Perşembe, Ağustos 11, 2011

EFENDİLERE DİRENEN KÜBA – 2

Kapitalist dünyanın efendileri için daha önce yazdığım ve http://sosyalyasamdaalternatif.blogspot.com adlı bloğumda yayınlanan “Efendilere direnen Küba” adlı yazımda yaptığım tarifi bir kez daha tekrarlamak istiyorum; “kendini büyük toprak sahiplerinden, aristokratlardan, bankacılardan ve her türlü sömürgeci ve sömürücüden, demokrasiyi hiçe sayanlardan kurtaran, dünyaya çok önemli bir örnek teşkil eden büyük bir devrim sonucu doğan Küba’yı içlerine sindirmeye hiçbir zaman yanaşmamışlardır, yanaşmamaktadırlar ve de yanaşmayacaklardır bu çok açıktan görülmektedir. Kendileri açısından dünyayı ve kendi sistemlerini tehdit ettiğini düşündükleri bu sisteme dolayısı ile de bu ülkeye karşı hiçbir zaman, (ancak görülebildiği ölçüde) olağan sayılacak ekonomik, siyasi ilişkiler kurulabilecek bir ülke gözüyle bakmamaktadırlar ve bu uğurda yapılan hiçbir davet ve öneriyi olumlu değerlendirmemektedirler. Bu aşağılanan, horlanan ve efendilerine karşı büyük bir üstünlük sağlayan bu ayak takımının yarattığı devrimi boğmak için, her türlü uluslararası zorbalığa varacak ölçüde, ekonomik ve ticari ambargo yanında silahlı saldırılar, planlı-örgütlü sabotajlar, her fırsatta uluslararası çağrıları ile yıkım müteahhitleri edasıyla yaklaşım devam etmektedir ve edecektir taa ki kendilerince nihai maksat hâsıl olana kadar. Kendilerinden olmayanların yıkılması, yaşamaması hülasa örnek teşkil etmemesi açısından, bu efendilere göre her yol mubahtır, hatta maksadın hasıl olması açısından Makyavelizm olmazsa olmazdır.”
Kapitalist dünyanın ağası ve jandarması ABD; Küba’ya karşı sürekli her türlü melanet, hıyanet, hile, hurda, dalavere, desise, entrika ve dolap çevirme konusunda esas oğlan rolünü kimseye kaptırmadan devam ettirmektedir. Artık böyle bir ülke var, bu ülkenin tercihi bu şekilde olmuştur şıkkı, asla ve kata geçerli değildir, bu karanlık oyunların başaktörü ülkeye göre, asla da olmayacaktır, kaç seçim, kaç başkan, kaç hükümet gördü ABD kutsal Küba devriminden sonra, ama hiç değişmeyen bir Küba politikası hep geçerli olmuştur ve olacaktır gibi de görünmektedir, işte kuyruk acısı bu olsa gerek… Her türlü saldırı planı, ambargo planı, sabotaj planı, uluslar arası yalnızlaştırma planı başta olmak üzere her türlü yıldırma planı ABD tarafından itina ile yapılmaktadır, ezeli düşman Küba’ya karşı, hatta bu düşmanlığını Küba toprakları içerisinde de devam ettirmektedir. Havana’daki “ABD Çıkarları bürosu” diye adlandırılan büronun dışına yerleştirilen çok büyük bir ekran vasıtası ile Dünyanın her tarafında rutin hizmetler vasfında ve tamamen farklı kanallar ve vasıtalarla yaptığı hizmetini burada devam ettirmekte ve Kübalıların bu yalan ve dolana uyarak Küba devrimine karşı olmasını beklemektedir. Peki; bu kabil çalışmaların başarı şansı var mıdır da, bıkmadan usanmadan devam edilmektedir, maalesef kısa vadede etkili olamasa bile uzun vadede ne olacağını Küba’nın kendi başarısı ya da başarısızlığı tayin edecektir, sokakta edindiğim izlenimler bana “maalesef” dedirtmiştir. Mezkûr büronun önüne yerleştirilen bu ekranın kustuğu kin ve nefrete karşı Küba’nın aldığı tek fiziki önlem ise, ekranın görülebilmesini engellemek için yerleştirilen yüzlerce bayrak olmuştur. Ancak, propagandanın ve bu anlamda yarattığı politik yozlaşmanın gücünü bilen bir kuşak olarak bizler, günümüzde; propagandanın babası ya da dehası sayılan Goebbels’in özgün metotlarına bağlı kalan ancak teknolojinin ve bilimsel gelişmenin kendilerine sağladığı tüm imkânları kullanarak bu konuda ordinaryüs rütbesi alan Goebbels ardıllarının yarattığı ehven iklimlerde “olmaz olmaz deme olmaz olmaz” a hep ihtimal vermişizdir ve vermeye de devam edeceğiz. Yoğun yalan bombardımanı altında geniş halk kitlelerinin; genelde ülke ve özelde de şahsi beklentilerinin asgari düzeyde de olsa karşılanması halinde kendilerine sunulanların yeterliliğine hep kanaat etmişlerdir ve edeceklerdir de şıkkı haricinde, propagandanın "Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar” ilkesi gereği de sahip olunan imkânlar dâhilinde bıkmadan usanmadan tekrara devam edilmeye göre… Ne yazık ki; bir ülkenin uluslararası propagandanın etkisi altına alınmasının en etkili yolunun da turizm olduğunu bilen bizler çok uzun yıllara dayanacak umutlar taşımak istesek bile bu umut hayatın kendisi ile çok uyuşmamaktadır, konuyla ilgili tek örnek bile durumun ciddiyetini kavramak açısından çok önemlidir, bilindiği üzere Küba’da ikili bir kur sistemi kullanılmakta olup, biri yerli halkın diğeri ise turistlerin kullandığı peso olup değer farkı yaklaşık 20 kattır. Uzun vadede yerli para kazanan ile sadece bahşişlerden bile oluşsa turistik para kazanan 2 Kübalı komşunun yaşamının nasıl etkileneceği merak konusudur, umarım her konuda kaygılarım boşunadır, aksi takdirde “efendilere direnen” ülke sayısı azalacak olacaktır, peki çaresi varmıdır diye sorulursa da cevabım yoktur maalesef aslında var olan en radikali hariç…
“1 Mayıs uluslararası dayanışma ve işçi bayramı” için Küba dostluk derneğinin organize ettiği ve “uluslararası çalışma tugayları” adı altında gittiğimiz Küba’da bir süreliğine kaldığımız kampta, o güne kadar edindiğimiz alışkanlıklarımızın aksine olan her şey bizi önceleri çok rahatsız etmekle birlikte kısa sürede mezkûr yaşama ayak uydurduk ve hatta keyif almaya başladık. Kampın yakın çevresindeki köylere yaptığımız plansız ve habersiz yürüyüşlerde yerli halkın mevcut koşullara uyumu ve en azından yüzlerine yansımış mutluluğu gördük, köylerdeki kiliselerin faal olduklarını görerek, Küba’nın din ile ilgili ciddi yaklaşımlar göstermemiş, açıkçası din ile derdi olmamış ve dine karışmamış olması halini gözlemlemenin rahatlığını ama ulaşımda kamyonlardan bozma otobüs görüntülü araçlarla yapılmasının rahatsızlığını da yaşadık ayrıca…
Kampta her sabah; hoparlörlerden duyulan horoz sesi ile uyanışın ardından, bazen Castro’nun bazen Che’nin konuşmaları ve enternasyonal marşı ile uyanışın zevkini tadarak, Avustralya’dan Nijerya’ya, Kırgızistan’dan Uruguay’a kadar dünyanın bir sürü ülkesinden gelmiş insanların birbirlerine genellikle de kendi dillerinden hitap ederek buluştukları kahvaltıların menü fakirliği ile paylaşılmış anlar, akşamları da kampın barında uzun “mojito” muhabbetlerine dönüşmüş olup bu muhabbetlerin yarattığı sıcak dostluklar belki bazılarında hala devam ederek kalıcı olmuştur.
Kampta her ülkenin ulusal yiyecek ve içeceklerinin tanıtıldığı, halk oyunlarının gösterilerine sahne olduğu gecenin en keyifli tarafı ise katılımcıların ulusal kıyafet giyme tercihlerinin olmasıdır ve bu konuda da en başarılı olanların Nijeryalıların olduğunu belirtmeliyim, bıkmadan her gün aynı stil, desen ve renkten oluşan ulusal giysilerini tercih etmişlerdir. Bizimkilerin yeme ve içme konusunda tercih edilmiş olmasını da önünde oluşan uzun kuyruklardan anlayarak kendimiz gerek başka başka tatlar için diğer ülkeleri tercih etmemiz gerekse de bizimkilerin başkaları tarafından tanınma oranının artması için, bizimkilerin masasına çok istememize özellikle de rakı alabilmek için bile olsa gitmedik, ama komşu uzo tadını da eksik etmedik.
Efendilere direnen bu güzel ülke ve kendileri ile barışık görüntüsü veren bu ülke insanları için daha yazabileceğim çok şey olduğunu düşünüyorum ve diğerlerini gelecek yazılara bırakıyorum…

Hiç yorum yok: