Pazartesi, Ağustos 15, 2011

SÜLEYMANNAME KÜLLİYATI Bölüm - 1 “ÇORUM’U BIRAKIN FATSA’YA BAKIN”

Ötekileştirerek yok etme sanatının babası sayılan, muarızları tarafından tahkir edilme adına “Morrison Süleyman” ve hayranları tarafından “Muhteşem Süleyman”, “Çoban Sülü”, “Barajlar Kralı” vs gibi yüzlerce daha lakabı olan, 7 kez geldiği ile övünen ve 20. yüzyılın 2. yarısında Güzel Yurdumun bağrına adeta; asla ve kata sökülüp atılamayacak bir taş gibi çöken, ama Canım Yurdumun, maalesef ve sanki dizleri üzerinde dik ve onurlu durmasının önüne engel oluşturması için tayin edilmiş görüntüsü ile tarihteki yerini almıştır; Süleyman Demirel.

Benim için bir ömür sürdüğü izlenimi veren Başbakanlığı döneminde, Canım Yurdumun gelişmesinin önüne çektiği baraj setlerinden ötürü aldığı meşhur lakabı yüzünden, söylediği her lafın felsefi sığlığından ama operasyonel sonuçlarının yıkıcılığından hareketle uzun süredir yazmak istemişimdir, bu muhteşem şahsiyetimizi, kısmet bu döneme imiş. Evet, Muhteşem Süleyman, barajlar kralıdır, ama ne barajı, olsa olsa Demokrasinin önüne set edilen barajdır, İnsanlığının sosyalleşmenin önüne set edilen barajdır, canım yurdumun çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmasına set edilen barajdır, vs. vs…

57 ölü, 200’ün üstünde yaralı; 300’e yakın ev ve işyerinin tahrip edilerek yakılması; binlerce ailenin göçüyle noktalanan ve tarihe “Çorum Katliamı” adıyla geçen bu büyük olayın ardından, sanki Başvekil değilmiş muhalefet lideriymiş edasıyla gerdanı da kırarak, gazetecilerin olaylarla ilgili sorusuna cevaben, “Çorum’u bırakın, Fatsa’ya bakın” diyerek hep yaptığı üzere topu taça atarak, gündemi değiştirerek ama aslında kafanın ardındaki planı derc ederek ait olduğu tarafa mesaj ve moral aktarmayı sürdürmüştür, tahammüden…

Peki; bir ülkenin Başbakanı sorulan soru üzerine üstelikte 1. derecede sorumluluk ve yetki sahibi olunan mevkide olmasına rağmen neden böyle bir cevap verme ihtiyacı duyar diye baktığınızda niyetin ne denli iyi olmaktan azade olduğunu görürsünüz. Görürsünüz, çünkü olaylardan hemen önce, Vali, Milli Eğitim Müdürü, Emniyetin önemli kadrolarını değiştireceksiniz, bu değişikliği müteakip mezkûr olaylar gelişecek ve siz sütten çıkmış ak kaşık edasıyla “Çorum’u bırakın, Fatsa’ya bakın” veciz sözü ile bir taraftan Çorumda yaşananları yandaşlarınıza, merak etmeyin bizim çocuklar sağlam ve zaten onlar galiptir bu yolda, diğer taraftan da asıl Fatsa’da yapacaklarımızı bir görün küçük dilinizi yutarak burayı unutacaksınız mesajı vereceksiniz. Vallahi pişkinliğin böylesi siz yenisini yapana kadar rekor olarak tarihe geçmiş olacaktır. ABD’nin Türkiye Büyük Elçiliği’nde görevli ve CIA istasyon şefi olduğunu sağır sultanın bile duyduğu Robert Alexander Peck’in oraya gitmiş olması gelişmelerin nelere gebe olduğunu gösterir iken sizin bir şey yapmamanız ise manidardır, ya da dahası da var ama yazmanın sıkıntıları da var, ne yazık ki…

Peki, dönemim başbakanı kendisine verilmiş görevi gereği solu yok etme hatta muhalefetin olmadığı bir ortamın hazırlanması ya da bir başka ifade ile askeri darbelerin yolunu açma çalışmaları kapsamında beyan ettiği Fatsa’da neler olmaktaydı o dönem, şüphesiz tamı tamına bilmenin mümkünatı yoktur ayrıca gereği de yoktur ama bizler o dönemi yaşamış ve ülkesini seven insanlar olarak durumu da biliyoruz.

Mesela; dönemin Başbakanının kardeşi Hacı Ali Demirel’in de ortak olduğu ve yazar Uğur Mumcu’nun da ısrarla farklı bir gözle vurguladığı Fatsa Belediyesinin büyük ortak olduğu ve Başbakanın kardeşinin yüklü miktarda borçlu olduğu bilinen DEMAS adındaki şirketin Fatsa Belediyesinin kontrolü vasıtası ile ele geçirilmesi operasyonumudur aynı zamanda, bilinmiyor…

Ama bilinen bir şey var, halkın söz ve karar sahibi olduğu yönetimlerin istenmediği, istenmediği bir kenara yok edilmesi gerektiği kararı bulunan mezkûr dönemde, Çorum benzeri yönetim değişiklikleri yapıldı Fatsa’nın bağlı bulunduğu Ordu ilinde, Vali değişti, Emniyette önemli kadro değişiklikleri yapıldı, bugün artık ne olduğu iyice ortaya çıkmış Reşat Akaya valiliğe atandı ve ne olduysa ondan sonra oldu. Ama esas olan DEMAS’ta oldu, dönemin başbakanının kardeşi muradına erdi. Efendim orada binlerce insan tutuklandı, işkencelerden geçirildi, onlarcası öldürüldü, ne gam ne tasa. Devleti yöneten zihniyet kararını vermiş bir defa…

Kıymeti sonradan anlaşılacak, emperyal politikalara bir ömür vakfetmiş, bu uğurda can bile vermeye hazırlanmış, “Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslüman” çizgisinden hidayete ererek “Tek Yol İslam” çizgisine duhul olmuş, hem şimdilerde meşhur olduğu üzere dönemin ılımlılığının önemine dikkat çekmiş, aidiyetini belirtmiş hatta o kadar ileriye giderek belirtmiş ki bu aidiyeti ABD de deki krizleri bile “ABD nin yeterince kapitalist olamamasına bağlamış” bilim dünyasınca da ne kerameti olduğu da pek anlaşılamamış, Zaman gazetesi yazarı Atilla Yayla pek muhtemel ki kendisine ait olduğu zannedilmeyen ama hangi mahfillerden sufle edilmiş olduğu çok açık olan postulatı o dönem ortaya atarak bugünlerini garanti altına almıştır. Ne diyor muhterem bu kofti postulatında özetle; “Ordu ili Türkiye’ye yapılacak deniz harekâtında en önemli bölgedir, çünkü Türkiye’nin en önemli platosu olan Sivas platosuna erişim buradan mümkündür, buranında en statejik bölümü Ünye-Fatsa bölümüdür”. Bu öngörüye kargalar güler ama Hedef söz, karar ve yetki halkındır uygulaması ya, hedef DEMAS tır ya, kargalar gülerken diğer hayvanlar saldırır işte.

Sonradan Picasso’yu bile sollayan ünlü ressamımız ise; “Orada Terzi Fikri diye biri çıkmış. Devlet benim diyor. Komite kurmuş. Fatsa'yı o komite yönetiyor. Ne yapılıp, yapılmayacağının kararını halk veriyor. Veya halk adına o komite. Yani kararı devlet vermiyor. Devlet otoritesi sıfır. Devletin kanunları Fatsa'da işlemiyor.” Beyan ve kabul ediyor halkın karar verdiğini, ama müesses nizam adına behemehâl yıkılmalıdır ona göre, halk kim karar vermek kim…

Kısa bir değinme de; yakalandıkları İLKSAN yolsuzluğu ile Akşam gazetesi soygunu başta olmak üzere yüzlerce demokrasi karşıtı vaziyet almaları nedeniyle aslında sokağa çıkabilecek yüzleri olmamasına rağmen, mevcudiyetlerini ve istikballerini müstevlilerinin ekonomik ve siyasi emellerine dünde bugün de tevhit etmiş olan şimdilerin Demokrasi havarisi postundaki dönemin Tercüman gazetesinin sahiplerinden ve önemli yazarlarından olan şahsiyeti, o dönemde mesleğinden ötürü Terzi Fikri’yi hakir görerek yazdığı propaganda yazılarından ve yarattığı hedeften ötürü asla ve kata unutmayacağımız olacaktır.

Terzi Fikri pratiğine bakarmısınız Allahaşkına, adam bir Belediye başkanı oldu, meğerse ne herzeler yemeye hazırlanıyormuş, hey Koca Terzi Fikri hey…

Bir başka hatırlamamız gereken konu ise mezkûr dönemin CHP milletvekili olan, şimdi ki Kültür Bakanımız Ertuğrul Günay’ın dönemin yakıcı ve yıkıcı operasyonlarını müteakip geldiği Ordu’dan “Faşist Vali defolup gitmelidir” demecidir ama hey gidi günler heyyy… Bir hilal uğruna ne güneşler batıyor demiş ya şair, işte…

Bu vesile ile bir kez daha felsefesi sığ, yıkıcılığı yüksek lafları eden bu kabil Devlet Adamlarına hakkımızı helal etmediğimizi açıklar iken, ayaktakımının söz, karar ve yetki sahibi olmasının yolunu ve önünü açan Terzi Fikri’nin pratiği önünde saygıyla eğiliriz…

Ünlü şair Can Yücel şu şiiri yazmıştı yakıcı ve yıkıcı operasyondan sonra;
 
“Terzi Fikri öyle bir elbise dikti ki Fatsa’ya
O Gürcü öyle bir gürledi ki arkadaşlarıyla
Noktalar, noktalı virgüller, askeri operasyonlar
Kimseler çıkaramaz Fatsa’nın sırtından!
Emek hakkının sımsıcak çıplaklığını”



Hiç yorum yok: