Cuma, Aralık 20, 2024

DÖKÜNTÜ FENERİ VE KALEYERİ SIĞLIĞI

 

Çeşme Körfezinin girişinde, giriş yönünün sağında, “Fenerburnu’nun” uzantısı gibi bir oluşum görüntüsü veren yerli Çeşmelilerin “Döküntü” dedikleri bir sığ kayalık bulunmakta olup “Kıyı Emniyet Müdürlüğü” envanterinde “Çeşme Kale Yeri Sığlığı – Döküntütaş” adı ile maruftur. Çeşmeli benden bir önceki kuşak ile bir sonraki kuşağın iyi bildiği üzere mezkûr alan bir mercan balığı yatağı idi hala öyle midir bilmiyorum.  

1975 senesinde “Fenerin Tahkimat Projesi ihalesi” kapsamında, yanlış hatırlıyorsam her biri için defalarca özür dileyerek zikretmeliyim, Murat Kaptan ve oğlu Ali İhsan abimizin yönetiminde bir süre çalışmış idik… İhale tam tamına ne idi, nasıl başladı, nasıl sonuçlandı hiç bilmeden, bildiğimiz varsa da unutarak, diğer taraftan da iyi hatırladıklarımı aktarmak istiyorum. Üniversite sınavlarında iyi puan almama rağmen kendi hatam neticesinde açıkta kaldığım dönemdi… Artık delikanlı olmuş biri olarak her genç gibi kahvehanelere zabıta korkusu olmadan gece gündüz ayrımı yapmaksızın gittiğim dönem… Kahvehanelerde dönem itibariyle sigara ve alkolün sınırsız tüketilmesine rağmen hiç kimsenin aklına deyim yerine ise “tilki çıkacak ortamda” nasıl durulur gelmeden uzun zamanlar geçirdiğimiz günler… Bir gün tıpkı benim gibi meteliğe “kurşun atan” bir arkadaşımın sigara tercihinin arttığını, bira içme sıklığı ve miktarının yükseldiğini görünce, sormuş idim kaynak bolluğunun membaını… Aldığım cevap, Fenere Taş taşıyan gemide amele olarak çalıştığı oldu… Enteresan, hem de 30 Tl. yevmiye aldığını söyleyince şaşırmış idim… Hemen, ben de çalışabilir miyim dedim sağ olsun arkadaşım ertesi soruyor ve patronlarda tamam deyince huzura çıkıyorum. Şu an bile muhteşem hoşgörüsü ve mutedil tavırları ile “Murat Kaptanı” dün gibi hatırlıyorum. Sonradan oğlu Ali İhsan Abimiz ile de tanışıp işe başladık. Şimdilerde yerinde yeller esen ve şu andaki Kervansarayın tam karşısında Belediyeye ait dükkânların bulunduğu yerdeki eski “üretici perakende halinin” arkasındaki alana taş ocağından nakledilen kayalar ve büyük taşlar getirilirdi. Öğleden sonraları bu kayalar gemiye çelik halatlardan imal büyük sapanlar marifetiyle ve geminin sabit vinci ile yüklenirdi, bizler de bu aşamada gerek sapan bağlama, gerek gemi içinde yerleştirme işlerinde çalışırdık. Sabahları da olabildiğince erken saatlerde tekne yola çıkar “Döküntü Fenerine” varılır ve hemen bu sefer de tam tersi işlemler ile gemideki kayalar bağlanan sapanların vinç marifetiyle kaldırılmasını müteakip dalgaların “Fener Binasına” zarar vermesinin önüne geçecek şekilde konunun uzmanı abilerimizin delaletiyle yerleştirilmesiyle devam edilirdi. Bu işlemlerin yapılmasına yardım için “Gelibolu” adlı teknenin yavrusu bir kayık da kullanılırdı… Sabah saatlerinin tahkimat işine ayrılmasının sebebi, sabah erken saatlerde havanın ve denizin görece iyi bir durumda olması tam tersi durumda da limanda yükleme işlerinin yapılmasının tercih edilmesidir. Netice itibariyle artık ben de mezkûr arkadaşımın yaptığı üzere sigara ve bira konusunda vites arttırmıştım… Bir defasında bunu gören bir başka arkadaşım konuyu dinleyince hemen o da çalışmak istemiş idi, konuştum ve ertesi gün işe başladı… Aynı paydos saati bir türlü gelmiyordu onun için bu arada yeni tekerleme uydurmuş idi, “bugün ölmem yarın gelmem”… Tamam, ücret çok iyi lakin iş beter zor bir iş idi. “Bugün ölmem yarın gelmem” tekerlemesinin mucidi arkadaşım dönemin Çeşme Savcısının oğlu Mehmet şimdilerde bile bu konu açılınca hayretle konudan bahseder. Sonraları bu tekne hangi sebeple terk edildi bilmiyorum lakin uzun yıllar Liman’ın şimdilerdeki “English Home” karşılarına denk gelen bölümünde çürümeye terk edildi…

Fenerin enerji kaynağı dönem itibariyle hatırladığım kadar komşumuz Çeşme’mizin ünlü kaptanı “Horoz Kaptan’ın” oğlu Halil Poyraz abimiz tarafından belli periyotlarda götürülen tüpgaz vasıtasıyla temin ediliyordu. Halil Abimiz yaz, kış, rüzgâr, yağmur demeden bu görevini sonuna kadar yerine bihakkın getirmiştir.

Çocukluğum ve gençliğim dönemi havanın rüzgârsız, denizin dalgasız olduğu zaman mezkûr “Döküntütaş Feneri”, “katati” dediğimiz bir yöntem ile mercan balığı avına çıkmış teknelere gözcülük ederdi sanki… Katati dediğim yöntem çapari benzeridir. Bir ana misina düzeneği üzerine belli aralıklarla bağlanmış yan dal misina ve ucundaki oltalardan oluşan, suyun dibine doğru serbest ve dikey vaziyette sarkıtılabilmesi için en uçta genellikle kurşundan mamul bir ağırlığı bulunan ve oltalı yan dalların başlamasından önce de dolaşmayı önlemesi için serbest dönüşe münasip fırdöndü ile güçlendirilmiş, kullanılacağı yere münasip uzunlukta misina ve misinanın sarılacağı petektariden oluşan bir düzenektir. Bu avcılığın bir ucundan ben de bir vade tutmuştum, bizim ekip genellikle 3 arkadaştan oluşur, havanın sakin olduğu dönemde sabah erkenden yakalanan ve yem olarak kullanılacak “tekesakallar” (küçük karides) hazırlanır, Döküntütaş’a gelince oltalara bu yemler takılır, denize sarkıtılır, yakalanacak balık “Patlakgöz Mercandır” ve yemlenme konusunda görece nazlı bir balıktır. Her avcının parmak hassasiyetine dayalı patlakgözün hareket ve iştahını hissetmesi farklıdır, ben kendi adıma çok fazla mahir biri değildim bu konuda da… Lakin arkadaşlarım ziyadesiyle mahir olup ihtiyaca binaen patlakgöz yakalanırdı. Yeterince yakalandığına kani olan ekip hemen dönerdik Çeşme’ye… İlk yapılacak iş yenilebilecek miktarı tayin edip ayrı olarak restorana teslim etmek yenilecek miktarın dışında kalan balıklar ise akşam bizlere rakı, salata ve servis için oluşacak tutar karşılığı teslim etmek olacaktır. Bu iş her daim hem işin eskisi, hem iyi esnaf, hem iyi insan, hem de iyi arkadaş olan Sahil Restoran sahiplerinden Yener Dinçalp’e düşerdi… Havanın mülayim ve müsait olması durumunda deniz kenarına kurulacak masada yenilen akşam yemeğinin olmazsa olmazı da koro halinde söylenen “Oy mercanlar mercanlar” türküsü olurdu… Aaaa adının benzerliğinin dışında konuya ilişkin nasıl bir içerik vardır hala anlayabilmiş değilim lakin olsun çok büyük bir keyifle söylerdik… Birkaç kez tam da bu yüzden hem müesseseden hem de zamanın en önemli kolluk kuvveti devlet lakaplı “Bekçi Recep’ten” ikazlar almış idik… Halis ve muhlis durumun yüzü suyu hürmetine daima ikaz seviyesinde kalmıştır.

Döküntü Fenerine yönelik en komik hatıramız ise, şu anda insanların nedense artan alınganlıklarının hangi seviyede olabileceğini kestiremem yüzünden adını vermeyeceğim bir büyüğümüzün son derece kısıtlı İngilizcesi ile bir turiste ve hangi gerekçe ile olduğunu da hatırlayamadığım bir fener tarifi vardı ki, evlere şenlik… Sağ elinin bütün parmaklarının uçlarının bir noktada toplanıp bilahare de açılmasının defalarca tekrarı halinde ve fondaki replik ise “bu fener, hem yanar hem söner” olmasıdır. Gerçi bu abimizin, bir başka tarifte ise; “Motes, Turtes uff karadiken, Ayayorgi koltuk tahta biç, Tursite (şimdi Altınkum) lambur lumbur” diyerek Çeşme turizm hafızasına kazındığı yerli Çeşmeliler tarafından iyi bilinmektedir. Şimdilerde bile hala arkadaşlarla bunu hatırlar güleriz…

Bu vesile ile artık aramızda olmayanları derin saygı ve hürmet ile anıyor hayatta olanlara da sağlık ve mutluluk ile uzun ömürler diliyorum…

Hiç yorum yok: