Perşembe, Aralık 05, 2024

MAHRUKİZADELER

 “Mahruki” soyadlı Nasuh’u ilk duyduğumda bana hiç bizden gibi gelmemiş idi, dönem onun yaman ve çelik iradeli dağcılığı dönemi idi. Özellikle soyisim kulağa yerli gibi gelmiyor idi doğrusu, daha çok Ortadoğu veya Asyalı bir söylenişi vardı sanki… Ne zaman ki, gazetelerde, geçmişi, eğitimi ve faaliyetleri ile ilgili sitayişkâr ve alkış tutucu yazılar yazılmaya başladı, gördük ki gerçekten karşımızda son derece ilgili, bilgili, donanımlı, duyarlı ve vatansever biri var… Peki, o sadece bir “dağcı” mı idi, şüphesiz değildi, aynı zamanda o bir yazar, fotoğrafçı ve doğa sporları üstadıdır. Uluslararası “kar leoparı” ödülü sahibidir aynı zamanda ve bu ödül kolay elde edilebilecek bir ödül değildir, aaa bazıları ne var bunda, ödül sahibi olmuşsa ne olmuş, gibi küçümseyici, dudak bükerek vaziyet alabilirler, katılmasam dahi, onların beğenmeme haklarına saygı duyarım. Sadece bu hakkı kullananların, diğerlerinin haddinden fazla parlatılan bazı konuları güncel, ahlaki, isabetli bulmamalarına da saygılı davranmalarının yerine getirilmesi kaydıyla mana bulacağını bilmeleri gerekmektedir.

Biz ilke ve kurallarını bilmesek de, biz yapamasak da “dağcılık” çok önemli bir spor dalıdır. Hele ki, siz bir de “kar leoparı” ödüllü iseniz ki manası Asya’daki yüksekliği 7.000 mt.den fazla olan 5 dağın zirvesine ulaşılmış demektir. Öyle dudak bükemezsiniz, gülüp geçemezsiniz. Everest Dağına tırmanan ilk Canım Yurdumun insanı idi… Siz buna gülerseniz maazallah uzay gemisi seyahatine dâhil olana da başkaları güler, aman dikkat…

Nasuh Mahruki esas ününü, arama ve kurtarma konusunda kurulmuş muhteşem AKUT organizasyonunun önemli bir lideri olması ile kazanmıştır. Bilindiği üzere AKUT 1999 Yalova depreminde müthiş başarılı işler yaparak kamuoyunun teveccühüne mazhar olmuştur. AKUT 1999 senesinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından “kamu yararına çalışan dernek” iradesi ile büyük iltifata mazhar olurken, sonraki hükümetler tarafından da büyük ihtâratlara muhatap olmuştur. Bu ne yaman çelişki, devlet hayatında devamlılık esastır ilkesi, nerde derler adama…

“Mahruk” kelimesi için başvurduğumuz Türkçemizin en önemli Etimoloji Sözlüğü Nişanyan sözlüğüne göre  “Mahrukat” başlığı altında “Arapça ḥrḳ kökünden gelen maḥrūḳāt,  “yanan şeyler, yakıt” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça maḥrūḳ “yanan, yakılan” sözcüğünün +āt ekiyle çoğuludur. Bu sözcük Arapça ḥaraḳa “yaktı” fiilinin mafˁūl vezninde tekilidir.

Bugün Sakız Adası Kalesine ana kapıdan girdiğinizde hemen ulaştığınız ilk küçük meydanın sol tarafında kafeler arasındaki alana sıkışmış küçük bir mezarlık görürsünüz. Burası adada vefat edip defnedilmiş Osmanlı Tebaasından bir kısım muhteremin bugüne kalmış mezar taşları ile doludur. Burada birbirine benzeyen mermer mezar taşları içerisinde bir tanesi farklı şekli ile hemen dikkatinizi çeker… Merak edip dikkatli inceler iseniz ve uygun kaynaklardan da okuyarak bilgilenmiş iseniz o mezarlıkta yatanların hikâyelerini ve hemen farklı olanın “Kaptan-ı Derya Mahrukizade Ali Paşaya” ait olduğunu anlarsınız. Peki, kimdir Mahrukizade Ali Paşa, işte yukarıda kısa hikâyesi zikredilmiş “Nasuh Mahruki’nin” 5 kuşak önceki dedesidir. Evet, bu mezarı ilk kez 1 Mart 2015 (fotoğraftaki tarih) tarihinde Sakız Adasının meşhur “Chios Fresh Beer”lerinden içelim diye oturduğumuzda tesadüfi olarak karşımda gördüm… Hangi kaynaktan okuduğumu şimdilerde hatırlamadığım 1822 tarihli “Sakız İsyanı” sırasında gemisi yakılarak hayatını kaybeden Kaptan-ı Derya’ya ait mezarın olduğunu anlamıştım. Sonraları ise Dr. Murat Tezcan’ın yazmış olduğu “Fethinden mübadeleye Sakız Adası” kitabından olabildiğince detaylı ve sürecin tekmili birden derç edilmiş halinden okudum. Bilindiği üzere, Yunanistan’daki bağımsızlık mücadelesine eşzamanlı Sakız Adasında da diğer adalardan katılımlarla büyük bir isyan başlıyor, sonuç çok büyük bir kırım ile nihayetleniyor, çok çeşitli kaynaklara göre çok değişken rakamlar olmasına rağmen, biz dönemin Sakız Muhafızı Vahit Paşanın hayatının anlatıldığı kitaptan alalım bu rakamları 15.000 esir, 25.000 ölü… İlaveten Adayı terk eden yaklaşık 40.000 insanın olduğu da belirtiliyor… Sakız Adasının nüfusunun da 120.000 olduğu düşünülürse fecaatin boyutu kendiliğinden çıkıyor ortaya… Gerçi Adadaki “Nea Moni” Manastırındaki bir sunumda rakamlar çok değişik ve fazla görünüyor. Burada da kırım yapanların “Türk” olduğundan bahsediliyor, tarih 1822 olunca otorite Osmanlı olmalı lakin bu konuda tercih böyle konuluyor. Rusya’daki benzer rast geliş üstüne görüşlerimi uzunca yazmış idim… Hani derdim “Türkler böyle işler yapmaz” itirazı değil, ama tarihe daha münasip not düşmek manasında… Nea Mori Manastırından Adanın batı yönüne ilerlerseniz tamamı taş evlerden oluşmuş lakin terk edilmiş gayet yüksek bir uçurum kenarındaki “Anavatos” adındaki bir köye gelirsiniz, rivayet o ki, Osmanlı Kuvvetlerinden kaçıp buraya sığınan insanların mezkûr kuvvetlerin köye girmesini müteakip neredeyse tamamı kendilerini uçuruma atıp intihar tercihi yapmışlar. Ben anlatılanların anlatıcısıyım…

Şimdi gelelim “Kaptan-ı Derya Kara Ali Paşa” (Mahrukizade) öldürülmesinin Dr. Murat Tezcan’ın kitabındaki anlatımına… “Bu gemiler Fransa ve Avusturya bayrağı çekmiş Psara Adalı Kaptan Konstantine Kanaris ve Hydra Adalı George Pepinis tarafından idare edilen Yunan gemileriydi. Bu gemilerdeki kaptan Kanaris ve beraberindeki 20 gemicinin amacı ateş kayıkları ile Osmanlı donanmasına saldırmaktı. Ateş kayıkları, düşman gemisi üzerine sevk edilip, kayık hedefe vardığında ateşe verilerek ve teknenin arkasındaki ikinci bir kayığa binilip uzaklaşılarak kullanılan bir saldırı yöntemi idi. Tam gece yarısı havanın soğuk ve karanlık olmasından dolayı mürettebat kendilerine yanaşan ateş kayıklarını fark etmedi. Osmanlı sancak gemisi 2286 kişi taşıyordu ve bunların büyük kısmı Hristiyan kölelerdi, kısa sürede sancak gemisine ateş kayıkları ile gemi alev aldı. En fazla 180 kişi kurtulabilmişti. Ali Paşa yanmış ve denize düşmüştü, yardımına koşanlarca sahile ulaştırıldıysa, burada son nefesi verdi. Gece 2 sularında sancak gemisi büyük bir patlama ile havaya uçtu. Paşa kale içinde gömüldü.”

Kaptan-ı Derya Mahrukizade Ali Paşa mezar taşında şunlar yazıyormuş;

“Hüve’l- Bâki

Server-i deryâ şeref-bahş-i donanmâ-yı şerif

Revnak-efzâ-yı vezâret dürr-i bi-hemtâ ferit

Şâhbâz-ı evc-i ulyâ Şehsuvâr-ı nâmdâr

Kahramân Tayyâr-ı sâni fenn-i deryâda vahid

Şir-ı meydân-ı şecâat bir vezir-i ercümend

Ol Nasuh-zâde Ali Paşâ-yı deryâ-dil reşid

Din(ü) devlet hizmetinde nakd-i ömrin bezl idüb

Buldu unvân-ı vezâretle zihi feyz-i mezid

Lenger-endâz-ı ikamet Sâkız önünde iken

Keştişin tezvir ile âteşleyüb Rum-i pelid

Kâmrân el-hakk kemâl üzre cihânda ölmeden

Destine sundu ecel sâkisi câm-i nâ-ümid

Yazdı tarihin Fürüği hem dahi ol-demde kim

Cân virüb oldu Ali Paşâ gemisiyle şehid

Sene 1237 Şevval fi gurre (21.06.1822 Cuma)”

Bu tarihten itibaren Ali Paşa, “yanarak ölmüş” anlamındaki “mahruki” lakabı ile bilindi. Yunanlılar ise Adadaki katliam nedeniyle ona “Kara Ali” dediler. Osmanlı Sancak Gemisini yakıp Kaptan-ı Derya’yı öldüren Kanaris ise Yunanlıların ulusal kahramanı olarak bilindi ve ileriki yıllarda defalarca Yunanistan Başbakanı oldu. Sakız Adasının Vounaki Meydanında heykeli dikilidir.” diye anlatıyor Dr. Murat Tezcan, önce lakabın ihdası bilahare de soyadına tahvili hikâyesini…

İlaveten; Filiz Yaşar’ın kaleme aldığı “Yunan bağımsızlık savaşı’nda Sakız Adası” adlı kitap ile bu konuları alabildiğine derin ele alarak, Mora Yarımadasında başlayan Yunan ayaklanmasının, Sakız Adası yansımaları ve sonuçları ile Avrupa’daki yansımaları, isyan ve bastırılması üzerine ünlü yazar ve şair Victor Hugo’nun dahi “mavi gözlü bir çocuk, bir yunan çocuğu oturmuş” diyerek şiir ile tepkisini dile getirdiğinin tespiti çerçevesinde belirtir. Bu kitapta yer alan olayların detayları üzerine bilahare değinmek kaydıyla… 


1 yorum:

Adsız dedi ki...

Yine derin tarifé dalmışsın