Cumartesi, Kasım 30, 2024

VEHBİ ÖZCAN, HEMŞEEERİM

 

Kıvırcık saçlarının, yerinde duramaz kıpır kıpır hareketlerinin yarattığı güzel enerji geçtiği her yerde etkisini yaratır ve bırakır, uzunca bir süre bu enerji eserdi geçilen yerde… Benim çocukluğumun ve gençliğimin Çeşme’sinin güzel abilerinden birisidir. Bana her gördüklerinde yaş farkını hissettirmeksizin seslenen baba akranı çok abimiz olmasına rağmen sadece 2 kişi “hemşeeerim” diye yüksek perdeden seslenirdi, biri İbrahim Tütüncüoğlu ve diğeri de Vehbi Özcan abimiz… Şimdi artık her ikisi de aramızda değiller… Her ikisi başta olmak üzere tüm diğer abilerimizi de minnet ve büyük bir saygı ile anıyorum… İyi ki onlar hayatımızın o bölümünde bizlere abilik ve babalık yaptılar, neler öğrendik onlardan, onlar neler öğretti bizlere say say, yaz yaz bitmez…

Vehbi Abimin, 60’lı yıllarda “belediyede” başladığı çalışma hayatının o döneminde, çok sınırlı olan çalışan sayısı ve dahi ihtisas bölümlerinin oluşmadığı döneme denk gelmesi sebebiyle, ne iş olsa yapılır şeklindedir vazifesi. O dönemde belediyecilikte gelişmekte olan 2 önemli faaliyet vardır, elektrik ve su işleri… Elektrik üretimi ve dağıtımı biraz dolambaçlı yollardan da olsa getirilen bir dizel motor ile Çeşme gündemine gelmiştir. Önce özeldir elektrik üretimi ve dağıtımı bilahare de biraz çetrefilli süreçten geçerek belediye hizmeti haline gelir, şimdiki Haralombos Kilisesi o devirler belediyenin “Müstahsil Perakende Halinden” İzmir Otobüsleri garajına kadar çok çeşitli hizmetlere olduğu gibi elektrik üretimine de mekândır. İlk başlarda sadece güneş batımından sonra ve sadece geceleri bazen saat 23’e bazen de saat 24’e kadar elektrik verilirdi şebekeye… Şebeke de dönem itibariyle ağırlıklı aydınlatmaya müteveccihen tesis edilmiştir. Hatırladığım kadarı ile Kilisenin içinde kocaman bir dizel motor vardı ve hemen duvarın dışında da küçük bir havuzdaki su soğutma suyu olarak kullanılırdı… Galiba bu küçük süs havuzu soğutma suyu işi için kullanılmasının yanında süs balıklarına da mekândı… Yine hatırladığım kadarı ile motorun bakım ve işletme işlerinden sorumlu Nuri Usta adlı bir büyüğümüz vardı, Vehbi Özcan Abimiz de ihtiyaca binaen her daim oradadır… Dönem itibariyle mesai saat kavramı icat edilmiş olsa dahi bu mefhum henüz Çeşme’ye gelmediğinden ihtiyaç hangi saatte zuhur etmişse o saatte vazife başında bulunmak mukadderattır. Vehbi Abimiz sokak çeşmelerinden sonra evlere de su şebekesi irtibatını müteakip gayri su işlerinin de gedikli çalışanıdır. Dönem itibari ile su borularının ev bağlantıları ağırlıklı olarak işlenmesinin kolaylığı bakımından kurşun borudur… Malzeme özelliği sebebiyle sık arıza yapan bu boruların tamiri için arıza yerinin tespiti, kazının yapılması gibi faaliyetler için teknoloji külliyen “manpower” vaziyetindedir, kazılar elle yapılır, toprak evsafı sebebiyle uzun sürer, kurşun boru tamiri için dışarıdan hizmet alınır vs vs… İşte bu kısıtlı imkânlar dâhilinde bu iki bölümün bir dolu sıkıntısına Vehbi Abim derman olmaya çalışmaktadır.

Vehbi Abimin, babam “Tito Yaşar” ile çok güzel muhabbetleri var idi bu muhabbetlerin içerik ve safahatı hakkında gerçek manada bir malumatım olmasa dahi samimi ve içten olduğu muhakkak olup sürekli gülmeler ve hatta kahkahalar ile devam ettiği bilirim. Bu konuyu oğul İbrahim Özcan’a da sorduğumda benzer cevapları verdiğini hatırlıyorum… Bildiğim kadarı ile su şebekesine şimdilerde de halen kullanılan “su deposundan” verilen suyun membaı ise önceleri bir, sonra iki ve bilahare de dört adet olan su kuyuları idi.  Bunların 3 adedi bizim Musalla Mahallesinde idi.  Kuyular fazla derin olmayınca arsenik tehlikesinden azade durumda olup güvenle içilebilmekte idi. Şüphesiz su için güvenilir olmanın çok çeşitli tesirlerden meydana geldiği bilinmektedir, arsenik bunlardan sadece biridir… Bizim mahalledeki su kuyuların bulunduğu alan yağmurlarla hemen bir gölet halini alan Güngör Taylan büyüğümüzün enginar bahçesinin hemen yanındaydı. Su Pompalarının ve Motorların, önceleri jeneratörlerin bilahare de merkezi şebekeden gelen elektrik için kullanılan panoların bulunduğu, kapısı herkese her daim açık küçük bir kulübe bulunmaktaydı. Şimdi fazlaca detaylı hatırlayamadım lakin kocaman bir kasnak ve volan kayışı ile çalışan motor pompa düzeneği vardı… Zemin ise makine yağlarından adeta beton gibi bir görüntü verirdi. Enteresan bir sistematik gürültü çıkarırdı aynı zamanda. Yüzeyde su toplanması geçirimsiz tabakanın muhtemelen yeraltındaki farklı şekillerdeki halinin büyük su stoklarının oluşmasına sebeptir herhalde… Yüzeydeki suyun deşarjı için hemen oradan başlayan şimdiki 1032 sokaktan ilerleyerek “Akarca Deresine” irtibatlanan sadece yağmurlarda suyu akan bir dere vardı. Şimdi artık ne o yüzey suları var, ne o yağmurlar var, ne de o dereler var… Gerçi artık o yeraltı suları da derin kuyu suları da yok ya… İşte bu motorların bakımı içinde Vehbi Abimiz son derece mütevazı bisikleti ile mütemadiyen mobil vaziyettedir.

Artık derin kuyu suları da yok dedik ya, şimdi barajımız var… Gerçi barajımızın da su toplama havzasını inşaata kurban edecek adımlar atılıp duruyor lakin kamuoyu tepkisi nedeniyle cesaretle atılan adımlar bir anda ürkerek geri çekiliyor. Bir adım ileri, bir adım geri… Barajın da enteresan bir serencamı var, bin bir zahmet ile yapılıyor lakin kolaylıkla canım Yurdumun insanının tercihi, teveccühü ve tasdiki mucibince de liberal politikalara feda ediliyor. Sonra tekrar geri alınıyor lakin muhatap da yerli mümessilleri delaletiyle, hem alırken, hem de satarken dünyalığını yapıyor… Ama adı değişmiyor hep ÇALBİR, ALÇESU ve sonra da İZSU. Sonuç Canım Yurdumun insanı bu el değiştirmeler ile meşgul iken fiyatlar artıyor, kalite düşüyor, hizmette süreklilik temin edilemiyor, kimin umuruna, ne gam, ne kasavet… İZSU’nun hizmet kalitesini öğrenme adına sokağa çıkıp bir sorun bakalım, bu devasa kuruluş artık aramızda olmayan Vehbi Abimizin birkaç kişi ile teknolojik ve ekonomik destek ve rahatlıktan azade dönemindeki seviyede mi? Alacağınız cevabı ben dâhil herkes biliyor…

Vehbi Abimin sıklıkla takıldığı, artık ne soruyor ya da söylüyorsa, Manav Davut Ege’nin kendisine her defasında, “silah var da mermi yok” kabili cevapları da tüm çarşı esnafı tarafından bilinmesine rağmen ben manası hakkında o gün bu gündür fikir sahibi olamadım. Diğer taraftan daha termosifon kullanma aşamasına gelmemiş Çeşmelilerin Vehbi Abinin kendi imalatı termosifonu görmeye gelmeleri de bir başka efsanedir, bildiğim…

Oğlu İbrahim emekli olduktan sonra Çeşme’ye has lakin nesli kaybolmaya yüz tutmuş “Sakız Koyununu” eski parlak günlerine döndürebilmek için yoğun bir emek sarf etmektedir. Çeşme Belediyesinin de organize ettiği “sakız koyunu yetiştiriciliğini destekleme” faslından festivallerin cesareti ile de Oğul İbrahim hem severek yaptığı işin sahiplenildiğini görmesi ile daha da fazla azimle verimli işler yapmaktadır. Onunda bu geleneksel yerli hayvanımızın hayatiyetine katkısı dolayısı ile kocaman bir teşekkürü hak ettiğini hassaten düşünüyorum. Hele sosyal medya paylaşımlarında bu güzelim koyunlara verdiği isimlere bakınca bu konudaki samimiyet ve sebat daha iyi anlaşılacaktır, esasen de anlaşılmaktadır. Vehbi Abimizin kızı Serap ise eşi son derece sıcakkanlı Kadir ile birlikte çocuklarının da yardımı ile sahilde son derece hoş bir kafe ile bir butik otel işletmektedirler.

Bu vesile ile başta Vehbi Abimiz olmak üzere aramızda olmayan tüm büyüklerimizi bir defa daha saygı ve minnet ile anıyor yaşamaya devam edenlere de sağlıklı, mutlu ve uzun bir hayat diliyoruz…

 

Hiç yorum yok: