Başlık
tam tamına "Kahraman Şehir Leningrad" olarak çevrilebilir. Leningrad
bilindiği üzere St. Petersburg şehrinin Sovyet devriminden sonra edindiği
addır. Esasen, mezkûr kent Çar 1. Petro tarafından bataklık zemine kuzeyde
başkent yaratma hayali ve iddiası ile büyük kaynaklar ayrılarak aynı zamanda
inanılmaz insan kayıplarına rağmen inşa edilmiş olup, başkent ilan edilmesi
üzerine de adı "Aziz Petro" manasında St. Petersburg adını almıştır.
Lakin kronolojik ad verilmesi ya da değişimi olarak da bakılırsa; şehir
kuruluşundaki kaleden mülhem Almanca "Sankt Piter Burh", bilahare de
Kiliseden mülhem "Petro ve Pavel", bilahare de kilise
"Petropavloks" adını alırken şehir de yeniden "Sankt Piter
Burh" adını alır. Bu arada zamanla Piter oluverir, Peter... Bilahare,
kısaltılarak Petersburg, derken Almanca kale manasındaki "Burg" gider
yerine Rusça "Grad" gelir, olur "Petrograd", bitti mi,
nerde... Sovyet devrimi ve liderinin ölümü üzerine de olur
"Leningrad"... Sovyetler Birliği yerine Rusya Federasyonu dönüşümü yaşanınca
da tekrar "Sankt Petersburg" olur lakin Rus Federal Yönetim ifadesi
olan eyalet anlamında "Oblast" diye ifade edilen ise halen Lenigrad
Oblastıdır... "Sanct" esasen de Latince "kutsal, dokunulmaz,
muhterem, dindar" anlamındaki "Sanctus" kelimesinden gelen ve
ilk kez de Almanlar tarafından kullanılan bir kelimedir. Petersburg şehri de,
malzeme temininin kolay olması sebebiyle tercih edilen ahşap yapıların büyük
yangınlara sebep olduğu ve Rusya'nın da başına bela olması hasebiyle tamamen
taş seçimi ile gerçekleştirilmiş yapılardan oluşmuştur. Dönemin planlı
alanında, dümdüz caddeler, geniş ve ferah yapılarla donatılmış, ıslah ve tahkim
edilmiş kanallar üzerinden şık köprülerle birbirlerine irtibatlanmış, hala
müthiş güzel peyzajları ve bakımları olan parkları ise adeta açık hava heykel
müzeleri şeklinde muhteşem heykeller ile bezenmiş şekildedir.
Rusya’da
gezmeyi çok sevdiğim, adeta doyamadığım, her defasında da değişik yerler
keşfettiğim 2 kent var, Moskova ve Sankt Petersburg… Bu iki şehir şehircilik
estetiği, siyasal ve sosyal hayat ve görüntü ve dahi temsiliyet açısından
birbirinden çok farklı görüntü vermektedir bana göre… Moskova son derece resmi
görünürken, Sankt Petersburg ise daha sivil ve samimi bir görüntü vermektedir.
Mesela Sankt Petersburg Kraliyet ailesinin mülkü gibi iken Moskova devlet
bürokrasisi, işçilerin ve çalışanların
mülkü izlenimi verir bana her daim… Moskova sanki fonksiyonun şehri olarak daha
Doğulu, daha sosyalist görünürken, Sankt Petersburg ise daha batılı, daha fazla
kapitalist ve estetiğin şehri olarak öne çıkıyor sanki… Hem de Sankt Petersburg
uzun yıllar Leningrad olarak bilinmesine rağmen benim gözümde daha sosyalist
olamıyor… Yani Lenin sinmemiş sanki görüntüsünün ve seslenilişinin dışında…
Bunlar şüphesiz benim izlenimlerim, bir başkası bunların tam tersini de
hissedebilir, gözlemleyebilir, itiraz edemem… Aaaa ben bir şehircilik uzmanı
mıyım, şüphesiz değil… Zaten bu ifadelerim de bir uzmanlık gösterisi değil…
Sonuç olarak ben her iki kenti de seviyorum, her görüntüsü ile… Hele de, 1993
den beri oraları aralıklı da olsa gezen ve son yıllarda daha sık gören, gelişmeleri, ilerlemeleri, düzenlemeleri ve
sahip çıkmaları yakinen izleyen olarak kıyas yapma şansım ziyadesiyle fazladır.
Petersburg,
Petro’nun tercihi, Fransız Klasisizmi, İtalyan Barok’u başta olmak üzere Alman,
Hollanda ve Rus mimarisinin kolajı sayılabilecek “Barok Mimari” tarzı yapıların
ağırlıklı olduğu bir şehirdir. Başta yapılan şehir planına ve yapı tarzına
bugünlere kadar sadık kalındığını da gözlemlemek mümkün olup Avrupa kopyasından
ziyade kendine has bir tarzın ortaya çıktığı da açıktır. Hâkim tercih ise;
simetrik uzanan binaların zarif ve güzel pervazlar, revaklar ve heykeller ile
dekore edilmesi şeklindedir. Binalarda ağırlıklı yeşil, kırmızı, sarı, mavi
renkler tercih edilirken arka plan tonlamalarında beyaz öne çıkmaktadır.
Karelya tarafından getirildiğini öğrendiğim granit ve mermerler ise
kaplamalarda ve süslemelerde ağırlıklı seçilen malzeme olmuş ve bu malzemenin
tercihinin ise estetik zirve olduğu da tartışılmaz, bana göre…
Sankt
Petersburg Metro istasyonlarının dizayn, tezyin ve tefriş işi öylesine
profesyonelce realize edilmiş ki adeta tıpkı Moskova Metro istasyonları gibi
sanat galerisi tadında… Granit kaplamaları, Mermer sütunları, göz alıcı
freskleri ve heykelleri, etkileyici avizeleri ve dahi aydınlatma tercih ve
dizaynları ile ahali arasındaki adı da “Halk Saraylarına” çıkmış durumdadır.
Bir yanı ile Gogol, Dostoyevski, Çaykovski, Şostakoviç başta olmak üzere
yüzlerce kültür abidesi insana ev sahipliği yaparken, diğer yanı ile de sayısız
irili ufaklı müze ve tiyatroya mekân olarak adeta kültürel başkent olabilmiş,
Hermitage Müzesi ve Kışlık Saray, Peterhoff Sarayı ve Bahçesi, Kazan Katedrali
başta olmak yüzlerce mimari abideyi halen koruyabilmiş Petersburg, diğer çok
önemli yanıyla da, Dekabrist ayaklanması, Çarlığın hitamı ve Sovyet Devrimi
gerçekleşmesi ve dahi Almanya’nın amansız kuşatmasına müthiş direnmiş olmanın
gururu ve tılsımlı atmosferi şehri çok cazip hale getirmektedir, bence…
Bilindiği
üzere Sankt Petersburg, Baltık Denizi kıyısında, Neva Nehri ve kolları ve dahi
deltası üzerindeki 40 küsur ada üzerine kurulmuş olup adalarının irtibatları da
irili ufaklı yaklaşık 350 köprü ile temin edilmiştir. Büyük gemilerin geçmesi
için ışıklandırılmış köprüler gece yarısından sonra belli sıra ve saatlerde
açılmakta olması inanılmaz bir turistik faaliyet halini almış, anladığım…
Anlatılanlara bakılınca, nehirden gezi tekneleri marifetiyle binlerce turist
dolaştırılırken karadan da nehrin her 2 tarafına toplanmış turistler tarafından
büyük merakla izlenir. Bazı
edebiyatçılar; bu köprülerin yaklaşık 45 derecelik, her iki tarafa da yükselme
suretiyle açılıp yol verme işlemine “iki aşığın ayrılması” daha sonra da
kapanmasına da “iki aşığın tekrar kavuşması” benzetmesi yaparak turistik
faaliyete bir de edebi mana yüklerlermiş… Bu defa da ben seyredeyim dedim bu
edebi ve turistik faaliyeti rüzgâr sebebiyle sık sık ertelenen ya da iptal
edilen bu ritüele şahitlik edemedim, bir başka sefere erteledim… Allahtan bizim
İstanbul’daki “Yeni Galata Köprüsü” benzer özelliklere sahip olup, uzun yıllar çalıştığım
STFA Firması tarafından inşa edilmiş ve inşaatı sürecinde okul arkadaşlarım
çalışmış olunca da mezkûr faaliyete yabancı değilim.
“Bakır
Atlı” adlı şiirinde, Puşkin, bu masalsı adeta kutsanmış ve şairlere ve
yazarlara ilham perisi olan Sankt Petersburg’un Beyaz Gecelerini;
“Ben
şiirlerimi
Lambasız
yazıp okurken,
Mahmur
ama aydınlık gökyüzü.
Ve
aydınlatıyor bomboş sokakları
Donanma
kulesi.
Ve
gece, indiremiyor karanlığını
Bronz
ışıltılı gökkubbenin üzerine.
Gündoğumu
kovalıyor gündoğumlarını
Sadece
yarım saat sürerken gece”
şeklinde
anlatarak, hemen hemen hiç kararmayan gökyüzünün aydınlattığı şehri kendince
tariflemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder