Mehmet
Erküçük; arkadaşlığı insana sükûnet, uhulet ve suhulet zerk ve telkin eden, bankacılık
hayatı güven veren, futbolculuğu her daim gol ve galibiyet vaat eden birisi
olarak akıllarımızda ve hatıralarımızda yerini alacak… Onu artık babacan ve
kendine güveninin timsali olan adeta bir çocuk masumiyetindeki gülücüğü ile her
daim hatırlayacağız. Maalesef Mehmet’i de kaybettik, aniden vefat haberini
alınca, içim burkuldu, burnumun direği sızladı, gerçekten çok çok üzgünüm. O
iyi bir dosttu, o iyi bir insandı, o iyi bir futbolcu idi, o iyi bir bankacı
idi, say say bitmez iyi tarafları… Onu çok özleyeceğiz.
Mehmet’ten
özellikle kafa toplarına çıkarken omuz, kol ve dirsekleri ölçülü kullanma
konusundaki başarılarını diğer arkadaşlarına aktarırken bir izlemiş olsaydınız,
hem dinleyenleri de, öğretme ve öğrenme arzusu tekmili birden… Hülasa 1970’li
senelerin en önemli golcülerinden Mehmet Erküçük takdimimdir, bilebildiğim,
anlayabildiğim ve hatırlayabildiğim ölçüde… Eğer erken dönemde sakatlanmayıp da
konuşulan ve bildiğim transferi gerçekleşmiş olsa idi, sonradan Fenerbahçe’ye
birkaç futbolcu vermiş bir takımın oyuncusu olacak idi…
Tek
vuruş ve kafa toplarındaki beceri ve başarısı tartışılmaz birisi idi, efsane
golcümüz… Dar alanda top saklama, top tutma, top saklarken vücudunu kullanma,
kollarını ve omuzlarını kullanma konusunda son derece mahir bir golcü idi.
Kontratak futbolundan daha ziyade set oyununa daha yatkın bir doğası vardı ya
da ben öyle hatırlıyorum. Futbolun basit kuralı, basit oynamak, kazanabilmek
için gol atmak, gol attıkça kazanmak, kazandıkça sevinmek, sevindikçe arkadaşlarınız
ve antrenörleriniz tarafından seçilmek, sevilmek ve sayılmak olup, Mehmet
bunların tamamını bihakkın doyasıya yaşamış ve yaşatmış birisidir… Hele
Mehmet’in golcülüğünün artışını siz bir de Çeşme Gençlik kadrosuna, bana göre dönemin
çok önemli bir golcüsü olan
Şerif Gün’ün
katılmasından sonra görmüş olsaydınız… Rakip savunmacıların biri ile nasıl başa
çıkarım diye düşündükleri dönemde ikisi bir arada iken neler olmaz neler… İşte
neler oldu, neler… O devirdeki Çeşme Gençlik hem de çok kısıtlı imkânlarla ve
tamamı Çeşmeli topçularla senelerce fırtına gibi esti durdu… Gol atma rekorları
kırıldı… Hâsılı Çeşme Gençlik fırtına gibi eserken en uçtaki pozisyon Mehmet’e
aitti… Efsane kadronun sağ açık ve sol açık mevkiinde
Nail Barutçuoğlu ve
Latif
Çelebi dripling, çalım ve top kullanma maharetleri yüksek hızlı oyuncuların
taşıdığı topları Mehmet deyim yerinde ise leblebi gibi gol yapardı… Bizler de
tribünde hem takımımızın başarılı olması hem de bu başarıyı bizim arkadaşlarımızın
bize yaratması ile sevinçten “sekiz köşe” vaziyette izlerdik. Defansta “Kedi”
lakaplı birkaç yıl önce kaybettiğimiz dostum
Tufan Çınar ile uzun ve sağlıklı ömürler dilediğim
Güngör Yamaner önlerinde bana göre
şansı azıcık yaver gitse idi, azıcık elinden tutan olsa idi, bir de arkadaş
grubunun azıcık doğru tespit ve tayini olsa idi, birkaç tane “imparator” edecek
meziyet ve maharetteki
Hasan Soma,
bu efsane kadronun bel kemikleri olmuşlardır. Bu isimleri saydığıma bakıp
sadece bunlar mı demeyin, yine futbola verdiklerinin çok çok azını futboldan
aldıklarını bildiğim yine bana göre döneminin çok başarılı oyuncularından
efsane kaleci
Arif Çilek, müthiş orta
saha Agili
Ergun Mütevellioğlu, sol
bek
Davul Ahmet Keleş, sağ bek
Yanık Hüseyin… Hele topu ayağıyla değil
de gözü ile
oynayan Kadri Karataş ve
onu huyunu değiştirsin diye verilen çabaları hatırlayınca, emin olun kendimi
çok çok şanslı hissediyorum, hani oynama becerisi ve kabiliyeti gösterememe
rağmen bu kadar çok iyi futbol bilen ve oynayan dostlarla yarenlik etmiş
olmanın mutluluğu hala beni gururlandırmaktadır. Bu futbolcuları izlemeyenler
şüphesiz bu yazdıklarımı pek anlamlandıramıyor olabilirler lakin izleyenler
hala daha 1974 yılının Hollanda ve Almanya milli takımlarının karışımı futbol
tadını almaktadırlar… Boşuna değildi herhalde, Göztepe ve Altay takımlarının
her hazırlık döneminde kendilerine rakip diye Çeşme Gençlik’i tercih etmeleri… Takımın
başındaki ve diğer yöneticilere haksızlık olmasın lakin neredeyse takımın her
şeyi maalesef o da artık aramızda olmayan,
“Makiko
İsmail Denizli” benim adıma unutulmazlar listemin başındadır. Hani herkes
Mustafa Denizli’nin abisi diye söyler ve hatırlar lakin bana göre
Mustafa Denizli, İsmail Denizli’nin küçük kardeşidir,
nokta… Müthiş bir futbol ve dama dâhisi İsmail Denizli maalesef birçok benzeri
gibi gölgede kalmıştır… Mesela ben yetkili olsa idim tartışmasız Milli Takım
Teknik Direktörü İsmail Denizli olurdu ve herkes görürdü neler olabileceğini…
Mehmet;
tarımsal faaliyetlerin özellikle de tütüncülerin desteklenmesine müteallik
kurulmuş “Türkiye Tütüncüler Bankası”
Çeşme şubesinin en eski memurlarından sayılabilir. Mezkûr banka Canım Yurdumun
abuk subuk özelleştirme sevda ve furyasının kurbanı olarak bir dolu değişik
patronaj ve adlarla sahne almaya devam etti sonraları, nihayet her ölümlü gibi
o da sizlere ömür… Demek ki patronların, ya ihtiyaçları bitti, ya
yönetemediler, ya yönetmek istemediler, ya fahiş kârlarla başkalarına sattılar,
ya içini boşaltıp batırdılar, artık doğrusu neyse bu banka özelinde… Mehmet,
Tütünbank’ın şube müdürlüğüne de yaptı bir vade, başka dost ve arkadaşlardan
dinlediğim kadarı ile ihtiyaç sahiplerine kaideler ve mevzuat çerçevesinde her
türlü kolaylık ve desteği göstermiştir. Zaten böyle olması da tam onun ruh ve
doğasına mütenasip bir durumdur. Bankadan emekli olduktan sonra da her Canım Yurdum
emeklisi gibi çalışmaya devam etti. Önce döviz büroları furyasının Çeşme’ye yol
düşürmesi sonucunda kurulan “Bamka Döviz Bürosunun” yöneticiliğini yaptı, dönem
itibari ile benim de emekli olup köyüme dönüşüm sebebiyle daha sık görüşür hale
geldik. Esasen Erküçük ailesinin fertlerinin hepsi bildiğim, muhabbetim olan
insanlardır, Abi Ahmet Sağlık Bakanlığı emeklisi ve küçük kardeş Hasan da eski
futbolculardan olup lakabı da, fizik ve stilinin benzemesi sebebiyle Hollandalı
futbolcu “Rensenbirink”ten mülhem olup gençlik senelerimizde yaz akşamları
neredeyse her gün yolumuz bir yerlerde kesişen birisiydi. Mehmet, "Bamka Döviz'den" sonra da çalışmaya devam etti ama bu seferde yine futboldan kopmadan…
Rahatsızlığı
öncesi zaman zaman Nadir Ergun, ismet Karadede, Hayrettin Barbaros ve Alparslan
Koparal gibi arkadaşlarımız başta olmak üzere kalabalık gruplar halinde havanın
da müsaade etmesine bağlı Meydan Cafe’de çay içip muhabbetler ederdik… Sohbet
konularımız futbol ağırlıklı gibi görünse dahi esasen Canım Yurdumun yakıcı gündemi
ne ise bizim de oydu… Futbol yanında, kitap, edebiyat, sinema gibi konular da
menüde has yerini alırdı… Bir gün dönemin en yaygın konuşulan konusu “Badeci
Şeyh” olunca, son okuduğum Timur Soykan’ın “Badeci Şeyhin Sır Odası” adlı
kitabından bahsedince Mehmet ve İsmet hayretle ve inanmaz gözlerle bana
baktılar, ben de kitabın doğrudan mahkeme aşamasındaki iddia ve savunmalarından
meydana geldiğini söylemiş idim. Baktım bu 2 arkadaşım ziyadesiyle merak
buyurdular hemen ikisine de internet kitap evlerinin birinden mezkûr kitabı
satın alıp hediye etmiştim. Mehmet’ten inanılmaz geri dönüşler aldım…
Başta
Mehmet olmak üzere artık aramızda olmayan tüm dost ve tanıdıklarımızı saygı ve
hürmetle anıyorum…
1 yorum:
Ne güzel anlattın değerli arkadaşım sağ ol var ol görüşmek üzere sevgilerimi sunarım ..
Yorum Gönder