Cuma, Ağustos 29, 2025

TAPIŞTI AHMET (KALYONCU)

 Onun döneminde yaşamış tüm Çeşmelilerin asla unutamadığı “Yazıyor, yazıyor, İzmir’e kar yağmış” ya da “yazıyor yazıyor, Makarios ölmüş” ya da “yazıyor yazıyor, Demirel’in kızını kaçırmışlar” ya da “Ecevit’in oğlu evlenmiş” diye yüksek perdeden bağırarak gazete satıcılığı yaptığıdır… Gazeteler dönem itibari ile İzmir’den, Çeşme İzmir arası düzenli sefer yapan otobüsler ile taşınırdı, o vakitler şimdiki gibi 40 dakika konforlu süren bir yol değildi mezkûr yol, otobüs kalite ve donanımları, yolun durumu vs vs gibi sebeplerle yaklaşık 4 saatlik bir yol idi… Radyatör su kaynatmaları hariç 2 mola verilir, her yol üstü köy ve kasaba yolcusu için durulur, kalkılır hatta beklenir… Gazetelerin gelmesi öğlen saatlerini bulur, gazete işini “GAMEDA” organizasyonuna siyaseten yakın olanlardan Mehmet Karabulut yürütürdü… Oğlu Mahmut Karabulut ise, “gazeteci” lakabı ile andığımız, ilkokul ve ortaokul arkadaşım olup, maalesef artık aramızda bulunamamaktadır. Bu vesile ile de kendisini saygı ile hatırlamaktayım.

Evet, Tapıştı Ahmet ve oğulları sıra ile Yaşar, Mustafa ve Hasan da artık aramızda değiller… Java motosikletli yakışıklı oğul Mustafa ile müthiş bir hatıram var, hemen kendilerinin evi önünde balık avlarken gözüme batan oltanın şaşkınlığı içinde ne olduğunu anlamaya çalışırken hemen yanımızda bitişi, beni motorun arkasına atışı ile çok kısa sürede Hükümet Tabibinin yanına getirişi minnettarlık hisleri ile kendisini her daim anmama sebeptir. Sonra yolu İngiltere’ye düşer, günün şart ve gerçekleri içinde artık yeteri kadar gelip gidemez sevdiği memleketine, sevdiği Çeşme’sine… Çok sonra vefat haberini almış, çok şaşırmış idim, uzun süre inanmadım, inanamadım, hala da inanamıyorum. Yaşar’ı da kaybettik… Benim çocukluk ve gençlik arkadaşım nam-ı diğer İlhan İrem Hasan’ı yerleştiği Kıbrıs’ta kaybettiğimizi öğrendim. Zor zamanlar ve zor zanaat ölüm haberleri ile yüzleşmek… Ve maalesef bu durum da hayatın mutlaka yüzleşilen bir gerçeği…

Ahmet Kalyoncu (Tapıştı) Büyüğümüz, Çeşme’nin birkaç şen, şakrak ve neşeli kişisinden birisidir, herkes ile selamlaşır, muhabbet eder, gün boyu herkese laf yetiştirir, takılır, şaka yapar hali ile kendisini tanıyan herkesin hatıralarını süsler… Ahmet Abimiz, Sakız Adasından bir gemi acentesinin Çeşme ofisinin açılış ve kapanışı ile ilgilidir, orayı yönetir, orada çalışır, hülasa hatırladığım oranın her şeyidir, lakin tam tamına nasıl bir iş idi görülen, şimdilerde hatırlamıyorum… Haftanın belirli günlerinde gelen teknenin işlerini ve ihtiyaçlarını giderir, bunun yanında ve kalan günlerde ise gazete müvezzii ve sinema film duyuruları işine yaygın biçimde devam ederdi.

Ahmet abimiz maalesef çağımızın baş edilemeyen melun hastalığına yakalanır, mezkûr yıllarda tedavi imkânlarının, ilaç temininin, 12 Eylül faşist darbesinin içine kapattığı Canım Yurdumda, görece azalması sebebiyle bir ömür birlikte çalıştığı ve tıpkı Çeşmelilerin sevdiği kadar kendisini seven Sakızlı Gemi Acentesinin patronları tarafından tedavi ve rehabilitasyon maksadıyla Atina’ya davet edilir… Tüm çabalara rağmen yenik düşer melun hastalığa… Ve maalesef yine dönemin şartlarının münasip olmaması sebebiyle defin işlemi de oralarda gerçekleşir… Artık, bir oğlu İngiltere’de, bir oğlu Kıbrıs’ta, kendisi de Atina’da toprağa verilmiştir, ayrılık bu bapta tecelli etmiştir… Bu vesile ile her birini ayrı ayrı saygıyla yâd ediyorum… Dünya tatlısı eşi, çocuklarının anası, karşılaşmalarımızda her birimize evlatları kadar içtenlikli davranabilen Saniye Abla da artık hayatta değildir, bir tek çocuklarından Ercüment ve torunları hayatta olup, her birine de sağlıklı, huzurlu ve uzun yaşamlar diliyorum…  

Ahmet Abimiz, Çiftlik yolunun, bugün artık fazlaca oynandığı için geriye izi kalmamış eski hali ile hemen Kaymakam Evini geçince, tam virajda, Ali Subay’ın güzel evine gelmeden sol tarafta, son derece mütevazı bir evde yaşıyordu, tüm ailesi ile. Dışarıdan bakılınca son derece dengeli ve mutlu, değilse bile dışarıya bir şey sızdırılmamış hali ile bir ev idi, aklımda kaldığı kadarı ile… 2 katlı bir ev, alt katı yüksekliği bugünkü yüksekliklerle kıyaslayınca oldukça düşük belki de başka amaçlarla kullanılırken, büyüyen ailenin ihtiyaçlarını karşılamak üzere genişleme sonucu ailece hizmete alınmış olabilir. Eski Çeşme evlerinde sıklıkla görüldüğü üzere taş duvarlar üstüne oturtulmuş ahşap bir döşemenin tavanı oluşturduğu bu zemin kat, mutfak ve oturma odası gibi kullanılırdı. Ve ben de diğer arkadaşlarımla birlikte Hasan’ın misafiri olarak bu mutfak ve oturma mekanından, özellikle Ahmet Abimizin ve Saniye Ablamızın olmadığı dönemlerde demlenmek maksadıyla hizmet aldım. Bugünkü Akpınar Otel’in bulunduğu alan ise o zamanlar hatırladığım kadarı ile genellikle “marul” tarımı yapılan bir tarla idi ve o marullardan “göz hakkı” kapsamında biz de çok faydalandık… Mezkûr ev, önünde yer alan deniz ile hemen hemen aynı kotlarda(seviye) idi… Akarca Deresini geçer geçmez tam “Kaymakam Evi” önünde denizin dalgaları sebebiyle yol sık sık bozulur idi, Belediye sürekli tamirat ve tahkimat yapardı, lakin sürekli benzer netice gerçekleşirdi burada… Yine hatırladığım kadarı ile mezkûr evin yanından Karadağ’a doğru çıkılan yoldan yağmurlu havalarda gelen su denize kavuşmak için yolu bozmaya diğer yandan da devam ederdi. Bugün doldurularak artık geriye kalmamış deniz, bizler için balık avcılığı yemi olarak kullanılan “tekesakal” deposuydu… Bu deniz ve bu yol için söylenecek çok şey var lakin oraları doldurup bugünkü subuk haline getirenlerin gürültülü iddia ve savunmaları karşısında kaybolup gitmektedir, tüm söylenenler ve söylenecekler…

Tapıştı Ahmet büyüğümüz yukarıda yazdığım üzere gazete tevzii faaliyeti mucibince sürekli hareket halindedir, kendisine hayli geç gelen gazeteleri gün bitmeden satmak mecburiyetinden mütevellit devamlı hareket halindedir, dur durak yoktur kendisine… Zamanın küçücük Çeşmesinde sürekli dolaşılır lakin gözlerde, dikkatlerde her daim muhtemel farklılıklarda… Zamanın, başta benim için olmak üzere her Çeşmelinin büyük bir haz ile hatırladığı “toptancı müstahsil halinin” arkasında çocukların denize girmek ve oynamak için sık sık geldikleri yerden geçerken, birden Ahmet Abimizin denize düşmüş bir çocuk dikkatini çeker, cebinde satılmış gazete paraları var, üzerinde elbiseleri var, kimin umurunda, boynuna astığı gazete askılığını attığı gibi suya dalar ve çocuğu kurtarır… Çocuk da bizim çocukluk arkadaşımız “Veznedar Yaşar’ın Cemal’dir”… O da yaşadığı sürece Ahmet Abimizin bu fedakârca davranışını hatırlar durur, tıpkı bizler gibi… Evet, Cemal’de artık aramızda değil, kendisini de büyük bir saygıyla yâd ediyorum…

Bu vesile ile tekraren aramızda olmayan herkesi saygıyla yâd ediyorum…

 

Hiç yorum yok: