı, Kemal Belgin Fenerbahçeli, ama normal görülmeli… Bunlar ne mi yapmışlar? Merak edenler “Fenerbahçe cumhuriyeti” kitabını okuyacaklar

Kenan Evren; “gözlerini uzaklara dikerek “hiç unutmam” diye söze girdi. “Bir gün yine Fenerbahçe’nin bir antrenmanına kaçak girmiştik arkadaşlarla, oradaki yöneticiler ve futbolcular da bizi kovalamaya başlamıştı. Futbolculardan Esat da beni yakaladı ve bana bir tokat attı, ama ben yine de Fenerbahçe’den vazgeçmedim, zaten Fenerbahçe’den vazgeçmeyi de düşünmedim hiç, ben Fenerbahçeliyim.”

“Fenerbahçe’nin böylesine popülerliği ve her kapıyı açan sihri karşısında varlıklı insanlar, ister istemez toplumda kendilerine bir yer edinmek için Fenerbahçe Kulübü’nü seçiyordu…” diyor meşhur gazeteci Yalçın Doğan “Fenerbahçe Cumhuriyeti” kitabında… Bence de, bir tarafı ile desteklenen ve kollanan Fenerbahçe öne çıkıyor, bir taraftan da Fenerbahçe öne çıktıkça bundan faydalanacak insanlar da orada birikiyor, öyle de böyle de büyük bir birikim söz konusu… Fenerbahçe belki kuruluşunda “halkın takımı” takdimi ile kurulmuş olabilir lakin kısa sürede böyle olmanın ve anılmanın bir faidesinin olamayacağı gerçeğinin tespit ve teyidi ile behemehâl çark edip kaptan köşkünü daima Şehzadelere, Nazırlara, Başbakanlara, Bakanlara tahsis ve teklif etmenin cihad-ı hidayetine nail olmuştur. Bilahare de mezkûr iltisak ve irtibatın alenen tatbikatının mahsurlarının tespiti veçhile taktik ve strateji değişikliği ihdası marifetiyle de bol paralı, siyasi mülahazaları farklı olmasına rağmen devletin tepesi ve derinliği ile sıkı temas ve irtibat halinde olanlar tercih edilmiştir. Yukarıda bahse konu muhteremlerin tamamı beyan edilememiştir eksiklerim ve ilave manasında merak gidermek talebinde olanlar için kütüphaneler ve ansiklopediler hizmete girmiştir… Ve maalesef Fenerbahçe’nin açtığı bu yoldan, hikmet, himmet ve irade devşirmek arzusunda bulunan başta da Galatasaray ve Beşiktaş olmak üzere tüm kulüplerimiz nemalanmışlardır… Nihayetinde meşhur Türk büyüğü Fatih Terim’in ifadesi ile; “biz ne ara bu hallere geldik”… Bu yola çıkanların bu hedefe varacakları sanki sürprizmiş de, konuşuyorlar… Peki; Fenerbahçeli yetkililer Fenerbahçe lehine ilgili yerlerde girişimde bulunmuşlar mıdır? Bilemem… Lakin Fenerbahçeliler kadar diğer takım yetkilileri de girişimde bulunmuştur, diyebilirim…

Evet; “Fenerbahçe Cumhuriyeti” kitabı yazarının “Son yıllarda devlet ile Fenerbahçe’nin ilişkileri, eskisi gibi, iç içe olmaktan çıkmıştı. Tek başına Fenerbahçe’yi kollamak, çok göze batar olmuştu. Zaten futbolun evrensel ilkeleri yavaş yavaş Türkiye’de de, benimseniyor, kuraldışı ilişkiler tek tük örneklerle sınırlı kalıyordu.” tespiti ile bitirelim. Esasen bu konu çok verimli ve örneklenmesi en kolay konudur, bitmez… Çünkü Fenerbahçe’nin özellikle kamera ve kayıt sistemlerinin olmadığı dönemde yaptıkları şampiyonluklarına ve kupalarına yansımış durumdadır… Ama hepsi yerli ve milli sözde başarı, neden mi, işte öyle… Tüm bu ucundan değinip anlattığım hikâyelere kronolojik bakarsanız, futbolun irtifa kaybetmesine yönelik her türlü girişimin önce Fenerbahçe tarafından gerçekleştirildiğini göreceksiniz, sonra mı? Tabii ki diğer takımların elleri armut toplamıyor, kötü de olsa aynısını yapmaya başlıyorlar… Kendi davranışlarını başka takımlardan görünce de tam bir keçinin koyun ithamı edası ile “poposu görünüyor” teraneleri… Yahu bi geçin bunları gayri… Son olarak Fenerbahçe’ye sınırsız ve sorumsuz destek ve servis veren Fenerbahçeliliğini unuttuğum muhteremler de haklarını helal etsinler…


Perşembe, Şubat 08, 2024

ÇEŞME KENT BELLEĞİ MÜZESİ ve PANDOFİLYA

 

Bugün “Çeşme Kent Müzesi” olarak düzenlenen binanın oldukça enteresan bir geçmişi bulunmaktadır. Hem dinleyerek öğrendiğim hem de yaşayarak biriktirdiğim müthiş hatıralarım var. Evvelemirde; bugün burayı müze olarak düzenleyen Çeşme Belediyesi yetkili kurulları ile Belediye Başkanı Ekrem Oran’a teşekkür edelim. Buranın seneler sonra yeniden Çeşme Belediyesi mülkleri listesine eklenmesini temin eden bir önceki dönem Belediye yetkili kurulları ile mezkûr dönemin Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç’ı unutmak ise hadsizlik ve haksızlıktır bana göre… Bilenler iyi bilirler mezkûr bina bidayette Çeşme Belediyesi mülküdür dönemin Belediye Başkanı Belediyenin kendisine olan borçlarına istinaden mezkûr mülkü kendi mülkiyetine dâhil eder… Esasen bunda hukuki bir sorun da yoktur. Mademki Belediye Meclis Üyeleri, Encümen Üyeleri, Türkiye Cumhuriyeti meri hukuku muvafık ve münasiptir, muarızlara bir halt düşmez… Çok sonraları Belediye yönetimine gelen kadro mülk sahibi ve mülkiyet hukuku ve dahi Çeşme Kalesi ve çevresi koruma planları muvacehesinde hiç de kolay alınamayacak bir karar alır mezkûr mülk kamulaştırılır.  Dönemin Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç’ın ve dönemin çok değerli meclis üyeleri plan ve düşünceleri çerçevesinde bir kent müzesi oluşturma fikri oluşmuş ve bunu kamuoyu ile paylaşmış idi lakin iktidarı sona ermiş ve proje inkıtaa uğramış idi. Artık iktidar yeni belediye yönetimindeydi ve hatırlıyorum öyle mi olsun böyle mi olsun tartışmaları bir türlü sona ermiyor bir taraftan da restorasyon çalışmaları hızlı yürütülüyordu. Ve nihayet karar oluştu, Çeşme Kent Belleği Müzesi beklentisi gerçekleşti… Fikir oluşturulması, fikrin projelendirilmesi, projenin gerçekleştirilmesi sürecinde makam itibariyle en alttakinden en üsttekine katkısı olan herkes kocaman bir teşekkürü hak ediyor bana göre…

Binanın geçmişi ve geleceği üzerine çok şey yazıldı çizildi… Mezkûr bina ile ilgili en eski bilgiler, geçen yüzyılın başlarında bir kesimhane, kasap, manav ve balıkçılar ile bir meyhaneden oluşan bir yapı olduğu yönünde olup bilahare restoran, adliye, bakkal ve feribot yazıhanesi gibi çok değişik amaçlarla kullanıldığı şeklindedir. Kullanım konusunda hemen her Çeşmelinin binanın konumu, mülkiyeti dairesinde kıymetli anıları vardır. Mesela, restoran olma konusunda ben hatırlamıyorum lakin eldeki fotoğrafların bize hatırlattığı hali ile “Beyaz Martı Gazinosu Cengiz Korkmaz ve Kardeşleri” adı ile bir işletme var lakin sonrası “Sahil Restoran” adı altında Saffet Beyin (Dinçalp) unutulmaz ve çok iyi bildiğim ve çok hatıramızın olduğu işletmesi… Önceleri Çeşme Adliyesi olarak hizmet veren sonra “Fehmi’nin Kahvesi” diye bilinen Fehmi Karababa’nın kahvehanesi… Hiç değişmezmiş gibi bildiğim lakin değiştiğini de bildiğim “Raşit Özçakır’ın” bakkaliyesi… Arada Sakız Adası Feribotu olarak bildiğimiz “Aleko’nun Yazıhanesi”… Fehmi’nin kahvede birkaç gün garsonluk, uzun süre müdavimlik, Saffet Beyin orada oturup “balık-rakı” yapabilmenin ayrıcalığı, Saffet Beyin asla unutulmaz servis görevlisi Rıdvan, sonradan ekibe katılan değişik ve unutulmaz sesi ile “Canavar” lakaplı servis görevlisi, yan taraftaki Adliye Bölümüne, çocukları arkadaşım ve bir Çeşme fenomeni Rasim Çelebi ile diğer çocukluk arkadaşlarım Emin ve Mehmet Yüce’nin savcı babaları İbrahim Yüce, Feribot yazıhanesinde kapalı olduğu akşam saatlerinde, önünde köftecilik yaptığımız günlerde içilen rakılar ve şen şakrak muhabbetler üzerine binlerce hatıra… Hele “Fehmi’nin Kahvenin” köşesine sonradan adeta bir şeylerin tebarüzü manasında iliştirilen, dönemin iktidar partisi “Adalet Partisi” ilçe merkezine istiskal ile bakışımız, hep hatıramdadır… Bunlar üstüne hatıralarımı ayrı ayrı yazmak istiyorum ya, bakalım…

18 Ocak 2014 tarihinde hem kendi bloğumda hem de yazılarımın yayınlandığı “Yeni Çeşme” gazetesinde neler yazmışım konu ile ilgili; “Bilindiği üzere, kentlinin kent hakkını gözetmeyen, oluşacak kent ve kentli belleğini hiçe sayan, tepeden bakan, nobran bir anlayışın yansıdığı bir alan değildir kesinlikle kent müzesi… Çünkü kent müzesi aslında ve esasen diğer müzelerden farklı olarak kentliyi ve kentli ruhunu birleştiren, farklı unsurları birbirine bağlayan bir volan kayışı işlevi görür, bize geçmişi anlatırken, bugünü belgeleyerek arşivler ve gelecek için nasıl bir kent olmalı hayalini kurmamıza olanak sağlar ve kent insanına ve olma niyetinde olana kentin geleceğine dair senaryolar kurma şansı tanır.

Kent müzesi her şeyden önce ve esasen ve de öncelikle kentliye ait olmalı ve bağımsız bir yapısı, bilim insanlarından, bilge ve çelebi insanlardan oluşan bir yaşatma, danışma ve yönetim yapısına sahip olmalıdır. Aksi takdirde başka hesapları olan kimselere ve kurumlara, varolan ilişkisi ve alış verişi nedeniyle göbeğinden bağlı hale gelir ve maazallah bugünkü nobran anlayışın yarattığı rüzgârla da mezkûr kişi ve kurumların cüzü haline gelebilir. Bu kabil gerekçe ve çekincesi olmayan kent müzelerinin de kent müzesi olabilme imkân ve ihtimali yoktur. Bugün artık modern dünyanın geldiği nokta itibariyle kent müzelerin, genel olarak insanı ve özel olarak da kentliyi ilgilendiren her konunun ve unsurun yer alabildiği bir çalışma alanı olduğu aşikâr olup, adeta kentli için birer toplumsal yaşam ve bellek alanı olarak da, “bu alanımıza girer şu girmez” tefriki yapmaksızın ilgili her temayı içselleştirir ve forumuna dâhil eder ve etmelidir de… Geçmişin bugüne, bugünün geleceğe taşınarak geleceğin şekillendirmesine kentlinin tanıklığında, katılımcı, paylaşımcı ve demokratik, özgür bir yaklaşımdır kent müzesi, en önemli sunusu bizatihi kentin kendisi ve kendini kente ait hisseden insanlar olmalıdır mutlaka. Müzeler, sahip oldukları tarih, doğa, kültür içeriklerinin; genel manada çoluk-çocuk, yaşlı, genç için, en önemli buluşma, öğrenme, paylaşma, hatırlama ve bilgi mekânları olup, geçmişimizi geleceğimize taşıdığımız ve bu uğurda geleceğimize bıraktığımız yaşam renk ve ahenklerinin yansıtıldığı yegâne miras mekânlardır.

Kent müzeleri kentliyle birlikte kurulur, onları kucaklar, katılımcı olmayan bir mantığa teslim edilemeyecek kadar yaşamımızda etkin ve önemli mekânlardır, değilse de mutlaka olmalıdır. Kentliyi dinleyen daha da önemlisi kentin önemli bir parçası kabul eden, kentliyi şekillendirmeye yönelmeyen, tam tersine kentliyi kabul eden bir yaklaşım göstermelidir kent müzesi… Tabulara sığdırmaya çalışmayan, kentlinin değişkenliğini kabul eden bir öngörü ile hareket etmelidir yani… Bilgiyi işlemenin kaçınılmazlığını bilen, antropoloji ve sosyoloji bilimini göz ardı etmeyen, kentin bellek ve ruhunu yansıtan değerlerin korumacılığını asla ve kata göz ardı etmeyen bir yaklaşım olmalıdır bu yaklaşım… Hülasa halk, ama tamamı “şucu ve bucu” terfiki yapılmaksızın bu projede bulunması, projenin içinde olması, olmazsa olmazdır…

Peki; bu değerlendirme peşrevi neticesinde, “Kent Müzesi” nerede yani hangi mekânda bulunmalıdır sorusunun cevabına geldi sıra… Kent müzeleri genellikle bulundukları kentlerde simge olmuş, kentlinin hafızasında yer etmiş, hikâyesi çok bilinen ve kentliyi yok saymayan, üzmeyen ve bezmeyen, dışlamayan ve bölmeyen mekânlarda kurulması gerekirden hareketle, Çeşme’nin bu kabil binasının tayini yapılmalıdır.

Kent müzesi oluşumuna tartışmasız siyasi destek yapılmalı ancak, yönetimine “biz destek veriyoruz, biz her şeyine karışırız” demeden olmalı, siyasi ve ekonomik gücü elinde bulunduranın canının çektiği biçimde yönetebileceği değil tam tersine kentsel ve toplumsal bellek oluşturmak adına bilinen geçmişten bugüne her şeyi ama her şeyi içine alan kollektif bir sonuç oluşturmalıdır.  Çünkü bugüne kadar yaşanılan pratik, ister yerel ister genel olsun, tüm yönetimlerin bir türlü vazgeçemediği vesayetçi ve dayatmacı tavrın hiç eksik olmadığını göstermiştir, işte tam da bu nedenle, bari ve en azından oluşacak kent müzesinde karar alma süreçlerinin şeffaf tutulması ve katılımcı bir yönetim anlayışının temin edilmesi en büyük beklentidir ve hedef olmalıdır. Kent müzesinin ilgi alanına giren ve konusunu oluşturan her detayın, rakiplerle mücadele aracı olmadığı bilinciyle yapılmalıdır tüm planlar, tüm detay ve düzenlemelerin ideolojik yakınlık ve uzaklıklarla illiyeti kurulmaksızın özenli bir çalışma yürütülmelidir.

Peki, yönetime aday olanların bahse konu detaylarda kafa yorması yeterli midir acaba, yanıt şüphesiz ki hayırdır ve kent müzesi kurulması ile yetinilmeden, behemehâl “Kent Konseyi” adam gibi ve ahlaklı çalıştırılmalıdır. Kent müzesinin oluşturulmasının bir boyutuyla lokomotifi olacak bu konseyin çalıştırılma süreci, yönetime seçilmiş insanların kendilerini, seçilme gerekçelerini kendilerinin her haltı iyi bildiklerinden değil de, kendilerine ayak takımları tarafından süreli ve görev bölümü mucibince tevdi edilen bir ödev gözü ile bakmaları biçimi ile mütenasip olmalıdır. Aksi takdirde ve bugüne kadar ki pratik benzeri olacaksa tüm bu olacaklar, olmaması evla sayılabilir.”

Peki; netice itibari ile Müze kuruldu mu? Evet, mekân isabetli mi? Evet, peki diğer işaret ettiğim gerekler yerine geldi mi? Şüphesiz hayır, gelebilir mi idi? Şüphesiz hayır… Peki, bana sürpriz oldu mu? Şüphesiz hayır… 2014 yılında salt bu yüzden bunlar kaleme alındı işte… Evet, Türk tipi plan, tesis, işletme, bari “kervan yolda dizilir” diyelim…


Cuma, Şubat 02, 2024

ALMANYA ve HİTLER TERCİHİ

Bir önceki yazımı, Hitler’i şansölye makamına hazırlayıp oturtan, Thule Cemiyeti kurucusu Kont Rudolf von Sebottendorf’un şu sözü ile bitirmiştim, oradan devam edelim, Almanya kaybetmeyecek. Yenilse bile kaybetmeyecek. Bizim ikinci bir sığınağımız var. Cephede hayal kırıklığı yaşarsak orada yolumuza devam edeceğiz. Almanya kaybetmeyecek. Her şeyi hazırladım. Almanya kaybetmeyecek.”

Peki, “Führer Rejimini” ve o makama Hitler’i hazırladığını iddia eden bu muhterem kim ki, bu meziyetlere, imkân ve kabiliyete haiz de, tüm bunları adeta tereyağından kıl çeker gibi hallediyor. Böyle bir adam olabilir mi? Bence mümkünatı yok, olamaz… Peki, nasıl olabilir, tek bir yolu olabilir, bu muhterem olsa olsa büyük sermaye tarafından görevlendirilir… İnceleyince görülüyor ki, açıktan iktidara gelmesi sürecinde de son derece gizli destekçilerini görüyorsunuz. Kim mi onlar, defalarca yazdım, bir kez daha sadece isimleri bu rejim ve başındakiler ile anılan halen dünyanın büyük şirketleri, Siemens, Bayer, Krupp, Thyssen AG, Löewe, Deusche Bank, Dresdener Bank, Hugo Boss, BMW, Coca Cola'nın Almanya versiyonu Fanta, Renault, Ford vs… say say bitmez… Sonra kalkıp birileri de bize “Hitler’i” deli, çılgın, meczup diye anlatmaya çalışıyor… Yahu böylesine organize bir şekilde, sınırsız ve sorumsuz sermaye destekli siyasal organizasyonların yarattığı ve başa oturttuğu muhteremin deli olabileceğini kim düşünürse düşünsün, ben düşünemem… Benim açımdan, ince eleyip, sık dokunarak yapılan bir seçimle tayin edilmiş birisidir. Çılgın projeleri mi vardır, evet, dünyada dün de bugün de çılgın projeleri olmayan yöneticiler var mı ki… Dünya da mümbit, noter vazifesi gören halklar da müsait olunca, samanlık seyran oluyor haliyle… 

Noter görevi üstlenmiş halk, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen halk, yok görmedim vallahi, bak bunu duymamıştım diyen halk için söylenecek tek bir şey vardır bence, “haydi yürü taş arabası”… Bunu söyleyenlerin hepsi yalancıdır, işbirlikçidir… Hem de orada, burada, şurada diye tefrik etmeksizin bu değişmiyor… Özellikle konuya müteallik Almanlar, diyorlar ya, “biz bu olanları bilmiyorduk, çünkü gazeteler yazmıyordu”, tam ters köşe… Yahu siz asıl bilmek istemiyordunuz, asıl siz duymak istemiyordunuz… Şüphesiz dönemin itiraz bayrağını gerek içerden gerek dışardan kaldıran Alman komünistlerini hariç tutarak söylüyorum tüm bunları… Onlar az şeyler mi yaptılar, sadece siz göresiniz diye ama niyet olmayınca görmeye, görmediniz… Bildiriler dağıttılar okumadınız, mobil radyo istasyonları ile yayın yaptılar izlemediniz, gösteriler yaptılar görmezden geldiniz, evlere özel bilgilendirme ağları kurdular yine görmediniz, görmediniz oğlu görmediniz… Şimdi de utanma belasına “yok, haberimiz yoktu”, haydi oradan yalancılar… Siz esasen her şeyi görüyorsunuz duyuyorsunuz sadece işinize gelmiyor… Haydi o günler de duymadığınıza inanalım, şimdilerde hem de iletişimin tavan yaptığı bu noktada, tercihlerinizi nasıl izah edeceksiniz… Yahu daha çok taze dışişleri bakanınız Kiev’e gidip “çelik yelek, miğfer” giyerek sokaklarda yürümedi mi? Bunu da mı görmedeniz? Oysa sizin anlı şanlı “yeşiller partisi” üyesi dışişleri bakanı parti programı gereği antimilitarsit, savaş karşıtı, doğa koruyucusu olması gerekmez mi? Oysa, hemen uçağa atlayıp Moskova’ya gidip “Sn. Putin, yahu siz ne yapıyorsunuz, tamam Merkel hanım sizi kandırdı Minsk anlaşması konusunda, biz şimdi var gücümüzle çalışıp bunu telafi edeceğiz, şu savaşı azıcık erteleyin” demek düşmez mi? Peki Merkel’in Minsk anlaşmasını kastederek “biz Putin’i kandırmak için, Ukrayna’yı silahlandırmak için zaman kazanmak adına Minsk anlaşmasını imzaladık” demedi mi? Peki, noter olarak siz ne yaptınız bu muhteremlere karşı, alkış ve destek dışında… Yahu geçin bunları Allahaşkına… Diğer taraftan Putin kendisine kurulan bu tuzağı görmemiş midir? Hiç zannetmiyorum… Gördü ama sonuçtan kendisi faydalanacağı için görmezden geldi bence… İnanmayanlar Rusya ekonomisine baksınlar hem de bu akla ziyan, akıl almaz yaptırımlara karşın… Mesela savaş öncesi 1 TL kaç Ruble idi, şimdi 1 TL kaç Ruble… Ya da dolar cinsinden bakın… Hesap ortada…

Yine dönelim, “Devr-i Führer”e, karşı çıkan ahlaklı küçük bir azınlığı bir kenara koyarak, siz neden demediniz, “kardeşim biz neden Çekoslovakya’yı işgal ettik”, “Avusturya neden ilhak edildi”, “Polonya’ya neden işgal hareketi başlatıldı” “Fransa’ya neden saldırdık”… Demediniz çünkü içinizdeki “Deutschland, Deutschland uber alles” kabarmış hatta fışkırmış idi…

İşgal edilen topraklardan kaçırılan/kaldırılan çocukların kamplarında çalıştınız, hiç mi görmediniz yaşananları… Hâkimler, sadece Führeri desteklemiyor diye insanları tutukladı, sürgünlere gönderdi, bir önemli üst düzey hâkimin Hitler’e yazdığı ve günlük basında kasım kasım kasılarak neşredilen “Führer’im; halk mahkemeleri bundan böyle bir karar verirken, sizin nasıl karar vereceğinize inanıyorsa, o yönde bir karar vermeye çalışacaktır” mektup ile övündünüz… Mühendisleriniz kamplar inşa etti, Versay anlaşmasına istinaden askeri kısıtlamalar olmasına rağmen başka ülkelerde ordular kuruldu ve içinde yer aldınız, başka ülkelerde tanklar ürettiniz, uçaklar ürettiniz, hiç mi sormadınız kendinize biz bunları hangi sebeple ve haddinden fazla imal ediyoruz, sınırlamalarının ardına dolanarak SA ve SS paramiliter güçler oluşturuldu bunları da mı görmediniz?  Meydanlarda öbek öbek Hitler ile hemfikir olmayan yazarların kitapları yakılırken de mi haberiniz olmadı? Peki, o gün olmadı da bugün Dostoyevski, Tolstoy kitaplarının kütüphanelerden kaldırılmasından da mı haberiniz yok? Bunu uzatmak mümkün şüphesiz lakin gerek yok… Ben “siz Almanlara bir şey diyeyim mi?”… Sizin çok büyük çoğunluğunuz bizim muhteşem Sülo’muzun deyimi ile “beyninizi öteki dünyaya hiç kullanmadan götürüyor olduğunuzu düşünüyorum” ve nihayetinde de aynı çoğunluk Nazi’siniz hem de neo’sundan… Esasen, Almanlar tıpkı diğer milletlerin zehirlenmesi gibi “milliyetçilik zehirlenmesine” tutulmuşlardır, yahu haydi sokaklara dökülüp protesto edemediniz anlıyorum korku bu kolay değil peki neden her seçimde oy verdiniz ya da neden destek toplantılarına katılıp avuçlarınız patlayana kadar alkışladınız. Aslında hepsi her şeyi biliyor ama faşist ruh ve zihinleri böyle davranmayı münasip görüyor

Son söz,  “Rüşvetçi politikacıları, düzenbazları, hırsızları ve hainleri seçen halk kurban değil, suç ortağıdır…” diyor George Orwell, valla katılmayanlar olabilir lakin ben ziyadesiyle katılıyorum…