Çarşamba, Temmuz 09, 2008

OYUNA DALMAK

Futbolda “oyuna dalmak” diye bir deyim vardır ve genellikle bu söz oyun içerisinde bir futbolcunun oyunun akışına kapılarak; maçın genel gidişinde kendisinin taktik ve teknik görev pozisyonunu yitirmesi ve oyunu oyuncu olarak değil de oyunun içindeki seyirci gibi seyretmesi halini tariflemek üzere kullanılır. “Oyuna dalan” oyuncu artık oyunun aktif bir parçası olmanın ötesine geçmiş, oynanan oyunun büyüsüne kapılmış, oyuna katkı sunmaktan düşmüştür. Bu nedenle de; “oyuna dalan” oyuncu, kenarda bulunan teknik direktör tarafından; yerini kaybeden yada hamle üstünlüğünü kaybeden yada fizik ve güç ayarlama üstünlüğünü kaybeden yada rakip olarak eşleştiği oyuncuyu, oyuna dalmasından ötürü kaybettiği için; sık sık uyarılır. Peki oyuncular “oyuna dalınca” ne olur da teknik direktörler, sık sık futbolcularına bağırarak bu konuda en büyük yırtınmayı ve çırpınmayı göstererek; tespit edilen veya verilen taktiğe uygun oynaması konusunda uyarıda bulunurlar; bilindiği üzere her teknik direktörün bir oyun planı vardır ve, bu plan 90 dakika, bazen de 120 dakika hatta penaltılar ile sonuç tayin edilecekse penaltı atışlarını da kapsamakta olup, maçın skorunun bütün sevap yada vebalinin teknik direktöre kalmasının en büyük nedeni olmaktadır. Her teknik direktör bu plan içerisinde; sahip olunan uyuncu kalite ve seviyesine bağlı olarak ta; top kontrolu, adam kontrolu, alan kontrolu gibi uygulamaları ayrı ayrı yada oyun içerisinde belli dönemlerde hepsini birden futbolcularından isteyebilir, bu şekilde de taktik ve staretejisini sahaya yansıtmaya çalışır.
Teknik direktörler; 21. yüzyılda, futbolcularındaki oyun ve taktik zekayı, plan uygulama soğukkanlılığını ve profesyonelliğinin seviyesini; iletişimin, bilgi erişiminin-paylaşımının ve bilimin ilgili birimlerine hızlı ulaşabilme konusunda katedilen müthiş gelişmeyide kullanarak arttırmaya çalışırlar. Tabii ki bu futbolun sadece saha içinde sonuç alınmasının mümkün olabileceği durumlarda önem arzeder ve geçerlidir, aksi taktirde bunun dışında oluşan gelişmeler bütün bu tarifleri geçersiz kılar ve bu dış müdahalelere uygun sonuçlar oluşur. Ancak konumuz gereği sonuç almanın sadece saha içi tarafını oluşturan ve oyuncular ile oyun planı ve bu plan uygulamalarının başarısı yada başarısızlığı ile sınırlı olan tarafını kapsamaktadır. Peki doğru taktik plan yapabilen teknik direktörler; neden, bu planı sahaya tam layığı ile yansıtabilecek, tüm evrelerini sahada uygulayabilecek futbolcuları olsa bile, başarılı sonuçlar alamazlar ve bu olumsuz sonucu, futbolcuların plan uygulama zaaflarına ve başarısızlıklarına, hakeme, federasyona, karşı takımın yönetimine, karşı takımın iyi niyetli olmamasına, sahaya ve havaya vs. vs. gibi nedenlere bağlarda neden asla kendilerinin planının yürümemesine yada planın işleyebilmesi için oyun içerisinde ufak tefek yada köklü değişiklikleri yapamayarak, literatürde oyun okuma denen becerilerinin olmamasına bağlamazlar işte bu anşalılabilir değildir. Oyunu okuma konusunda yeterince başarı gösterememiş bu insanlar, oyuna gerekli müdahaleleri yapamamaları onların beceriksizliklerini mi gösterir ki acaba? Yoksa yukarıda bahsedildiği biçimde nasıl ki futbolcular oyuna dalarlar ve planlanan görevlerini yapamazlar ise; teknik direktörlerde mi oyuna dalarlar ve tribündeki seyirci gibi oyunu seyretmeye başlarlar. Herkes futbolcuların oyuna dalmamaları, oyun disiplini denen plan uygulama profesyonelliğine bakarak diğer taraftan da teknik direktörlerin oyuna dalmamaları konusunda makine düzeni içinde oyun planları var diyerek Almanya’yı örnek göstermektedirler. Oyun oynamada soğukkanlılığı yitirmemek, sinirlere hakim olabilmek hülasa planı disiplinli uygulama konusunda başarılı olabilmenin en önemli yanının ise oyuna dalmadan bir adım geride kalarak olayı dışından izleyerek planın uygulanmasının denetlenmesinini temin etmekten geçtiği aşikardır. Dolayısı ile oyuna dalan futbolcuyu teknik direktör uyandırabilir ve yönlendirebilir de eğer teknik direktör oyuna dalarsa ne yapılabilir işte bu muamma.

Acaba şirket yönetimleri, dernek yönetimleri, vakıf yönetimleri ve ülke yönetimleri de böyle birşey midir? “Oyuna dalan” izleyici konuma düşen yöneticiler, bakanlar yada başbakanlar olabilir mi? Anlık yangın söndürme derdi ve telaşına düşerek, soğukkanlılığı yitirip yangın çıkmasının önüne geçilmesi çalışmalarından uzaklaşabilirler mi?

Peki teknik direktörler; futbolcuların, bırakın planın bir parçası olmayı becermek için çaba sarfetmeyi tam tersi bir durumda ne yaparlar? Bu futbolcuları nasıl tanımlarlar? Bu futbolcular şikeci durumuna düşmezler mi? Teknik direktörler bir sonraki maçta artık bu çaba sarfetmeyen hatta şikeci izlenimi veren bu futbolculara kadrolarında yer verirlermi? Eğer bu tür futbolculara kadrolarında tekrar yer verirlerse; şike şüphesine ortak olurlar mı? Peki bu durumdaki takımların maç kazanabilme ihtimalleri varmıdır? Eee vardır tabiiki, futbol tıpkı diğer faaliyetler gibi; şans faktörleri ve saha dışı oyunları da bol miktarda yürütülen bir oyundur. FİFA ve UEFA gibi kurumlarda gözardı edilmemelidir ayrıca...
Falan filan...

Yoksa ülkemiz böyle bir süreçten mi geçiyor? Ülkemizde kim teknik direktör, kimler antrenör, kimler futbolcu, kimler yönetici ve en önemlisi kimler şikeci belli değil mi? Belli ise niye bu “melekler dişi mi erkek mi?” geyiklerini aratmayan TV tartışmaları? Niye bu köşe yazıları?

Hiç yorum yok: