Perşembe, Temmuz 24, 2025

ANGARA NEHRİ ve İRKUTSK

Geçen yazımda belirtmiş olduğum üzere, Sibirya’nın merkezi sayılacak İrkutsk Şehrindeyiz, haftalık bir ev kiraladık internet üzerinden, nasıl bir ev ile karşılaşacağız merakı da var. Ev sahibesini bizi kararlaştırdığımız saatte bekler bulduk, bina dışarıdan güzel görünüyor, bina kapısından girdiğimizde merdivenin ahşap olduğunu görünce alışkanlıklarımız gereği ziyadesiyle şaşırdık, merdivenler bina ile aynı yaşlarda olsa gerek ve boya dışında da tamir, değişim görmediği aşikâr vaziyette idi. Merdiven böyle olunca evin içi de böyle olur şeklinde zihni hazırlığımız eve girince birden değişti, son derece modern, bakımlı ve temiz bir ev bizi bekliyordu, aydınlatması, tercih edilen seramikleri, kullanılan mobilya ve mutfak eşyaları, kullanılacak sarf malzemeleri ile… 

 

Gitmeden önce edindiğimiz bilgilere göre şehir, Angara Nehri ile İrkut Nehrinin birleştiği kavşağın içerisinde kurulmuş… Evet, Angara Nehri, yani bizim meşhur iş adamımız Vehbi Koç’un “k” yerine “g” deyişiyle bizim Ankara oluvermiş Angara… Gerçekten öyle midir diye bir bakayım dedim, Canım Yurdumun Başkentinin adının nereden geldiği söylentilerinin bir tanesinin de buradan Anadolu’ya göçen Türk kökenli kavimlerden olabileceğinin de yer aldığını gördüm. Esasen de bu iddianın akla en son gelebilecek bir ihtimal olduğunu düşünüyorum, sıfır ihtimal diyemiyorum. Hani başkent Ankara için anlatılan Frigçe ve Yunancada gemi çapası manasındaki “Ancyra” kökenli olduğu ve Frigya kralının orada bir gemi çapası bulduğu efsanesine de bakınca, gemi çapası ve Ankara’nın nasıl bir alakası olur diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Nehrin adının Buryatça “yarık”, “ağız” veya “açıklık” manalarına kullanılan “Angara” kelimesinden geldiğini öğreniyorum. İlaveten “Angara” kelimesini bölgede çok değişik boylar adı altında yaşayan Türklerin de zaman içerisinde kullanmaya başladığını da öğreniyorum. Lakin Angara Nehri ve Baykal Gölüne atfedilen daha bir dolu efsane var, tıpkı bizim Anadolu’da göllere, dağlara ve nehirlere atfen dilden dile aktardığımız gibi…  

 

Angara Nehrini son derece güzel düzenlenmiş bir park içinden izliyorum, müthiş bir debi, müthiş bir genişlik… Baykal gölüne akan yaklaşık 300 nehrin aksine gölden dışarıya tek çıkışın olduğu Angara Nehridir ve yaklaşık kavuştuğu Yenisey Nehrine kadar kat ettiği mesafenin de 1779 km. olduğunu öğreniyorum. Suya hasret dünyanın adeta su içindeki dünyaya bakışı da bir başka olur herhalde… Üzerinde 3 adet ciddi kapasiteli baraj ve hidroelektrik santral ve bazı mesafeleri kateden gemi seyrüseferi olduğunu da öğreniyoruz aktarılan bilgilerden. Hemen hemen su kenarında kurulmuş her Rus kentinde olduğu üzere çok başarılı nehir ve çevre düzenlemelerinin yapılmış olduğunu burada da görüyoruz. Oluşturulan yeterli genişlikte yaya ve bisiklet yollarının nehir manzaralı halinin hemen arkasında yer yer genişliği 200 mt. ye varan şehir boyunca bir park ve parkın hemen her köşesinde şehrin ve ülkenin önemli insanları için dikilmiş heykeller, unutulmamayı ve hatırlanmayı erdem haline getiriyor. Parkın içinde sadece kahve ya da sıcak içecek ya da dondurma satışı yapan nostaljik mimaride mobil kiosklar bulunmakta olup ilaveten insanların rahatça oturup eğleşmesi ve manzara izlemesi için yeterince miktarda banklar yerleştirilmiş durumdadır. Temizlik konusu ise adeta kentsel ahlak ve muhafaza ruhunun bir tebarüzü, her yer pırıl pırıl deyim yerinde ise… İrkutsk şehri de baştan başa tertemiz, bazı yerlerde kanal çalışmaları dışında tabii ki…

 

İrkutsk’un gezilecek tüm yerlerini nerdeyse baştan sona yürüyerek geziyoruz, zaman sınırı da olmayınca her detayı görerek ilerliyoruz. Kiraladığımız ev de tam isabet, gezilecek yerlerin merkezi… Genellikle dışarıdan gelenlerin Baykal Gölündeki Olkhon Adasında kaldığı yönünde bir bilgi edinmiştim lakin adayı gördükten sonra benim dinlediklerim galiba çok küçük bir azınlığa denk gelmenin ötesinde değil, evet, ada çok önemli bir inanç merkezi, bendeki intiba böyle… 

 

Daha önce yazdığım üzere İrkutsk bir Şamanizm ve Budizm merkezi, tıpkı Ulan Ude gibi… Burada Şamanizm merkezi ya da ibadethanesi nerededir diye sorunca bize ittifakla verilen adrese hemen gittik, hem de yürüyerek giderken bir heybetli kilise görünce ziyaret ettik, benzerlerin bir tekrarı benim açımdan, sadece bahçe biraz farklı peyzaja sahip. Kilise çıkışından itibaren yaklaşık 1,5 km. sağlı sollu ahşap evler, kâh bireysel kâh yatay apartman gibi, pencere ve kapılar müthiş süslü ve renkli, büyük keyifle yürüyoruz. Budizm merkezine varınca sağlı sollu tabelalarda “Dalai Lama”nın sözleri ile bizi karşılıyor merkez. Lakin merkezde yenileme ya da genişleme çalışmaları bayağı hızlı yürüyor izlenimi veriyor, geniş ve bir koru içinde arazi tahsis edilmiş, şanına yakışır bir giriş kapısı yapılmakta ya da yenilenmekte, biz yandan servis kapısı gibi bir yerden giriyoruz. İbadethaneler bölümleri meşgul, biz dışarıdan şans getirdiğine inanılan daireleri çevirerek ilerliyoruz, bazı yerlerde fotoğraf çekmemize izin vermiyorlar, her dini külliyede olduğu üzere olmazsa olmaz hediyelik eşya satışı yapılan yerler ve kafeteryalar… Ziyaretçi sayısı hiç de az değil, kimi bizim gibi turist kimisi de ibadet ve gerekli ritüelleri yerine getiriyor… Hala bir Şaman ibadetine tanık olamadık, kararlıyım bulacağım… Dönüşte yolumuzun üstünde Şamanizm için bir başka merkez kabul edilen “Ust Orda” kentine nasıl gideriz onu öğreniyoruz, ertesi gün hedef orası… Gerek Olkhon Adası gerekse de Ust Orda da Şamanizm adına şahit olduklarımı detaylı şekilde bir başka yazımda yazacağım, çünkü artık maksat hasıl oldu, gerçek şaman ile tanışıldı, birlikte ibadet edildi…

 

Dönüş yolunda, Kolçak’ın hapsedildiği hapishane, dekabirist Prens Volkonski’nin müze evini ziyaret ettikten sonra yine bu sefer bir başka caddeden ahşap evlerin arasından yürüyerek şehir merkezine ulaştık. Artık bir şeyler yeme ve içme vaktidir dedik “Buryat Mutfağı” tercihi yaptık, girişte bizi lokanta sahibi olduğunu anladığım bir abi karşıladı, yüz ay gibi tıpkı buradan bizim ellere göç ettiği söylenen atalarımızın siması, alışkanlık üzerine “selamünaleyküm” dedim, yüzüme bir ters bakış atarak “ben Müslüman değilim” dedi, al başına belayı… Neyse artık içeriye girmişiz geriye dönmeyelim dedik, yan kapıdan bizi klimalı bir bölüme aldılar… Oturduk, buralarda denildiği üzere “Nahırhane” kılıklı bir yer, hani bizim imarethane gibi… Bizim kısmen haşlamaya, benzeyen et, patates ve noodle dan oluşan bol kişnişli bir yemek olan Şulap, Rus mantısı, ya da Gürcü Hinkalesi benzeri bir mantı ve bir bira ısrarla soğuk olsun dememe rağmen sıcak olarak içtim… Bir daha böyle bir yere gitmeme kararı alarak hesabı ödeyip, ayrılıyoruz…

 

Rus kentlerinin istisnasız her birinde görüleceği üzere müthiş bir tiyatro binası var, zannetmeyin bir tanedir, daha 4 adet gördüm, çeşitli disiplinlere ait irili ufaklı, sonra siz kalkın onlara laf edin, vallahi bizim şimdilerde bazı şehirlerimizde sinema yok, aaa bunlar mekruhtur denilirse de, lafın tükendiği yer der geçerim… Her şehirde olduğu üzere burada da büyük sayılabilecek bir kütüphane, buna da artık çağımızda Google varken ne gerek var denilebilir, bakıyorsunuz eksiği ile gediği ile giren çıkan ciddi bir nüfus var, benim açımdan kıskanılacak bir vaziyet…

 

Her şehirde olduğu üzere, Lenin heykeli, Lenin adına en önemli cadde, Marks ve Engels adına caddeler, 130 Kvartal adında merkezde restore edilmiş ahşap evlerle dolu bir turistik alan, daha neler neler…  

 

 

 

Hiç yorum yok: