"Şiilerin Kerbela’ya çok sayıda cenaze getirip defnettikleri bilinir. Bu nedenle avlunun dört tarafındaki odaların pek çoğunda Hint ve İran prenslerinin mezarları vardır. İnsanların cenazeleri kıl çuval sarılı tabutlar içinde gelir ve avlunun altında mağaralar olduğundan bu cenazeler önce türbe içine getirilerek mezar-ı şerifin etrafında dolaştırıldıktan sonra mağaralara koyulur. Mağaralar her ne kadar geniş ve büyükse de her sene getirilen cenazelerin fazlalığından dolayı üç beş senede bir kere boşaltılması gerekir ve çıkarılan kemikler odun yerine külhanlarda yakılmak üzere hamamcılar tarafından satın alınırmış."
"Bağdat’ta sıcak mevsimde cenazeleri gece defnederler. Henüz evlenmemiş gençlerle bakirlerin cenazelerinin önünde def ve kudüm çalarlar ve kadınlar kabristana kadar giderler. Cenaze çıkan evlerde kadınlar arasında bir hafta hatim töreni yapılır. Bu tören ücretle tutulan birtakım ağlayıcı kadınların vefat eden adamın övgüsünü ilahi tarzında okuyup feryat etmelerinden ve toplanan komşu kadınlarının göğüslerine vurarak “helhele” dedikleri “lülülülü” diye bağırmalarından ibarettir. Ağlayıcı kadınlar ilahileri vakit vakit okuduklarından arada kahve, şerbet ve nargileler içilir ve gülerek eğlenerek sohbet edilir. Her sene ramazan-ı şerifin birinci gecesi o sene cenazesi olanların evlerinde bu matem töreni yapılır."
"Persiler bundan üç buçuk dört asır önce İran’dan göç ederek bu bölgeye gelmiş olan ateşperestlerdir. Tapınaklarındaki ateşten başka güneşe de taparlar. Her akşam günbatımı zamanı deniz kıyısına inerek güneşe karşı secde ederler ve deniz suyuyla yüzlerini yıkarlar. Tapınaklarındaki ateş, güya göç ettikleri zaman İran’da terk ettikleri tapınaktan alıp hiç söndürmeden birlikte getirdikleri ateşmiş. Ölülerini mezara defnetmezler. Daha önce sözü edilen Malabarhil adlı yerdeki tapınaklarının bahçesinde daire şeklinde ve çatısız kulelerin içine cenazelerini bırakıp kartal kuşlarına yedirirler. Özellikle gidip gördüm. Kulelerin üzerinde birçok kartal durur. Mezarcılar cenazeyi içeri bırakıp çekildikleri anda kartallar kulenin içine hücum ederek birkaç dakikada işlerini bitirip yine yerlerine çıkarlar. Ardından mezarcılar kemikleri toplayıp yakarak külünü akrabaları isterse verirler ve istemezse ya denize atarlar veya havaya savururlar."
"Banyanlar ölülerini tabuta koymayıp düz bir tahta üzerine yatırırlar ve üzerine tülden bir örtü örterek dört kişi omuzlarına alıp götürürler. Bunların mezarlıkları yoktur. Bir günde ölenleri bir yerde toplayıp gece yakarlar. Brahmanlardan aldığım izin belgesi ile bir gece Banyanların cenaze yakmalarını görmeye gittim. Dört tarafı duvarla çevrili bir avlu içerisinde birkaç odun kümesi yapıp cenazeleri bunların aralarına yatırdıktan ve üzerlerine biraz petrol döktükten sonra ateşe veriyorlar. Ardından mezarcılar ellerine darbuka türünden birer defle (gemi demirlerinin zincirleri gibi ses çıkaran) ziller alarak ateş sönünceye kadar çalışıyorlar. Cenazelerin yakılması sırasında akraba ve yakınlardan kimse bulunmuyor. Yalnız birkaç mezarcı bu hizmeti yerine getiriyor. Avlu içerisinde yanan cenazelerin mavi renkli alevlerinden başka ortalığı aydınlatacak fener ve kandil yoktur. Tenleri kahverengi ve elbiseleri kırmızı olan mezarcıların iğrenç kokulu bu mavi alevler içinde zebani gibi görünüşleri ve çaldıkları tef ve zillerin müthiş sesleri doğrusu tüylerimi ürpertti. Odun kümeleriyle cenazeler tamamen kül olduktan sonra insan kafalarının tüfek atılır gibi patlamaya başlaması büsbütün hayret ve korkumu arttırdı. O gece sinirlerim tuttu. Sabaha kadar uyuyamadım. Bundan elli yıl önce Banyanlardan vefat edenlerin hayattaki eşlerin de birlikte yakmak adetleri gereğiyken İngilizlerin şiddetle yasaklaması üzerine bu vahşilikten vazgeçmişlerse de tutucular ve özellikle Banyanlar bu yasaktan asla memnun değilmiş. Bugün İngiliz memurları bulunmayan köylerde ve ücra yerlerde kocası ölen kadınları yine gizlice yaktıkları söylenir."
"Bombay’dan Aden’e kadar bin altı yüz altmış iki mildir. Bu mesafeyi gökyüzü ve denizden başka bir şey görmeksizin, hamdolsun gayet durgun ve tatlı bir havayla dört buçuk günde kat ederek Kasım’ın yirmi birinde Çarşamba sabahı erkence Aden’e vardık. İngiliz yolculardan biri Bombay’dan hareketimizin ikinci günü vefat ettiğinden vapurun tapınağında dini tören yapılarak cesedi denize bırakıldı. Ondan başka keder verecek bir şey olmadı."
Görüldüğü üzere Yazarın şahitlikleri çerçevesinde defin işlemleri bu
şekilde sıralanmıştır. Peki, mezkûr gelenekler bugüne kadar ulaşabilmiş midir,
hiç zannetmiyorum. Toplumsal iletişim ve etkileşimin ilerlemeci düstur ve
nizamı muhakkak tecelli edecek olup şimdilerde bizim de şahit olduğumuz sert ve
göze hoş gelmeyen bir dolu gelenekte olduğu üzere zayıflamaya, şirinleşmeye ve
dahi evrimleşmeye uğruyor ve uğrayacaktır da... Mesela, Persiler hala
cenazelerini Kartalların beslenmesi için bırakıyorlar mıdır? Hiç
zannetmiyorum... Hamamcılara kemik satılmasına halen devam ediliyor mudur?
Satılıyorsa da en azından niyet olarak onu yakacak hamamcı var mıdır? Hiç
zannetmiyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder