Eski
lakin çok güzel, en azından benim için çok çok güzel, Çeşme Cami Önü Çarşısının
birbirine en fazla 20 mt mesafede 3 güzide bakkalı Kizi Mehmet, Hışım Mehmet,
Atalay Abi… Her birisi ile ayrı ayrı güzel hatıralarım var, yeri geldikçe
bunlara değineceğim…

Kizi
Mehmet; bizim ifademiz ile “Büyük Cami” şimdilerde ise “Hacı Memiş Ağa Camisi” diye
bilinen caminin hemen girişindeki, cami inşaatını gerçekleştirmiş ailenin defin
edildiği yere ve şadırvana bitişik duvarı olan ve şimdiki musalla taşının bulunduğu
alanı da içine alacak şekilde caminin genişliği boyutunda hatırladığım kadarı
ile yoldan biraz da düşük zemini olan bir dükkânın işleticisi idi… Dükkânın ön
cephesi parçalı camdan oluşmuş, maviye boyanmış ve dönemin yapı ve temizlik meşrebine
de çok münasip bir görüntüde olup akşam saatlerinde kapanmak üzere ahşap
kapakları bulunmaktaydı… Dönemin ruhunu yansıtan bu tablo içinde vatandaşın
sınırlı ihtiyaçlarını karşılamak için gıda ve diğer ihtiyaç maddelerinin bir
düzen içinde sıralandığı dükkânın arka tarafında kısmi depo görüntüsündeki
bölümde varil içinde bulunan gazın satışı yapılırdı… Dikine yerleştirilmiş
varilin yere yakın bölümündeki ve altına muhtemel damlamalara karşı tedbir
mahiyetindeki dikine kesilmiş tenekenin içine denk gelecek şekilde yerleştirilmiş
küçük çeşmesi açılır çeşitli büyüklüklerdeki ölçülendirilmiş özel maşrapalara
doldurulur oradan da müşterinin getirdiği kaba aktarılırdı. Dünyada petrol
fiyatları halen varil hesabı ile belirlenirken, varilin petrol ve türevi
malzemelerin tevziinde artık kullanılıyor olmaması da ayrı bir enteresan
vakadır. Dönemin en yaygın tüketilen ihtiyaç malzemesidir gaz, aydınlatma başta
olmak üzere çok çeşitli ihtiyaçların ana girdisidir. Bizim de 3 lt’lik sarı bir
metal bidonumuz vardı, Mehmet Abimizi mezkûr kabı doldurur iken izlerdim 1 lt’lik
ölçülü kap ile 3 defada doldururdu, müthiş anılar… Tüm dükkân başta olmak üzere
özellikle de o depo kılıklı bölüm sinen gaz kokusu ile ziyadesiyle iticidir
lakin önemli bir malzeme olduğu için kimseden de itiraz çıkmazdı. Bisküviler,
veresiye defterinin ve hesap yapılan masanın hemen önünde, yaklaşık 35 cm en,
35 cm boy ve 50 cm derinlikteki teneke kutular içinde üzerine içindekilerin de
görünmesi için cam bir portatif kapak yerleştirilir ve yarım eğik vaziyette olurdu.
Dönem itibariyle ve muhtemelen de ambalaj sanayisi fazlaca gelişmediğinden
bisküviler büyük kutularda gelir, mezkûr cam portatif kapak kutu açılınca üst
tarafına yerleştirilirdi. Esasen de şimdilerde olduğu üzere öyle envai çeşit
ambalaj ve büyüklüklerde bisküvi yoktu, sade bisküviye talim mecburiyet idi.
Genellikle, muhtemelen de pazarlama stratejisi mucibince hemen bisküvi kutusu
yanında ve genellikle ahşaptan mamul lokum kutuları olurdu ki, bizler hemen 2
bisküvi alıp arasına bir lokum yerleştirip, şöyle biraz sıkıştırıp lokumu
yayarak yemeyi çok severdik. Efendim bu bisküvi ve lokumlara gaz kokusu sinmiş
kimin umurunda ye gitsin ağız tadı önemli… Gaz dediğin de öyle kolay temin
edilir bir şey değil ki, akaryakıt istasyonu bile sadece Ilıca’da Ertan’lara
ait bulunan BP idi, Çeşme’de akaryakıt istasyonu bilinmezdi bile…
Annemin
köye gittiği dönemlerde, köy dediysem de şimdiki Çiftlik Mahallesi, o zamanlar bize
yeterince uzak gelirdi, Mehmet Abinin sattığı teneke kutular ile ambalajlanmış
tuzlu balık tercihimiz hala aklımdadır. Babam o tuzlu balıkları, tuzunu güzelce
silkeledikten sonra odun ateşinin kömüründe maltız üstünde pişirirdi ki, bir
daha asla o lezzeti başka bir yerde bulamadım.  
Mehmet
Atagöz Abimizin lakabı ise artık hangi hislerin yansıması ve hangi kelimelerin zaman
içinde yuvarlanması ya da kısaltılması ise “Kizi
Mehmet”e evrilmiştir… Akla en münasip olan ve sıklıkla anlatılan ise kizi
kelimesinin “kızıl” kelimesinin evrilmiş hali olmasıdır. Bilindiği üzere de
Mehmet Abimiz orta boylu, oldukça beyaz tenli, yuvarlak yüzlü, koyu ve sık
saçlı, saçın rengi de yanlış hatırlıyorsam şimdiden özür dileyerek yazıyorum,
kızıl ve kınalı siyaha yatkın bir haldeydi… Mehmet Abinin siyah bir önlüğü
vardı dükkânın kapısı açılınca üzerine giyilen ve kepenkler kapatılınca çıkarılan,
her daim lekesiz tertemiz bir hali ile…
Mehmet
Abi; dönemin her esnafında geçerli olan veresiye defteri usulü ile alışveriş
yapılan bir düzene sahip idi, veresiye defteri bayağı kalın ilaveten bir adet
de değildi belki de bunların manası fazla sayıda müşteri sahibi olmaktı. Şimdi
kredi kartlarına yazdırılan borç ya da taksit talebi o dönem esnafa yazılırdı
hem de gecikme faizi olmaksızın… Şüphesiz bunun aksini anlatan hikâyeler de hatırlamak
mümkün lakin hatırladığım babamın içtiği “Bafra Sigarası” 60 kuruş idi ve
yazdırır idik ödeme döneminde de şüphesiz makul bir süre sonra olmak kaydıyla
yine 60 kuruş idi. Bu rakamı bu kadar sarih hatırlıyor olmamın sebebi de bir
vade babamı çaktırmadan fazlaca borca sokmuşluğumdur, “Mehmet Abi, babam dedi
ki bir paket Bafra verecekmişsin, bir de 40 kuruş verip deftere 1 Tl borç
yazacakmışsın” finans yöntemiyle birkaç ay ilerlemiştim ki, büyük mahcubiyet
yaşadım… Oysa sistem ne kadar güzel kurgulanmıştı lakin ömrü kısa sürdü, her
yalan dolan işte olduğu üzere… Babama değil de, Mehmet Abiye bu konuda
mahcubiyetim hala beni çaktırmadan terletir… Ama mahcup olmadığım vaziyet ise ara
sıra kendime aldığım Bafra Sigaralarıdır. Gerçi diğer taraftaki mahcubiyeti bir
defa daha yaşamayacağımdan onu da behemehâl terk etmiştim.
Maalesef
her çocuk gibi çocuk yaşta sigaraya içmeye başlamıştım sanki bir halt varmış
gibi… Mehmet Abimiz yapmaz idi lakin karşıdaki Atalay Abimiz, paket açıp tek
tek sigara satardı, Şimdi net hatırlamıyorum ama galiba tanesi 5 kuruşa Bafra
Sigarası alıyordum. Yine hatırladığım kadarı ile açık satılan 2 sigara vardı,
Bafra ve Birinci… Hani sonraları, “iç birinci ol devrimci” diye takdim edilen
sigara o zamanın asi ruhlu ama fakir gençleri için en münasip mamuldür. Kizi
Mehmet tek tek sigara satmaz idi 3. Komşu bakkal “Hışım Mehmet” ise külliyen
sigara satmaz idi… Uzun yıllar içip, sigarayı hiçbir mecburiyet olmaksızın
yaklaşık 25 sene önce bırakabilmiş olmanın da bugün mutluğunu ve sağlığını yaşıyorum.
Değerli
Öğretmenimiz ve büyüğümüz Ahmet Akgül’ün “1960 öncesi Çeşme” kitabında şöyle
yer almıştır, Mehmet Abimiz, “Altındaki
dükkân ise Mehmet Atagöz’ün bakkal dükkânıydı. Orta boyda, az şişman, her zaman
sağlıklı görünen, güleç yüzlü biriydi bakkal Mehmet Efendi. O bu dükkânda uzun
yıllar bakkallık yaptı. Dürüstlüğüyle herkesin güvenini kazanmış, kendisini mahalleliye
sevdirmişti.”  
Mehmet
Abimiz sonradan kabristana çıkan yokuşun başındaki evinin altına taşıdı dükkânını,
burası önceki yerin oldukça küçük bir kopyası idi lakin artık satılan
malzemeler de şekil değiştirmişti o kadar ki “karpostal” bile satılır hale
gelmişti, eee ne de olsa turizm merkeziydik gayri…
Evet,
“bakkalın market, dükkânın shop” olmadığı devrin kahramanı Mehmet Abimiz artık
aramızda değil… Kendisini büyük saygı ve hürmetle anıyorum…      
 
5 yorum:
Kalemine sağlık abiciğim..
Çok güzel eski günleri anlatıyorsun bu günlerde böyle bir dostluk be samimiyet kalmadı senin tüm yazılarını okuyorum ve vatsapta tüm arkadaşlara gönderiyorum selamlar
merhaba, lütfen bir de isim belirtirseniz...
lütfen isim belirtirseniz
Yazını geç okudum.
Cocukluğumun mahallesi
Güzel anılar.
Kalemine yüreğine sağlık.
Yorum Gönder