“Mahruki”
soyadlı Nasuh’u ilk duyduğumda bana hiç bizden gibi gelmemiş idi, dönem onun
yaman ve çelik iradeli dağcılığı dönemi idi. Özellikle soyisim kulağa yerli
gibi gelmiyor idi doğrusu, daha çok Ortadoğu veya Asyalı bir söylenişi vardı
sanki… Ne zaman ki, gazetelerde, geçmişi, eğitimi ve faaliyetleri ile ilgili sitayişkâr
ve alkış tutucu yazılar yazılmaya başladı, gördük ki gerçekten karşımızda son
derece ilgili, bilgili, donanımlı, duyarlı ve vatansever biri var… Peki, o
sadece bir “dağcı” mı idi, şüphesiz değildi, aynı zamanda o bir yazar,
fotoğrafçı ve doğa sporları üstadıdır. Uluslararası “kar leoparı” ödülü sahibidir aynı zamanda ve bu ödül kolay elde
edilebilecek bir ödül değildir, aaa bazıları ne var bunda, ödül sahibi olmuşsa
ne olmuş, gibi küçümseyici, dudak bükerek vaziyet alabilirler, katılmasam dahi,
onların beğenmeme haklarına saygı duyarım. Sadece bu hakkı kullananların,
diğerlerinin haddinden fazla parlatılan bazı konuları güncel, ahlaki, isabetli
bulmamalarına da saygılı davranmalarının yerine getirilmesi kaydıyla mana
bulacağını bilmeleri gerekmektedir.
Biz
ilke ve kurallarını bilmesek de, biz yapamasak da “dağcılık” çok önemli bir
spor dalıdır. Hele ki, siz bir de “kar leoparı” ödüllü iseniz ki manası
Asya’daki yüksekliği 7.000 mt.den fazla olan 5 dağın zirvesine ulaşılmış
demektir. Öyle dudak bükemezsiniz, gülüp geçemezsiniz. Everest Dağına tırmanan
ilk Canım Yurdumun insanı idi… Siz buna gülerseniz maazallah uzay gemisi
seyahatine dâhil olana da başkaları güler, aman dikkat…
Nasuh
Mahruki esas ününü, arama ve kurtarma konusunda kurulmuş muhteşem AKUT organizasyonunun önemli bir lideri
olması ile kazanmıştır. Bilindiği üzere AKUT 1999 Yalova depreminde müthiş başarılı
işler yaparak kamuoyunun teveccühüne mazhar olmuştur. AKUT 1999 senesinde
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından “kamu yararına çalışan dernek” iradesi
ile büyük iltifata mazhar olurken, sonraki hükümetler tarafından da büyük ihtâratlara
muhatap olmuştur. Bu ne yaman çelişki, devlet hayatında devamlılık esastır
ilkesi, nerde derler adama…
“Mahruk”
kelimesi için başvurduğumuz Türkçemizin en önemli Etimoloji Sözlüğü Nişanyan
sözlüğüne göre “Mahrukat” başlığı
altında “Arapça ḥrḳ kökünden gelen
maḥrūḳāt, “yanan şeyler, yakıt” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça maḥrūḳ
“yanan, yakılan” sözcüğünün +āt
ekiyle çoğuludur. Bu sözcük Arapça ḥaraḳa “yaktı”
fiilinin mafˁūl vezninde tekilidir.
Bugün
Sakız Adası Kalesine ana kapıdan girdiğinizde hemen ulaştığınız ilk küçük
meydanın sol tarafında kafeler arasındaki alana sıkışmış küçük bir mezarlık
görürsünüz. Burası adada vefat edip defnedilmiş Osmanlı Tebaasından bir kısım
muhteremin bugüne kalmış mezar taşları ile doludur. Burada birbirine benzeyen
mermer mezar taşları içerisinde bir tanesi farklı şekli ile hemen dikkatinizi
çeker… Merak edip dikkatli inceler iseniz ve uygun kaynaklardan da okuyarak
bilgilenmiş iseniz o mezarlıkta yatanların hikâyelerini ve hemen farklı olanın “Kaptan-ı Derya Mahrukizade Ali Paşaya”
ait olduğunu anlarsınız. Peki, kimdir Mahrukizade Ali Paşa, işte yukarıda kısa hikâyesi
zikredilmiş “Nasuh Mahruki’nin” 5 kuşak önceki dedesidir. Evet, bu mezarı ilk
kez 1 Mart 2015 (fotoğraftaki tarih) tarihinde Sakız Adasının meşhur “Chios
Fresh Beer”lerinden içelim diye oturduğumuzda tesadüfi olarak karşımda gördüm… Hangi
kaynaktan okuduğumu şimdilerde hatırlamadığım 1822 tarihli “Sakız İsyanı”
sırasında gemisi yakılarak hayatını kaybeden Kaptan-ı Derya’ya ait mezarın
olduğunu anlamıştım. Sonraları ise Dr. Murat Tezcan’ın yazmış olduğu “Fethinden mübadeleye Sakız Adası”
kitabından olabildiğince detaylı ve sürecin tekmili birden derç edilmiş
halinden okudum. Bilindiği üzere, Yunanistan’daki bağımsızlık mücadelesine
eşzamanlı Sakız Adasında da diğer adalardan katılımlarla büyük bir isyan
başlıyor, sonuç çok büyük bir kırım ile nihayetleniyor, çok çeşitli kaynaklara
göre çok değişken rakamlar olmasına rağmen, biz dönemin Sakız Muhafızı Vahit
Paşanın hayatının anlatıldığı kitaptan alalım bu rakamları 15.000 esir, 25.000
ölü… İlaveten Adayı terk eden yaklaşık 40.000 insanın olduğu da belirtiliyor… Sakız
Adasının nüfusunun da 120.000 olduğu düşünülürse fecaatin boyutu kendiliğinden çıkıyor
ortaya… Gerçi Adadaki “Nea Moni” Manastırındaki bir sunumda rakamlar çok
değişik ve fazla görünüyor. Burada da kırım yapanların “Türk” olduğundan
bahsediliyor, tarih 1822 olunca otorite Osmanlı olmalı lakin bu konuda tercih
böyle konuluyor. Rusya’daki benzer rast geliş üstüne görüşlerimi uzunca yazmış
idim… Hani derdim “Türkler böyle işler yapmaz” itirazı değil, ama tarihe daha
münasip not düşmek manasında… Nea Mori Manastırından Adanın batı yönüne
ilerlerseniz tamamı taş evlerden oluşmuş lakin terk edilmiş gayet yüksek bir uçurum
kenarındaki “Anavatos” adındaki bir köye
gelirsiniz, rivayet o ki, Osmanlı Kuvvetlerinden kaçıp buraya sığınan
insanların mezkûr kuvvetlerin köye girmesini müteakip neredeyse tamamı
kendilerini uçuruma atıp intihar tercihi yapmışlar. Ben anlatılanların
anlatıcısıyım…
Şimdi
gelelim “Kaptan-ı Derya Kara Ali Paşa” (Mahrukizade)
öldürülmesinin Dr. Murat Tezcan’ın kitabındaki anlatımına… “Bu gemiler Fransa ve Avusturya bayrağı
çekmiş Psara Adalı Kaptan Konstantine Kanaris ve Hydra Adalı George Pepinis
tarafından idare edilen Yunan gemileriydi. Bu gemilerdeki kaptan Kanaris ve beraberindeki
20 gemicinin amacı ateş kayıkları ile Osmanlı donanmasına saldırmaktı. Ateş
kayıkları, düşman gemisi üzerine sevk edilip, kayık hedefe vardığında ateşe
verilerek ve teknenin arkasındaki ikinci bir kayığa binilip uzaklaşılarak
kullanılan bir saldırı yöntemi idi. Tam gece yarısı havanın soğuk ve karanlık olmasından
dolayı mürettebat kendilerine yanaşan ateş kayıklarını fark etmedi. Osmanlı
sancak gemisi 2286 kişi taşıyordu ve bunların büyük kısmı Hristiyan kölelerdi,
kısa sürede sancak gemisine ateş kayıkları ile gemi alev aldı. En fazla 180
kişi kurtulabilmişti. Ali Paşa yanmış ve denize düşmüştü, yardımına koşanlarca
sahile ulaştırıldıysa, burada son nefesi verdi. Gece 2 sularında sancak gemisi
büyük bir patlama ile havaya uçtu. Paşa kale içinde gömüldü.”
Kaptan-ı
Derya Mahrukizade Ali Paşa mezar taşında şunlar yazıyormuş;
“Hüve’l- Bâki
Server-i deryâ şeref-bahş-i donanmâ-yı şerif
Revnak-efzâ-yı vezâret dürr-i bi-hemtâ ferit
Şâhbâz-ı
evc-i ulyâ Şehsuvâr-ı nâmdâr
Kahramân Tayyâr-ı sâni fenn-i deryâda vahid
Şir-ı meydân-ı şecâat bir vezir-i ercümend
Ol Nasuh-zâde Ali Paşâ-yı deryâ-dil reşid
Din(ü) devlet hizmetinde
nakd-i ömrin bezl idüb
Buldu unvân-ı vezâretle zihi feyz-i mezid
Lenger-endâz-ı ikamet Sâkız önünde iken
Keştişin tezvir ile âteşleyüb Rum-i pelid
Kâmrân
el-hakk kemâl üzre cihânda ölmeden
Destine sundu ecel sâkisi câm-i nâ-ümid
Yazdı tarihin Fürüği hem dahi
ol-demde kim
Cân virüb oldu Ali Paşâ gemisiyle şehid
Sene 1237 Şevval fi gurre
(21.06.1822 Cuma)”
“Bu tarihten itibaren Ali Paşa, “yanarak
ölmüş” anlamındaki “mahruki” lakabı
ile bilindi. Yunanlılar ise Adadaki katliam nedeniyle ona “Kara Ali” dediler. Osmanlı Sancak Gemisini yakıp Kaptan-ı Derya’yı
öldüren Kanaris ise Yunanlıların ulusal kahramanı olarak bilindi ve ileriki
yıllarda defalarca Yunanistan Başbakanı oldu. Sakız Adasının Vounaki Meydanında
heykeli dikilidir.” diye anlatıyor Dr. Murat Tezcan, önce lakabın
ihdası bilahare de soyadına tahvili hikâyesini…
İlaveten;
Filiz Yaşar’ın kaleme aldığı “Yunan bağımsızlık savaşı’nda Sakız Adası” adlı
kitap ile bu konuları alabildiğine derin ele alarak, Mora Yarımadasında
başlayan Yunan ayaklanmasının, Sakız Adası yansımaları ve sonuçları ile Avrupa’daki
yansımaları, isyan ve bastırılması üzerine ünlü yazar ve şair Victor Hugo’nun
dahi “mavi gözlü bir çocuk, bir yunan çocuğu oturmuş” diyerek şiir ile tepkisini
dile getirdiğinin tespiti çerçevesinde belirtir. Bu kitapta yer alan olayların
detayları üzerine bilahare değinmek kaydıyla…
1 yorum:
Yine derin tarifé dalmışsın
Yorum Gönder