“Çeşme
Memurlar Kulübü” adı ile 1960’lı ve 70’li senelerde faaliyet gösteren esasen
kulüp denmekle birlikte lüks bir kıraathane vardı şimdiki tarihi Belediye
binasının alt katında bulunan emlak servisinin yerinde… Ben 1960’lı ve 70’li
seneler diyorum daha da eskisi olabilir. Benim bildiğim senelerde orada
genellikle “Hükümet Konağında” çalışanların devam ettiği bir yerdi… Şimdiki
Emlak Servisinin 3 penceresinden ortadaki olanı kulübün kapısı idi o devirde… Her
ne sebeple yapılırdı bilemem lakin kapının cam bölümü ile pencereler belli bir
yüksekliğe kadar olan bölümü perde ile kapalı olurdu. Gerçi o devirde lokanta
ve gazinolarda da pencerelerde perde olurdu lakin orada da yarım idiler. Muhtemelen
içeride olanları dışarıdan geçenler görmesin diye kapatılırlardı herhalde de
neden görülmesi istenmezdi orası ayrı mevzuu… Aslında orada neler olduğu
konusunda yaşlı genç, çoluk çocuk fikir sahibi olsalar da bu rutin korunur ve
özenle uygulanırdı… Nihayetinde şehrin mülki ve askeri erkânının vakit
geçirdiği bir mekândır, o kadar olacak şüphesiz…
Diğer
kahvehanelerle buranın arasındaki temel fark buraya çiftçi, köylü ya da balıkçı
kısmından kimse gelmez velev ki arz ya da takip edilecek bir maruzatları
olmasın. Çeşmenin o devirde Hükümet Memurları haricinde en mühim zevatı olduğu
intibaı veren meslek erbapları olan taksiciler de duraklarının hemen bitişikte
olması hasebiyle mekânın tabii müdavimleri izlenimi verirdi. Şüphesiz ki bir
vakitler hemen bitişikteki odanın “Çeşme Seyahatin” yazıhanesi olması
şoförlerin bir nevi kulüp üyesi gibi davranmasını getirmekteydi. Hangi
sebepledir bilinmez lakin şoförler ve otomobilciler o vakitler de tıpkı şimdiki
gibi Canım Yurdumun siyasi hayatı üzerinde ziyadesiyle tesiri olan meslek
erbaplarıdır.
Dedim ya; mezkûr mekânın müdavimleri dışında kalan eskilerin avam dediği milletin devam ettiği kıraathaneler ile buranın yegâne farkı görece lüks olmasıdır, mesela en mühim fark avamlar tahta sandalyelerde oturur iken memurlar kulübü müdavimleri kumaş kaplı sandalyelerde otururlardı… Yoksa çay aynı çay, kahve aynı kahve, gazoz aynı gazozdu lakin dedim ya atmosfer çok farklıydı. Sonradan diğer kahvehanelere de misal teşkil eden masaların yeşil çuha ile kaplanmasını ben ilk defa orada görmüştüm. Yoksa oradaki televizyon ile diğer kıraathanelerdeki televizyonlar aynı saatlerde yayına başlar aynı saatlerde yayını bitirirlerdi, siyah beyaz ve propaganda cihazı olarak. Kıraathane diyorum da kıraat zinhar yoktu lakin kahvehane tam teşekküllü, dert kasavet yok. Mesela avamın devam ettiği kahvehanelerde kömürde kahve içme imkanı var iken memurlar kulübünde tüp ateşinde hazırlanan kahveye talim edilirdi… Gerçi birincisi bugün artık çok aranan ve özlenen bir servistir ya, o vakit mode ve demode durum aynen bu hizadadır.
Dedim ya; mezkûr mekânın müdavimleri dışında kalan eskilerin avam dediği milletin devam ettiği kıraathaneler ile buranın yegâne farkı görece lüks olmasıdır, mesela en mühim fark avamlar tahta sandalyelerde oturur iken memurlar kulübü müdavimleri kumaş kaplı sandalyelerde otururlardı… Yoksa çay aynı çay, kahve aynı kahve, gazoz aynı gazozdu lakin dedim ya atmosfer çok farklıydı. Sonradan diğer kahvehanelere de misal teşkil eden masaların yeşil çuha ile kaplanmasını ben ilk defa orada görmüştüm. Yoksa oradaki televizyon ile diğer kıraathanelerdeki televizyonlar aynı saatlerde yayına başlar aynı saatlerde yayını bitirirlerdi, siyah beyaz ve propaganda cihazı olarak. Kıraathane diyorum da kıraat zinhar yoktu lakin kahvehane tam teşekküllü, dert kasavet yok. Mesela avamın devam ettiği kahvehanelerde kömürde kahve içme imkanı var iken memurlar kulübünde tüp ateşinde hazırlanan kahveye talim edilirdi… Gerçi birincisi bugün artık çok aranan ve özlenen bir servistir ya, o vakit mode ve demode durum aynen bu hizadadır.
Yaşımız
az ilerleyince daha önceleri “Kahraman Testerelerinde” akrabalık münasebetiyle
bir iş bulan çocukluk/gençlik arkadaşımız Hasan Çetiner (Birol) bu kez bir
başka akrabalık münasebetine istinaden terfien Memurlar Kulübüne geçince bizde
oranın imkânlarından faydalanmaya başladık, az bir şey mi, o ocakçı ben garson…
Benim garsonluk dönemimde çok enteresan bir de hikâye yaşadık, yaz ayları tabii
olarak gelen dışarıdaki teras bölümünde yerleştirilmiş masalara yerleşiyor.
Orta yaş üzeri görüntüsünden biraz gergin ya da asabi mizaçlı bir abi geldi,
garson olarak hemen “hoş geldiniz, ne içersiniz” en hakiki sorumuzu sordum,
muhterem sık karşılaşılma ihtimali olamayacak bir talepte bulundu; “kahvesi az,
az kaynamış, az şekerli bir okkalı kahve”…Müthiş bir sipariş. Hemen kıdemli
ocakçımız Birol’a ilettim talebi, istenilen evsafta güzel bir kahve hazır idi
artık. Yanına bir bardak şebeke suyu da konuldu tepsi ile özenli bir servis
yaptım, bekliyorum ki, taltif olmadı teşekkür. Bacak bacak üstüne atmış sırtını
kulübe yüzüne denize dönmüş muhterem ilk yudumda döndü baktı, “bu ne be” diye
öfkeyle yüzüme baktı. Korkumdan hemen özür dileyerek aldım servisi doğru ocağa
Birol’a “oğlum adam kudurdu, ne yaptın sen” deyince sevgili dostum sakin sakin
kahvenin içine alınan ilk yudum kadar bir miktarda kendi özel suyundan ekledi,
bana döndü ve şimdi götür abiye dedi. Kahve çok beğenildi… O gün bugündür
herhangi bir yerde herhangi bir sipariş verdiğimde geleni yedim, içtim
eleştirim varsa da sonradan yaptım ya da bir daha o mekâna gitmedim, çünkü
aklımda her daim sevgili kardeşim Birol var.
Bu
kulüpte nice zamanlar geçirdik, müthiş anılar biriktirdik. Bugün artık aramızda
olmayan İsmail Denizli aramızdaki yaş farkına rağmen bizim ekibin en önemli
ferdiydi. Onun bir “dama” dehası olduğunu daha önceki bir yazımda bahsetmiştim,
mezkûr mekânın olabildiğince cüsseli bir ahşap dama masası vardı, İsmail Usta
orada bizlere dama öğretmek adına inanılmaz oyunlar, kapanlar gösterirdi. O
vakitler çalıştırdığı Çeşme Gençlik takımının başarıları ya da hezimetleri
üzerine bitmez tükenmez muhabbetleri orada ederdik, hani diğer arkadaşların bir
kısmı futbol oynuyorlardı da dâhildiler konuya, ben futbol kabiliyeti ve
iradesi elinden alınmış garip biri olarak, tahmin edilemeyecek kadar dâhil
olurdum da ben bile kendime inanamazdım. Hele bazı akşamlar dünyaca çok ünlü
boksör Muhammed Ali Clay’ın maçlarının sabah karşı televizyondan yayınlandığı
geceler zaman geçirmek adına içilen çeşitli keyif verici mamullerin verdiği
hoşlukla edilen muhabbetler bugün çok aranır olsa gerekir. O vakitler mezkûr
mekânlarda alkol satışı ve içimi henüz men edilmemiştir ve men edilmesine de
vesile kabul edilen hiçbir vukuat hatırlamamaktayım. Niyet men etmek olunca
vesile icat etmek çok kolay şüphesiz. Bu vesile ile tekrardan artık aramızda
olamayan İsmail Denizli, Tufan Çınar ve Latif Çelebi arkadaşlarımızı saygıyla yâd
ediyorum.
Şimdilerde
artık mezkûr mekân Çeşme Belediyesinin Emlak Servisi olarak hizmet vermekte
olup dışarıya açılan kapı pencereye dönüştürülmüş durumdadır. Başta tarihi
Belediye binası ile alakalı eski Belediye Başkanı büyüğümüz Nuri Ertan’ın çok
harika bir tanımlaması vardır. Hani bugünkü “Çeşme Kent Müzesi” bir meyhaneler
mekânıdır, şimdiki tarihi belediyenin yeri de “Marika’nın yeri” olarak namlıdır,
karşıda yenilir içilir bilahare de namlı mekân ziyaret edilir ya, mezkûr seyr-ü
seferin ruhuna mütenasip eskiden Marika’nın yerine gelenlerin aldığı keyfi
şimdi belediyemizi ziyaret edenlerden biz alıyoruz benzeri lakırdılar, işte…
Hay Allah bu hatıralar ile çok keyiflendim…   
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder