Çarşamba, Nisan 23, 2025

CAN İLE CAN - HATİCE MİTHAT CAN

 

Hayatlarını ve dahi canlarını hak, hukuk, insan hakları mücadelelerine adayan ve maalesef 6 Şubat Hatay depreminde hayatlarını kaybeden Hatice ve Mithat Can’ın hayatları Mahir Mansuroğlu ve Nuri Günay’ın birlikte yazdığı “Hatice-Mithat Can: Aynı denizde buluşan ırmaklar” adlı kitap ile ölümsüzleştirildi. Herkese, misal teşkil edecek bir hayat bütünlüğü ve tutarlılığı var kitabın her satırında Can’ların hayatından tensip babından.  Kitabın son bölümünde dostları ve tanıdıklarının kaleminden bu manalı hayatın bazı bölümleri var ve buradan Ender İmrek’in anlatımından bir bölümü aktarmak istiyorum. “baskısız-sömürüsüz-savaşsız başka bir dünya tahayyül eden, ancak düşünmekle, dile getirmekle yetinmeyen değiştirmek için mücadele eden, sözüyle eyleminde uyumlu ve tutarlı iki devrimci yoldaştır Canlar. Kadın erkek eşitliğini kararlıca savunmuş ve kendi öz yaşamları dâhil uygulamış, yıllar geçerken zihnen her daim genç kalmış iki insan. –ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa- diyen; dil, kültür, inanç, düşünce, örgütlenme… İnsana dair olana vurulmak istenen her pranganın kırılması için söz söyleyen ve bununla yetinmeyip eyleme geçendir ikisi de. Her devrimcinin ardından güzel sözler edilir, ancak bu sözleri en çok hak edenler arasında yer aldıklarına kuşku yok.” Emin olun her tanıyan çok güzel sözler söylemiş hani Nazım Hikmet’in düşman adlı şiirinde gayet güzel tariflediği düşman rolündeki muhteremlerin dışında kimsenin Can’lar için olumsuz tek kelime dahi etme imkânı olmaz, olamaz.

Hülasa Can’lar, canlarını halkların eşitlik, hürriyet davasına korkusuz, karşılıksız ve tavizsiz hasretmiş devrimci insanlardır. Samimiyetleri hayatlarının yalınlığından tam manasıyla buna bir teyittir, beklentisizdirler her girişimlerinden, tek haslet özgür insanların elini kolunu korkusuzca sallayarak, düşündüklerini kaygısızca söyleyebildikleri bir dünyadır… Tam da bu yüzden heyecan ve büyük bir şevkle nerede bir barış, özgürlük ve eşitlik talebi varsa orada olmayı bir insanlık borcu telakki etmişler, fiilen olamıyorlarsa da fikren orada olduklarını tebarüz ettirmişlerdir… 

Kitap temelde, Can’ların, çocukluklarından, lanet depremde vefatlarına kadar hayatlarını, daha önceki karşılıklı mülakatlardan, hatıralardan aktarılanları öne çıkarsa dahi arka plan müthiş… Canım Yurdumun, 60’lı yıllardan itibaren günümüze bir “yarım yüzyıllık Almanak’ı” adeta… Şüphesiz bu kabil değerlendirmeler o günleri yaşayan herkes tarafından bilinmekte ve yapılmakta olup, ziyadesiyle araştırma ve inceleme tarzında derlenmişlerine de ulaşmak mümkün hem de beynelmilel boyutları ile… Kitap bir yanı ile iki devrimcinin hayatını verirken, tarihe “Hatay Meselesi” diye geçen 1939 senesi Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını, öncesi ve sonrasıyla da kabaca yerelin siyasi ve sosyal pozisyon almalarına değinmektedir. Esasen de yazar, “insanları tanımak, anlamak için doğdukları, yaşadıkları şehri, o şehrin tarihini ve kültürünü bilmek gerekir” tebarüzü ile kısaca Hatay ve özellikle Samandağ ve dahi Asi Havzası tanıtımı da yapmaktadır. Önemli midir? Şüphesiz çok önemlidir bence de… Coğrafya kaderdir denilirken de muhtemelen coğrafyanın, ikliminden beşeriyetine kadar mizacı ve hayatı üzerindeki tesirleri düşünülmüş olmalı… Hele ritüeller ve bayramlar üzerine değerlendirme yapılan bölümler her ansiklopedide kolayca tekmili birden bulunabilecek türden değildir. Çok dinli, mezhepli ve çok etnikli bir coğrafyadır, haliyle her birinin ritüeli, her birinin bayramı farklı sebep ve zamanlara bağlıdır elbette bu çeşitlilik ve çokluk yöreyi bir “bayramlar diyarı” haline getirmektedir. Özellikle bu çeşitlilik çocukların hayatlarında önyargı azlığı ve hoşgörü çokluğu sebebiyle muhteşem bir zenginlik meydana getirmektedir.  

Arka plan demiştim ya, siyasal, sosyal ve kültürel hayatımız, ritüellerimiz, ekonomik hayatımız, şehircilik anlayışımız, beslenme alışkanlıkları, yenilen yemekler, içilen içkiler, edilen kelamlar, işte tekmili birden… Yazarlarımıza teşekkür ediyoruz, bize Can’ların hayatlarını özetledikleri için ve arka planda müthiş bir bilgi dağarcığı oluşturdukları için… Öğreniyoruz, hatırlıyoruz, yorumluyoruz, az bir şey mi neden, niçin, nasıl, ne zaman diyerek üstüne tefekkür ediyoruz. Ezan, Hazan ve Çan derken onların insani ve sosyal tabanı, özellikle bir avuç etnik yapılarını gizlemekten korkmayan Ermeni’nin, Yahudi’nin kaldığı topraklar kast edilse de bir kısım önemsenmezken bir kısım da gözden kaçırılıyor… Konu derin ve uzun lakin kifayet-i izahat…

Asıl arka plan ise deprem, bir koca şehir adeta yok oluyor, ilk günler duyarlı ve ilgili insanların insanüstü çabaları, çağrıları… Sonraları görüntüler meydana çıkıyor ve dehşet ortada… Öyle ikiyüzbeşbin Hatay’lı vatandaşın imar barışı problemi çözdük diye övünürsen sonuçları da hiç şaşırtıcı bulmayacaksın. Çok üzgünüm evet bir inşaat mühendisi olarak çok üzgünüm ortaya çıkan tablodan… Bir deprem esnasında binalar hasar görebilir, depremin şiddeti, süresi ya da atım şekline bağlı olarak bu kesin… Lakin bu alanları imara açar iken hiç mi arazi ve jeolojik çalışma yapılmaz? Mesela, bir mühendis yarın kalkıp taksiciliğe başlasa ne olur bilir misiniz? Yok, plaka tahditi, yok taksi tahditi gibi akla hayale ziyan engeller ihdas eden mevzuat, bir taksici yarın çok büyük paralar eden taksi plakasını satsa müteahhitliğe başlasa mevzuat sesini çıkarmayacak, emin olun… Peki; Belediyeler kontrol etmiyor tezini savunurken bugünkü hala sık sık değiştirildiğinden karar verilememiş olduğunu anladığımız özel denetim sistemini nasıl savunuyorsunuz derler adama? Detay çok anlatmanın da bir manası var mı bilmiyorum? Belki de herkes her şeyi biliyor lakin tribünlere oynuyor, vs. vs… Kim hatalı, kim haklı tartışmasını yapalım ve daima karşı tarafı suçlayalım, kabul de, asla ve kat’a inanmadığım resmi rakamlara göre 24.147 kişi (yazı ile yirmi dört bin yüz kırk yedi) yitip gitmiş… Kimin haklı kimin haksız olduğunun bir önemi var mı peki? Kocaman rezalet… Peki, canım yurdumun necip milleti azıcık ders aldı mı? Belki, lakin hiç zannetmiyorum… 

Denetimler özelleştirildi bana göre çare olmadı? Hiç öyle çare oldu felan gibisine bir abukluğa girmeyelim, inşaat yapan memnun değil, kontrol işindekiler memnun değil, belediyeler kontrol firmalarından memnun değil, neticede ev alanlar da yıkılan binalar altında kalıyor… Bunlar yetmezmiş gibi mevzuat tanzim edenler pasa değişiklik yapıyor, “tüh lan bu da olmadı kabilinden”… Şimdi gelin her şey güllük gülistanlık deyin… Öyle yerel ya da merkezi otoriteye ya da siyasilere sallayarak, suçu yıkarak bu illetten kurtulamayız… Bakın küçücük bir örnek, herhangi bir inşaat ruhsatı ya da iskân raporu alın üstüne kaç farklı disiplinden mimar, mühendis ve yetkili imza atmış, bakın yeter… Edilecek çok kelam var da söyleyip fazlaca zayi etmeyeyim… Depremde Hatay Havaalanı ne oldu, “out of order” peki her yıl su baskınlarından etkilenmiyor mu?  Hatay Havaalanını yapmayın yeri yanlış denilmedi mi? ne dediler “eyyy mühendisler siz işinize bakın, havaalanı yapmak bizim işimiz”… Resultante importante işte… Aaaa netice de Canım Yurdumun makûs kaderine küsmüş necip milletimizin tepkisi ve tercihi değişti mi, zinhar, peki değişir mi? zinhar… Durmak yok yola devam…

Hani dedim ya” kim düşman, kime düşman” tarifi Nazım Hikmet’ten diye, işte o şiir bir kez daha anımsayalım…

Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,

Akar suyun

Meyve çağında ağacın,

serip gelişen hayatın düşmanı.

Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :

- çürüyen diş, dökülen et-,

 

bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler,

Ve elbette ki, sevgilim, elbet,

dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,

dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla

bu güzelim memlekette hürriyet.

Bursa da havlucu Recebe,

Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,

fakir köylü Hatçe kadına,

ırgat Süleymana düşman,

sana düşman, bana düşman,

düşünen insana düşman,

vatan ki bu insanların evidir,

sevgilim, onlar vatana düşman...

Cuma, Nisan 11, 2025

RASSKAZOVKA METRO İSTASYONU-DİJİTAL KÜTÜPHANE

 Moskova’yı ziyaret eden turistlerin neredeyse tamamının yaratılan sanat içerikli yapısını ve tarihi dokusunu görmek, yüksek anlamını hissetmek ve yaşamak için ziyaret ettiği ve diyelim ki bunların hiçbirisi ile ilgili değilse de ulaşım ihtiyacı nedeniyle mutlaka bir şekilde kullandığı, dünyanın en eski ve büyük metrolarından biridir, Moskova Metrosu. Yaklaşık 180 istasyonu bulunan ve hiçbir istasyonunun diğerine benzemediği Moskova Metrosu, her biri sanat galerisi görünümlü olup, içlerinde özellikle de Mayakovskaya (1938), Ploşçad Revolyutsii (1938), Kropotinskaya (1935), Komsomolskaya (1935), Novoslobotskaya (1952), Novokuznetskaya (1943) adlı istasyonlar öne çıkmakta, ayrıca istasyonların temizliği de dikkat çekmektedir.

Metroda insanlar, o kadar bize benzemektedirler ki anlatmak çok kolay değil, görmek gerekir açıkçası; itiyorlar kakıyorlar, sırayı bozuyorlar hele birde merdiven önlerindeki kalabalıkların nasıl davrandıklarını anlatmak zor. Bu kalabalıkların trenin saatteki yaklaşık 45 km hızla giderken ayakta kitap ve gazete okumalarını hem de hiçbir yere tutunmaksızın büyük bir hayranlıkla izledim ve şimdiler de  “e-book”  yaygınlığı inanılmaz boyutta. İnsanlar hiçbir yere tutunmadan ayakta iken bazen yapılan ani frenlerde hiç istifini bozmadan duruyor olması ise bir başka maharet noktasıdır.

Moskova Metrosu artıları ya da eksileri üstüne daha önce birkaç yazı kaleme almış ve bloğumda yayınlamıştım. Her ziyaretimde görüyorum ki, inanılmaz bir çaba var eksikliklerin giderilmesi adına, vagonlar yenileniyor belli ki raylar yeni düzene uygun hale getiriliyor, diğer gerekli düzenlemeler yapılıyor. İnsanı önceleyen, işletme kültürünün de hızlı değiştiğini ve geliştiğini de müşahede ediyorum, yeterli midir? Değil midir? Tartışılabilir, lakin bence hızla gelişiyor… Yeni hatlar ekleniyor, yeni istasyonlar ekleniyor, banliyö hatları sisteme entegre hale getiriliyor, biletleme ve ücretlendirmede kapsam vatandaş lehine daha münasip hale geliyor, vs vs…

Yeni eklenen istasyonlardan birine geçen yaz denk geldim, muhtemelen dünyada da bir benzeri yoktur herhalde, yaptığım bilgi sorgulamaları da başka bir örneğinin olmadığı yönünde… İstasyon değil bir “elektronik kütüphane” adeta… Hani “modern Avrupa’nın” Rus Klasiklerini kütüphanelerinden “vebalı” muamelesine tabi tutarak kaldırdıkları bir dönemde böylesine devasa ölçüde bir “digital kütüphane” oluşturma fikri bile tek başına muhteşem bana göre, hem de tüm dünya klasiklerini kucaklayarak… Kütüphane bulunduğu yere göre son derece görkemli bir görüntü vermesinin yanında muhteşem bir arşive sahip aynı zamanda ve isteyenlere ücretsiz servis sunmaktadır. Rayların platform karşısındaki duvarları, üzerinde kitap sırtı şeklinde çizimler bulunan dekoratif metal-seramik şirin panellerle kaplanmış, süslenmiş, İstasyonun iç mekânı resmen bir kütüphane okuma salonunu andıracak şekilde tasarlanmış, platformlardaki sütunlar ise dosya dolaplarını andıracak şekilde dekore edilmiş, dolapların üstünde de QR kodları ile binlerce kitap tercih edilmeyi beklemektedir.

2018 senesinde açıldığını öğrendiğimiz bu istasyona “Rasskazovka” adı verilir, Rasskazovka Rusça’da “masal ya da hikâye anlatımı” demek olup, başından beri böylesine son derece anlamlı ve önemli olan bir projenin ipuçlarını taa o zamandan vermiş demek ki… Öyle sıradan bir istasyon değil, her bir diğer Moskova Metro İstasyonlarında olduğu gibi özel olduğunu size hissettiriyor. Metro İstasyonu açık bir hol içinde her iki yöne de giden trenler için tüm benzerlerinde olduğu üzere ayrı düzenlenmiş. Orta alanda bulunan kolonların her birisinin üstüne tasnifi dijital bir kütüphaneye uygun şekilde binlerce kitabın yerleştirildiğini görüyoruz. Anlaşılan kolonlar dijital kütüphane altyapısı da aynı zamanda… Aradığınız her türlü kitaba ulaşma şansınız var, bu manada hikâye anlatılan yer adı verilmiş ya, görünen o ki, adının da hakkını bihakkın vermekte… Çok da basit bir işletim sistemi var, hani benim gibilere de servis verebiliyor kolaylıkla, geliyorsunuz tercih ettiğiniz kitap için yerleştirilmiş QR kodunu okutuyorsunuz kitap hemen cep telefonunuza indiriliyor otomatik, yol boyunca okuyabileceğiniz “e-kitap” hazır.

Ben de denedim hemen Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” adlı kitabını yükledim… Anlamaya çalıştım şüphesiz ki bir şey anlamadım… Lakin Rusça bilenler için ciddi bir kısmet ve kıymet… Galiba yükleme hızı da müthiş öyle uzun bekleme de yapmıyorsunuz, diğer yükleyenlere de baktım onlarda çok kısa sürede yükleyip gidiyorlar… Benim için sıkıntı yazılanları okumak şüphesiz, bir tarafı ile Kiril Alfabesi zorluğu, diğer tarafı ile yeterince aydınlık olmasına rağmen harflerin küçük oluşu en büyük etmen.

Esasen tüm dünyada olduğu üzere bu coğrafyada da kitap okuma işi biraz azalmış gibi. İstatistikler onu göstermekle birlikte Rus Halkı okuyor, gazete okuyor, beyaz dizi de olsa kitap okuyor, bulmaca amaçlı da olsa gazete dergi alıp okuyor, sonuçta okunuyor bir şekilde… Gerçi uzun zamandır bildiğim bir kent olmakla birlikte, okuma enstrümanları değişse de ciddi bir okur görüyorum metrolarda…   

Bir vade önce okuduğum bir araştırma sonuçlarına göre her şeye rağmen kitap okuma sıklıkları sorulan farklı ülke insanlarının cevaplarına göre Çin birinci, Rusya ikinci, İspanya üçüncü sırada idi yanlış hatırlamıyorsam ve yine beklenenin aksine Hollanda ve Güney Kore neredeyse hiç okumayanlar kulübünün tescilli üyeleri… Gerçi özelde Hollanda, genelde Avrupa, seçimlerde yaptıkları tercihlere de bakılırsa mezkûr araştırma sonuçlarını teyit eder bir görüntü vermektedir.

Mesela adama diyorsun ki, “neden okumuyorsun” el cevap “kitaplar çok pahalı”… Peki, sigara ucuz mu? Mesela bira ucuz mu? Şüphesiz ucuz değil, lakin tercihi böyle ve kamuflaj olması adına manalı cevaplar… Gerçi büyük ihtimalle azıcık da utanıyordur bu cevap sahipleri. Eğer böyle ise utanma duygusu da önemli sayılmalıdır mezkûr muhteremlerin lehlerine…

Netice itibariyle mezkûr dijital kütüphane ne kadar yaygınlaşır bilemem lakin, yaygınlaşmasını çok isterim…

Perşembe, Nisan 03, 2025

NASIL YAPMALI

 

Roman; bir yanıyla sosyal hayata matuf “yeniciliğin” öncüsü gibi durmakta iken diğer yanıyla yazıldığı döneme yönelik olayların örgüsü bir roman kurgusu içinde ilerlerken yazar bir anda el freni çekercesine bu akışı durdurup, dondurup, okuyucu ile muhabbete girişiyor, olanların yorumundan ve olacakların ipucundan bahisle yepyeni bir biçim tutturuyor, ya da ben bu kurgulamaları yeni olarak görüyorum… Yazar, temelde bir aile ve komşuları, patronları gibi eskiyi temsil eden çevre ile üniversite öğrencileri ve vasıtasıyla tanıştığı yeniyi temsil eden kesimin dirençlerini, kabullerini, rızaen davranışlarını ya da ret edişlerini, yaşananların kabul ya da itiraz gerektiren yanlarını günlük hayatın rutin ilerleyişi içine büyük bir sadelik ve ustalık ile yerleştirip süper bir ilişkiler düzeneği oluşturuyor. Esasen başlangıçtaki rutinlik ve durağanlık sıkıcı görünse bile ilerleyen bölümlerde konu çeşitlenip ivme kazanmaktadır.

Lenin; Çernisevski’nin “Nasıl Yapmalı” kitabından esinlenerek yeni dönemin düzeni ve insanları üzerine hayaller kurduğunu ve bundan ziyadesiyle faydalandığını anlatarak takdim ettiği mezkûr kitabının adı aslında “Sto Delat” olup “Ne yapmalı” manasındadır. Lakin Lenin de sonradan “Ne Yapmalı” “Sto Delat” adlı bir kitap yazınca çevirenler burada her ne kadar yazar ismi, dönem farkı gibi detayda farklar olmasına rağmen kitap ismi benzerliğinin olmamasını hedefleyerek “Nasıl Yapmalı” diye çevirmişler. Oysa Rusça’da “sto delat” ne yapmalı demektir ve her ikisinin de kitabı aynı adı taşımaktadır. Lakin çevirenlerin tercihi böyle tecelli etmiş…

Lenin’in şüphesiz bu kitabı okuyarak, hatta bir yaz boyunca beş kez okuduğu da rivayet edilir ya,  yaygın şekilde söylenildiği üzere,  yeni döneme yönelik, yeni düzen ve yeni düzenin insanlarının hayalini kurduğunu ileri sürmek bana göre çok zor şüphesiz… Bir de beş kez okuduğunu ileri sürenlerin neden acaba diye düşünüp düşünmedikleri de muamma. Neyi anlamamıştır da aynı yaz ayları içinde beş kez, değil mi? Acaba kitabın yazarına hürmeten, kitabının belirsizliğini çaktırmadan lakin çok önemli vurgusunu da eksik bırakmadan mı okunmuştur? Bilemiyorum, haddimi de aşmadan bitireyim yorumu… Lenin hayatı boyunca gördüğüm kadarıyla gezdiğim çeşitli müzelerden ve düşüncelerinden edindiğim bilgilere istinaden çok geniş yelpazede çok geniş katmanların anlatıldığı çok geniş olayların anlatıldığı, çok geniş ütopyaların anlatıldığı kitapları okumuş, bunlardan beslenerek ve dönemin popüler ve yükselen ideolojisi marksizme sahip çıkarak ilerlemiştir. İşte bu beslenme süreci içerisinde dönüm noktalarından birisi olarak tayin ettiği ne yapmalı Cernisevski kitabını ben de nihayetinde bu öykünmeyi öğrendiğim andan itibaren planlamıştım ve nihayetinde okudum, kitabın gerçekten söylendiği kadar önemli olup olmadığını halen anlayabilmiş değilim lakin gördüğüm kadarıyla çarlık despotizminin yarattığı pesimist insanlar karşısında optimist düşünebilen, olumlu düşünebilen insanların rol aldığı sahnelerin anlatılıyor olması enteresan kitap açısından… Çernişevski romanında kahramanlara verdiği rolü kendi dünya görüşüne münasip biçimde mevcut şartların en bariz taraflarını öne çıkararak tasvire çalıştığı “yeni dönemin yeni insanı” imajını tüm detayları ile yüklemiş görünmektedir. Zamane Rus vatandaşının ne kabil değer yargıları olması gerektiğini romanın kahramanları üstünden anlatır da anlatır… Anladığımız kadarı ile mezkûr yeni insan tipolojisi bilgili, kararlı, güçlü arzu sahibi olmalı, aklı öne çıkaran, aksiyon kabiliyeti olan, optimist davranışlar sergilemeli, tüm bu özelliklerin kişisel ve toplumsal rollerine iliklerine kadar hissetmeli ve yansıtmalı.  

Romandaki “esas oğlan” Lopuhov, bir toprak sahibinin oğludur, tıp okumaktadır lakin yetiştiği toprak sahipliğinin atmosferine çok da münasip görünmeyen bir hayat tarzı içindedir. Akademisyen olup üniversitede kariyer düşünmekte olup, disiplinli ve çalışkan, hedefi için ailesinden fazlaca beklentisi olmayan, bu uğurda maişeti için öğrencilere ders veren birisidir. Bir diğer kahraman olan ev arkadaşı Kirsanov da tıp öğrencisidir. Kardeşine ders verirken tanıştığı Vera ise klasik Rus ailesinin kızıdır ve rızasının hilafına özellikle de annesi tarafından işverenleri olan ailenin zengin oğlu ile evlendirip aklınca kendilerinin görece rahata ereceği planını romanın her satırında hissettirmektedir. Lopuhov kendisini bekleyen parlak gelecek yerine hayatını değiştirme planlarının peşindeki Vera’nın hayatını deyim yerinde ise kurtarma vazifesini üstlenir. Bu uğurda insanlara aydınlanma fırsatı verilebilmesinin, olayların kendi örgüsü içinde adeta usullerini tespit ve tatbikini göstermektedir. Bir tarafı ile yeni insanın müzik, tiyatro, opera ve bale ile tanışmasının kapısını da açma öncülüğü vardır, romanın kahramanlarının misyonunda. Lakin “esas oğlan” tipolojisindeki tüm kahramanların ortak özelliği, insana saygı, insanların seçim ve kararlarına saygı, beşeri ilişkilerde ise her biri demokrattır.    

Lopuhov ve Kirsanov, her ikisi de yepyeni norm ve form meydana getirebilme kabiliyetine haiz rolleri içerisinde, Çarlık Rusya’sının kadının hiçe sayıldığı ortamında, kadınların tıpkı erkekler gibi haklara sahip olmasını ve özellikle de eşit ve hür bireyler olmasının gereğine inanır ve düşünürler. Bu uğurda terzilikle yola çıkılarak oluşturulan tekstil atölyesi çevresinde, yaratılan hür kadın bireylerin, dayanışma, ortaklaşa çalışabilme, kârı eşit bölüşebilme, kendiliğinden ortaya çıkıp geliştirilen ortak yaşam evlerinin paylaşımını öne çıkarmaktadır bir başka boyutuyla Yazar… Tüketim kooperatifçiliğin bir başka yerde geliştirilmesinin öne çıkarılması ile de külliyen hayatın ütopik bir komünal evreye ulaşmasının prototiplerinin örneklerini vermektedir. Esasen de bir aşk romanı görüntüsünde, "seven insanın sevdiği kadını özgürlüğe taşır" umdesinden hareketle de külliyen "özgürlüğün bulunmadığı mekânda mutluluk olmaz, olamaz" tespitinin yapılmasıdır.

Kitaptan çok miktarda alıntı yapmak mümkün şüphesiz, umde ve önermeler gırla gitmiş, ben kendimce önemsediğim bir tespit ile sonlandırayım yazımı. “Ama onlardan sonraki hayat her şeye karşın onlardan önceki hayattan daha güzel olacak. Yıllar geçecek… Ve insanlar: “evet, onlardan sonra hayatımız daha güzel oldu, ama bu hayat yine de kötü” diyecekler. Bu söz söylenildiği zaman bu insanların yeniden doğma zamanları gelmiş olacak ve bu kez artık eskisinden çok daha fazla olarak görünecekler ve eskisinden çok daha güzel olacak… Çünkü o zaman güzel şeyler daha çok olacak, güzelliklere güzellikler katılmış olacak. Ve aynı döngü -bu kez yeni bir biçim altında- yeniden başlayacak. Bu iş ta insanlar “artık her şey güzel, kötü hiçbir şey yok” diyene kadar böylece sürüp gidecek…” Yani, hayatın temeli hareket, hareketin temeli de emek…