Çarşamba, Ekim 07, 2009

"STRUMA karanlıkta bir ninni" adlı kitap üzerine

STRUMA
KARANLIKTA BİR NİNNİ
Yazar : Hakan AKDOĞAN

Kitap; bir tarafta Sevgilisi Samuel ile evlenip bir süreliğine İstanbul'da yaşamış olan Carol’un sevgilisine bir şekilde ulaştırdığı anı defterinden; Struma adlı ölüm gemisi ile yeni umutlara açılan ya da açıldığını zanneden yaklaşık 800 kişilik bir Yahudi topluluğu, diğer tarafta ise Türkiye tarihinin bir kara sayfası olan, bugün hala acıları çekilen 12 Eylül Faşist darbesinin; yarattığı işkencehaneler ve işkenceleri, hayatları kararan insanların yaşadığı dramlar, sakatlıklar ve ölümler anlatılırken; tarihin karanlık bu iki sayfasına yazar kendi penceresinden bakmaktadır.

II. Dünya Savaşı'nın Hitler ve Faşizmi eliyle karanlık günlerinde, bir şeklide büyük bedeller karşılığında hatta nerede ise tüm maddi varlıkları karşılığında yeni bir hayat yeni bir ülke umudu ile yola çıkan Struma adlı bir gemi ile, Köstence'den hareketle boğazlardan geçerek İsrail’i hedefleyen ancak İstanbul kıyılarına kadar sürebilen büyük zorluk ve meşakkatlerle dolu yolculuk. “Lanetliler gemisine” dönüşen ve en nihayetinde Karadeniz’in karanlık suları dibinde son bulacaktır.

Diğer tarafta ise; “ABD nin çocukları” olarak tarihe adlarını yazdıranlar eliyle estirilen 12 eylül terörü neticesinde İşkence, ihanet ve direniş ve ölümlerle sonuçlanan; bu yolların kesişme noktaları neresiydi peki.

Daha doğru, daha mutlu ve daha huzurlu bir ülke arayışı ya da ülkelerinin veya yaşadıkları toprakların açık ya da gizli işgaline karşı çıkışları veya başkaldırışları idi herhalde; her iki tarafın da… Ama ortak payda; ister fiziki ya da ister gelecek olsun ne yazık ki yokoluş idi ...

Ama ne yazık ki yine vicdanları nasır tutmuş, yaşam hakkı yakarışlarına karşı toplumsal bir sağırlık; ve medya eliyle yapılan dezenfarmasyon yanıltma güdüleme ve propaganda hülasa beyin yıkama çalışmaları karşısında yazar’ı kahramanın ağzından: “İnsan beynine yapılan bu acımasız saldırının yarattığı tahribatı düşünsene. Bu yüklemeyi peş peşe yapsalar insanı çıldırtabilir. Yavaş yavaş zehirliyorlar bizi. Derinden derinden. Bunların yanında bir de tiranlar toplumsal rahatsızlıkları insanları eğlenceye boğarak örtbas etmeye çabalarken en az reklamlar kadar kirletiyorlar beyinleri. Bunun etkisini de katınca o ünlü sirozlu karaciğer ile temiz karaciğer fotoğrafları arasındaki fark gibi oluyor televizyon mağduru ile diğerlerinin beyni" söyletmeye yöneltmiştir.

Bir başka yerde sürgünün ve savaşın acımasızlığını anlatmak için ise: “Amerikalılar Bağdat’ı bombalarken Keşmir’e kara kar yağıyordu. Keşmirliler bunun nedenini anlayabildilermi? Hayır. O beyaz kar taneciklerine Irak’ta atılan bombaların artıkları yapışmıştı. Kara kara dönüştürmüştü. Keşmir’deki insanlar Tanrı’nın onlara inançları konusunda daha iyi düşünmeleri için mesaj yolladığına inanmışlardı” dedirterek, bir başka yanılmışlıkları sergilemeye çalışmıştır.
Çaresizlik karşısında hayatların nasıl önemsenmediği ya da öenmsenemediğini ya da özgürce yaşanılacağını düşündükleri topraklara varabilmek için, Struma adlı geminin bu seyahate elverişsiz olmasına rağmen kaçmak ve kurtulmak için başka çare olmadığını: “Kaçış… Yaşamımın anahtar kelimesi” diyerek başka bir tanımlama yapmaktadır.

- Nerede ise hipnotize olmuştum. Korktum.
- Hitler’in yaptığı gibi. Saniyede geçen her yirmi dört karenin yirmidördüncüsüne gamalı haç koydurtarak insanları bilinçaltından da etkilemeyi düşünmüş. Şimdi reklamlarda yirmi beş kare kullandıklarını söyledi geçen bir uzman. Amaç insanların daha çok dikkatini çekmekmiş. Bebeklerin reklamlara olan düşkünlüğünün nedeni de buymuş. Onlar yirmibeşinci kareyi yakalayabiliyorlarmış.
Propaganda ve güdüleme konusunun işte zirve yaptığı nokta.
Diğer taraftan işkencenin doruk yaptığı nokta için ise:
“Komutanım itiraf ettiremedik” anonsunu duydum telsizden. Cevap, “dersini verin” oldu. Koşturmalrı duyduk…. Son olarak “yakarım ulan şerefsiz. Adını söyle” diye haykırdı bir adam. “Ben Erdal Uslu” dedi Erdal. Sonra baş aşağı asılı Erdal’ın başının altına yerleştirdikleri piknik tüpünü ateşlediler. Bir çığlık duyduk. Sonra bir koku. Ancak öyle kabul ettirebilirlerdi başka bir ismi ona. O, Erdal Uslu’ydu. Sait Yıldırım değil.
- Sonra ne oldu
- Öldü. Kaçmaya çalışırken vurulmuş.
….

Şimdi artık bir taşla iki kuş vurulmuş hem Erdal Uslu hem de Sait Yıldırım’dan kurtulmuşlardı.

- DAL?
- Evet. “Derin Araştırma Laboratuarı”. Beni beş değişik yerde işkenceye tabi tuttular. Belki on değişik yerde sorguladılar. Her seferinde farklı işkenceciler, farklı teknikler deniyorlardı. Ben kişilikle ilgili olduğunu düşünüyordum bunun. İşkenceciler kişiliklerine göre yöntem seçiyorlardı. Ankara’nın kışında tazyikli soğuk su. En az eksi beş derece. Elbette zatürre. Testisleri patlatmak için sıkılan su. Çıldırtıcı bir acı. Elektrik peşinden. Dişlerden, tırnaklardan, saçlardan, penisten. Sonra gözlr bantlıyken kan gelene kadar kulağa tokatlar, yumruklar. “DAL” dan sonra Mamak. Hepsi içinde en can acıtanı falakadan sonra sırtına binip yuzlu suda yürütmeleriydi…
Özetle;
- Amaç düşündürmemek
- Elbette. Medya, susturucu gibi takıldı insanlara. Başkalarının hayatlarını gözetliyorlar, onların yaptıklarıyla yaşıyorlar. Şöhret tadında toplum sakızı. Çiğnenip atıldıktan sonra yenisi atılacak ağızlara…

Muhteşem tespiti ile yazar; propaganda, güdüleme, motivasyon, tenkil ve kişiliksizleştirme sürecinin; zor kullanma ile başlayıp ve gönüllü katlanmaya-rıza göstermeye nasıl vardığını ele almakta…

Uluslararası örgütlerin bütün girişimlerine rağmen Cumhuriyet hükümetinin katı tutumu değişmez ancak bunun bir istisnası olabilirdi ve oldu. Yardım örgütlerinin çağrılarına kulaklarını ve vicdanlarını kapatan hükümet, büyük bir şirketin ricasını kırmayacak, Çok muhtemel ki araya Koç'un girmesiyle bir Yahudi ailesi serbest bırakılacaktır. Yoksul Yahudilerin esamesi okunmaz tabii, ne gam. Geminin İstanbul'da demirli olmasına ise Cumhuriyet Hükümetin misafirperverliği yada konuyu bir insani mesele görmesi değil, geminin motorlarının bir türlü onarılamamasıdır. Ve sonra zaman zaman koca koca adamlar çıkacaklar 600 yıl önce biz bunlara kucak açtık ve İspanya’dan engizisyon baskısından kurtardıklarını söyleyecekler. Nasıl bir ikiyüzlülük nasıl bir riyakarlık .

Ama aslında bir başka ve önemli bir gerekçe var; Yahudileri yok etmek isteyen Nazi Almanya’sı Yahudilerin Filistin’e ulaşmasını istemesine rağmen hatta bu konuda girişimlerde bulunmasına rağmen, İngilizlerin Arap politikasına farklı yaklaşımlarından ötürü bir türlü sonuçlanmayan yolculuk… Hatta bir çelişki …

Kitabı okurken sürekli olarak 12 eylül işkencehanelerinde işkence görenlerin feryatları ile Struma gemisinde yaşamını yitiren insanların seslerinin sürekli olarak beni rahatsız ettiğini söylemeliyim ve hemen eklemeliyim ki; her nerede ve her nedenle olursa olsun bu tür olayları yaptıranları, buna bir şekilde katliam yapıcı olarak katılanları ve en önemlisi be gelişmeler karşısında seslerini çıkarmayanları ve dahası olayların varlığını ve vahametini bilip te “ne yapabilirdim ki” diyerek vicdanlarınının ateşini düşürmeye çalışanların tarih önünde sırası ile; sorumlulukları ve vicdani rahatsızlıkları bitmeyecektir. Bu yaşanmış olayların daha da tarihin derinliklerine bırakılmaması, bu olaylarla yüzleşilmesi daha sı da sorumlularının yargılanması insanı bir arınma için kaçınılmazdır.

UNUTMAYALIM VE UNUTTURMAYALIM

Hiç yorum yok: