Cumartesi, Eylül 14, 2024

Город-герой Ленинград

Başlık tam tamına "Kahraman Şehir Leningrad" olarak çevrilebilir. Leningrad bilindiği üzere St. Petersburg şehrinin Sovyet devriminden sonra edindiği addır. Esasen, mezkûr kent Çar 1. Petro tarafından bataklık zemine kuzeyde başkent yaratma hayali ve iddiası ile büyük kaynaklar ayrılarak aynı zamanda inanılmaz insan kayıplarına rağmen inşa edilmiş olup, başkent ilan edilmesi üzerine de adı "Aziz Petro" manasında St. Petersburg adını almıştır. Lakin kronolojik ad verilmesi ya da değişimi olarak da bakılırsa; şehir kuruluşundaki kaleden mülhem Almanca "Sankt Piter Burh", bilahare de Kiliseden mülhem "Petro ve Pavel", bilahare de kilise "Petropavloks" adını alırken şehir de yeniden "Sankt Piter Burh" adını alır. Bu arada zamanla Piter oluverir, Peter... Bilahare, kısaltılarak Petersburg, derken Almanca kale manasındaki "Burg" gider yerine Rusça "Grad" gelir, olur "Petrograd", bitti mi, nerde... Sovyet devrimi ve liderinin ölümü üzerine de olur "Leningrad"... Sovyetler Birliği yerine Rusya Federasyonu dönüşümü yaşanınca da tekrar "Sankt Petersburg" olur lakin Rus Federal Yönetim ifadesi olan eyalet anlamında "Oblast" diye ifade edilen ise halen Lenigrad Oblastıdır... "Sanct" esasen de Latince "kutsal, dokunulmaz, muhterem, dindar" anlamındaki "Sanctus" kelimesinden gelen ve ilk kez de Almanlar tarafından kullanılan bir kelimedir. Petersburg şehri de, malzeme temininin kolay olması sebebiyle tercih edilen ahşap yapıların büyük yangınlara sebep olduğu ve Rusya'nın da başına bela olması hasebiyle tamamen taş seçimi ile gerçekleştirilmiş yapılardan oluşmuştur. Dönemin planlı alanında, dümdüz caddeler, geniş ve ferah yapılarla donatılmış, ıslah ve tahkim edilmiş kanallar üzerinden şık köprülerle birbirlerine irtibatlanmış, hala müthiş güzel peyzajları ve bakımları olan parkları ise adeta açık hava heykel müzeleri şeklinde muhteşem heykeller ile bezenmiş şekildedir.     

Rusya’da gezmeyi çok sevdiğim, adeta doyamadığım, her defasında da değişik yerler keşfettiğim 2 kent var, Moskova ve Sankt Petersburg… Bu iki şehir şehircilik estetiği, siyasal ve sosyal hayat ve görüntü ve dahi temsiliyet açısından birbirinden çok farklı görüntü vermektedir bana göre… Moskova son derece resmi görünürken, Sankt Petersburg ise daha sivil ve samimi bir görüntü vermektedir. Mesela Sankt Petersburg Kraliyet ailesinin mülkü gibi iken Moskova devlet bürokrasisi,  işçilerin ve çalışanların mülkü izlenimi verir bana her daim… Moskova sanki fonksiyonun şehri olarak daha Doğulu, daha sosyalist görünürken, Sankt Petersburg ise daha batılı, daha fazla kapitalist ve estetiğin şehri olarak öne çıkıyor sanki… Hem de Sankt Petersburg uzun yıllar Leningrad olarak bilinmesine rağmen benim gözümde daha sosyalist olamıyor… Yani Lenin sinmemiş sanki görüntüsünün ve seslenilişinin dışında… Bunlar şüphesiz benim izlenimlerim, bir başkası bunların tam tersini de hissedebilir, gözlemleyebilir, itiraz edemem… Aaaa ben bir şehircilik uzmanı mıyım, şüphesiz değil… Zaten bu ifadelerim de bir uzmanlık gösterisi değil… Sonuç olarak ben her iki kenti de seviyorum, her görüntüsü ile… Hele de, 1993 den beri oraları aralıklı da olsa gezen ve son yıllarda daha sık gören,  gelişmeleri, ilerlemeleri, düzenlemeleri ve sahip çıkmaları yakinen izleyen olarak kıyas yapma şansım ziyadesiyle fazladır.

Petersburg, Petro’nun tercihi, Fransız Klasisizmi, İtalyan Barok’u başta olmak üzere Alman, Hollanda ve Rus mimarisinin kolajı sayılabilecek “Barok Mimari” tarzı yapıların ağırlıklı olduğu bir şehirdir. Başta yapılan şehir planına ve yapı tarzına bugünlere kadar sadık kalındığını da gözlemlemek mümkün olup Avrupa kopyasından ziyade kendine has bir tarzın ortaya çıktığı da açıktır. Hâkim tercih ise; simetrik uzanan binaların zarif ve güzel pervazlar, revaklar ve heykeller ile dekore edilmesi şeklindedir. Binalarda ağırlıklı yeşil, kırmızı, sarı, mavi renkler tercih edilirken arka plan tonlamalarında beyaz öne çıkmaktadır. Karelya tarafından getirildiğini öğrendiğim granit ve mermerler ise kaplamalarda ve süslemelerde ağırlıklı seçilen malzeme olmuş ve bu malzemenin tercihinin ise estetik zirve olduğu da tartışılmaz, bana göre…

Sankt Petersburg Metro istasyonlarının dizayn, tezyin ve tefriş işi öylesine profesyonelce realize edilmiş ki adeta tıpkı Moskova Metro istasyonları gibi sanat galerisi tadında… Granit kaplamaları, Mermer sütunları, göz alıcı freskleri ve heykelleri, etkileyici avizeleri ve dahi aydınlatma tercih ve dizaynları ile ahali arasındaki adı da “Halk Saraylarına” çıkmış durumdadır. Bir yanı ile Gogol, Dostoyevski, Çaykovski, Şostakoviç başta olmak üzere yüzlerce kültür abidesi insana ev sahipliği yaparken, diğer yanı ile de sayısız irili ufaklı müze ve tiyatroya mekân olarak adeta kültürel başkent olabilmiş, Hermitage Müzesi ve Kışlık Saray, Peterhoff Sarayı ve Bahçesi, Kazan Katedrali başta olmak yüzlerce mimari abideyi halen koruyabilmiş Petersburg, diğer çok önemli yanıyla da, Dekabrist ayaklanması, Çarlığın hitamı ve Sovyet Devrimi gerçekleşmesi ve dahi Almanya’nın amansız kuşatmasına müthiş direnmiş olmanın gururu ve tılsımlı atmosferi şehri çok cazip hale getirmektedir, bence…

Bilindiği üzere Sankt Petersburg, Baltık Denizi kıyısında, Neva Nehri ve kolları ve dahi deltası üzerindeki 40 küsur ada üzerine kurulmuş olup adalarının irtibatları da irili ufaklı yaklaşık 350 köprü ile temin edilmiştir. Büyük gemilerin geçmesi için ışıklandırılmış köprüler gece yarısından sonra belli sıra ve saatlerde açılmakta olması inanılmaz bir turistik faaliyet halini almış, anladığım… Anlatılanlara bakılınca, nehirden gezi tekneleri marifetiyle binlerce turist dolaştırılırken karadan da nehrin her 2 tarafına toplanmış turistler tarafından büyük merakla izlenir.  Bazı edebiyatçılar; bu köprülerin yaklaşık 45 derecelik, her iki tarafa da yükselme suretiyle açılıp yol verme işlemine “iki aşığın ayrılması” daha sonra da kapanmasına da “iki aşığın tekrar kavuşması” benzetmesi yaparak turistik faaliyete bir de edebi mana yüklerlermiş… Bu defa da ben seyredeyim dedim bu edebi ve turistik faaliyeti rüzgâr sebebiyle sık sık ertelenen ya da iptal edilen bu ritüele şahitlik edemedim, bir başka sefere erteledim… Allahtan bizim İstanbul’daki “Yeni Galata Köprüsü” benzer özelliklere sahip olup, uzun yıllar çalıştığım STFA Firması tarafından inşa edilmiş ve inşaatı sürecinde okul arkadaşlarım çalışmış olunca da mezkûr faaliyete yabancı değilim.

“Bakır Atlı” adlı şiirinde, Puşkin, bu masalsı adeta kutsanmış ve şairlere ve yazarlara ilham perisi olan Sankt Petersburg’un Beyaz Gecelerini;

“Ben şiirlerimi

Lambasız yazıp okurken,

Mahmur ama aydınlık gökyüzü.

Ve aydınlatıyor bomboş sokakları

Donanma kulesi.

Ve gece, indiremiyor karanlığını

Bronz ışıltılı gökkubbenin üzerine.

Gündoğumu kovalıyor gündoğumlarını

Sadece yarım saat sürerken gece”

şeklinde anlatarak, hemen hemen hiç kararmayan gökyüzünün aydınlattığı şehri kendince tariflemektedir.

 

Hiç yorum yok: