Şimdi mezkûr güzelim “Ulubey Kanyonuna” giriyorsunuz, müthiş bir yatırım ile tıpkı diğer benzer yerlerdekilerin benzeri ve uzunluğu da tam hatırlamıyorum lakin muhtemel 400 mt.’ler civarında olan ahşap bir yürüyüş yolu yapılmış… Yürüyüş yolunun bitiminden itibaren de dar bir alandan karşıya geçilip, oradan da deyim yerinde ise keçiyolunu takip ederek yaklaşık 400 mt sonra “Asar Tepe” ve orada bulunan kale olduğu savlanan yapıya ulaşılıyor… Müthiş bir parkur, Kanyonu bir de bu taraftan tüm sürekliliği ve derinliği ile seyrediyorsunuz. Kanyonu olabildiğince derinlemesine görebilmek adına bir de “Cam Teras” inşa edilmiş, anladığım kadarı ile inşa edilirken de, işletilirken de para kazanmak maksadı ile… Çalışma saatleri konusunda asılan tabela, sadece tabela olarak kalmaya devam ediyor tıpkı benzer yerdekiler gibi…
Çarşamba, Ağustos 21, 2024
CANIM YURDUMU GEZİYORUM – ULUBEY KANYONU VE UŞAK
Adını
uzun zamandır bildiğim ancak şimdilerde gidebildiğim “Ulubey Kanyonu”
ansiklopedik tariflere göre “ABD’de deki Arizona Eyaleti sınırları içerisinde
bulunan Büyük Kanyon’dan sonra dünyanın en büyük 2. Kanyonudur”. Haydi, bakalım
yine meşrebimize evla mekân sosyolojisinde “gigantik” denilen davranışa harika
bir emsal bulduk, çok mutluyum… Her detayı gezememekle birlikte anladığım
kadarı ile Uşak İlinin hemen güneyinden başlayan Denizli İlinin sınırları içine
kadar bir ana eksen ve bu ana eksene saplanan yüzlerce irili ufaklı
“kanyonlardan” meydana gelen “Ulubey Kanyonu” gezilmeye değer yerlerden olduğu
tartışılmazdır. Yenilere kadar yakınlarda herhangi bir konaklama mekânı yok
iken artık var… Kanyon kenarına kurulmuş Uşak Üniversitesine bağlı “Meslek
Yüksek Okulu” sebebiyle de mezkûr konaklama tesisi kısmen yurt görevi de
üstlenmiş durumda… Akşamları restoran bölümü çıkan tabldot sebebiyle de kısmen
yurt kantini gibi görünse de çok ahenkli ve renkli görüntüler verirken müthiş
sıcak bir atmosfer oluşturuyor. İşletme sahibi emekli öğretmen Yaşar Bardak konaklayanlara özel hizmet sunabilmek
için inanılmaz hareketli, arzulu ve samimi yaklaşıyor… Daha önce dershane
öğretmenliği yaptığı yerde emekliliği müteakip tespit edilen ihtiyaca binaen,
Avrupa Birliği Fonları ile Türkiye Cumhuriyeti ilgili fonlarınca finanse edilen
tesisin kuruluşunu gerçekleştirmiştir.
Bu
büyüklükteki kanyonu ilk kez görünce nereden ve nasıl başlayacağım soruları ve
planlaması hayli zor oluyor şüphesiz. İlk gün öncelikli plan “Antik Kentlerin”
ve “Ören yerlerinin” gezilmesi olunca, Blaundos Antik Kenti ilk uğrak yerimiz
oldu… Kısmen “Aquaduct” kalıntıları, şehir surları, tiyatro, stadyum, dini
yapılar, agora, taş kaplama yollar olmasının yanında özellikle kaya mezarları
çok dikkat çeken Blaundos Antik Kenti nerdeyse tamamen derin “Kurudere
Kanyonu” ile çevrili bir vaziyette, okumalardan öğrendiğimiz biçim ile Makedonya
Krallığı tarafından kurulmuş… Sonraki hedef “Clandras Köprüsü” idi, esasen
yaklaşık 1 km ötede Kanyon içerisindeki Pepouzo Antik Kentine su taşıyan
aquaduct (su kemeri) olmasına rağmen köprü diye adlandırılmış olması da
enteresandır. Anlaşılan o ki, kemerin hemen yanından çıkan bir güçlü su kaynağı
bu ihtiyaca binaen mezkûr kente aktarılmaktadır. Bugün küçük de olsa bir tesis
ile elektrik üretilmektedir bu alanda. Mezkûr 2 antik kenti görüp, su konusunu
ne kadar önemsediklerine de bakınca, hay Allah, acaba o günlerden yönetici
ithal edebileceğimiz bir zaman tüneline mi ihtiyaç var diye düşünmeden
duramıyorum… Su ihtiyaç miktarlarının, sahip olunan inşaat makine ve
ekipmanlarının, yönetim anlayışlarının şimdikine göre aleyhte dağlar kadar
farklı olmasına rağmen yaratılan tesislerin değerini düşününce nasıl
keklendiğimiz ortaya çıkmaktadır… Neymiş onlar krallıkla, derebeylikle, biz ise
demokratik yönetimlerce yönetiliyormuşuz… İnanmayanlar sonu “su” veya “ski” ile
biten kuruluşların hizmet kalitelerine ve dahi salma düzeni içinde topladıkları
bedellerine bir baksınlar anlarlar ne muradım, ne meramım olduğunu… Ne diyelim,
Anadolu’da bir söz vardır, “söyleyen deli ise, dinleyen akıllı olmalıdır.”
Şimdilerde,
Kapadokya’ya “balonlu tur” konusunda rakip olabilme konusunda çalışmalar
yapılıyormuş, Ulubey’den taaa Pamukkale’ye gidilip gelinecekmiş… Artık nasıl ve
ne zaman olabileceği tartışılır… Biz Asar Tepe’ye çıktık makul bir süre
dinlenip dönüşe geçtik… Tam o sırada çan sesleri duyunca dikkatle taradım
kanyonun içerisini bir baktım, 2 köpek 1 Çoban eşliğinde koca bir keçi sürüsü
geliyor, hem dinlenmek hem de çoban ile azıcık da olsa muhabbet etmek adına,
beklemeye geçtim… Nihayetinde gelen arkadaş ile hal hatır ile başladık, sonra
arkadaş dedi ki; “buraya her gelen ne kadar şanslısın, "ABD’dedekinden" sonra en
güzel kanyonda yaşıyorsun deyip duruyorlar” girizgâhı ile başladı yakınmaya,
hayatın zorluklarını sıralamaya, “esasen buraya gelenler çok şanslı” ile
bitirmek üzere iken, sürünün kendisine mi ait olduğunu sorunca da, evet benim
dedi… Ben de evet şartların çok ağır lakin bak yine de mal mülk sahibisin
deyince de, “çok şükürü” patlattı… Gezginler de, çalışanlar da kendi
pencerelerinden hayata bakınca, gezene göre harika bir coğrafya, lakin kısa
süreliğine tarifi yapılmayınca da sürekli bu şartlarda yaşayanın zorluğu
gürültüye gidiyor tabii ki…
Kanyonun
tabanında bir dere var, yakından görmek istiyorum, gezenlerin fazlaca tercih
etmemiş olduklarından ya da oraya ulaşılmasının istenmemesi sebebiyle ulaşım bu
taraftan olamıyor ya da sizde çoban gibi keçi yollarını kullanarak
inebilirsiniz, biz de de o göz yok… Karşılaşmış olduğum çoban arkadaşa sormuş
idim araç ile inilip inilmeyeceğini, Ulubey’in diğer tarafından bir yol tarif
edince hemen yola koyulduk… Dereye ulaşınca ne görelim, resmen kanalizasyon…
Sonradan öğrendim ki, birkaç kez şikâyet üzerine gelen Bakan bile konuyu
çözemiyor… Peki, atıklar nereden geliyor, “Uşak Dericiler Organize Sanayi
Bölgesinden”… Bakan bile sağa sola telefon edip talimat yağdırıyor, sonuç,
şüphesiz yok… Hala “bürokratik engel çok” edebiyatı ile sızlanan mızlanan sanayicilere
verilecek karşı en makul cevap bu olsa gerek… Gerçi bakılmasın onların mart
aylarında bağırmalarına ihdas edilen tüm bürokratik engellerden muaftırlar
kendileri, sade vatandaş için ise yandı gülüm keten helva… Bu konuda daha
söylenecek laf çok, söyleyip zayi etmenin de manası yok…
Kendi
adıma, tüm bu gerçeklere rağmen, müthiş keyifli bir gezi yaptık… Mesela “İnay”
mahallesinde restore edilen kervansaray, 7 Oluklu Çeşmesi ve İnay Köprüsü ve
kiliseden devşirme Camisi ile ayrı bir güzellik… Uşak Halı müzesi ünlü olmasına
rağmen açık olması gereken saatte açık olmayınca gezilemedi tabii ki, keza Uşak
Müzesi de… Uşak Evleri restorasyonlarından bir potpori ile yetinildi… Bilahare
“Taşyaran Vadisi” ve “Kuladokya” eklendi, şüphesiz “dokya” eklentisi Kula’ya
birkaç sıklet fazla gelmiş ise de yine de gayet güzel… Lakin Kula’nın eski
çarşı ve evleri restorasyonu gayet başarılı şekilde ilerliyor, emeği geçenlere
kocaman bir alkış… Gezmek güzel, seyahate ve gezmeye devam…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Kuladokya'nın içinden geçen ve arkadan dolaşarak İzmir karayoluna Kuladan sonra ileriden bağlanan yol üzerinde görülmesi gereken belki de dünyanın sayılı jeolojik alan olma konusunda başında gelen yerlerden birisi bu alan. Müthiş bir Jeopark. Soğumuş lav tarlaları, Bazalt sütunlar. Müthiş Ama ne yazık ki bunu bilen yok çünkü devletin bu konuda hiçbir çalışması yok. Yeterli altyapı çalışması ve duyuruları yapılsa önemli bir turistik alan olabilir.
Yorum Gönder