Süleyman Demirel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Süleyman Demirel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazar, Ekim 09, 2011

SÜLEYMANNAME KÜLLİYATI Bölüm 3

“Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz”

Zulüm İmparatorluğu ABD tarafından; “Yeşil kuşak” projesi kapsamında yerelde lojistik desteği sağlayabilecek en ehven ekipbaşı olarak Muhteşem beyefendinin tayin edilmesini müteakip, yazılan senaryonun gereği olarak önce yaratılan görece özgürlük ortamında, yükselen halk muhalefetine ve devrimci uyanışa karşı hemen dönemin içişleri bakanı ve Muhteşem Süleyman’ın muhteşem ataması olan zat, asker kanadın da “sosyal gelişme ekonomik gelişmenin önüne geçmiştir” demesini müteakip işaret parmağını oynatması üzerine meşhur “İti ite kırdırma” politikası yürürlüğe sokulmuştur. Peki; neydi bu yeni oyun kısaca hatırlayalım, yükselen halk muhalefetinin ve devrimci uyanışın karşısına devletin örtülü ama sıkı desteğinin verilerek oluşturulacak sivil ve gizli gladio ekibinin, ülkede iç savaş koşullarını derinleştirerek insanların birbirlerini boğazlamalarının önünü açmak ve nihayetinde de bunlar bahane edilerek duruma uygun yasal düzenlemeler yapılarak ta; yerelde sermaye temerküzü ile yerli kapitalistleri yaratmak ve geliştirmek, enternasyonal düzeyde de yaratılan artı değerin tayin makamlarına aktarılmasının düzenli ve faydalı olmasının yolunun açılmasıdır. İşte bu amaçla da 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri yapılarak, ehven koşulların yaratılmasına yönelik ve yapılan düzenlemelere karşı bir direnişin engellenmesini öngören açık faşizm uygulamaları başlatılmıştır. Peki; neler yapıldı bu ortamın hazırlanması için, ne tür çalışmalar gerçekleştirildi derseniz de; yüzbinlerce örnek vermek mümkündür şüphesiz.

Kızıldere katliamı, Nurhak katliamı, Göztepe katliamı, 1 Mayıs katliamı, Bahçelievler katliamı, Beyazıt katliamı, Piyangotepe katliamı, Yükseliş katliamı, Tarsus katliamı, Çorum katliamı, Yozgat katliamı, Kahramanmaraş katliamı, Malatya katliamı başta olmak üzere yüzlerce katliam yapılmış ama hiçbirinin gerçek failleri ortaya çıkarılamamış ve asli failleri yakalananlarda bir şekilde örtbas edilmişlerdir.

Eeeee, doğru tabii 6-7 Eylül olayları itina ile düzenletilir faşist tosuncuklara, konuyu saptırmak için arkasından hemen solcu tutuklamasına girişilir, özel mahkemeler kurulur, suç solculara atılır gibi şeytana pabucu ters giydirme sanatında usta-kalfa öncülleriniz-öğretmenleriniz olursa, size de bu kelamı etme hakkı doğar tabii ki. Peki; pek muhterem muhteşem beyefendi, olaylara neden olan Selanik’teki Atatürk’ün evine bomba atılması olayının faili ve o dönem Selanik Üniversitesi Siyasal Bilgileri öğrencisi ki bu olayların baş maşası (sorumlusu) olduğu iddiası ile yargılanan ve ceza alan Oktay Engin, kimin zamanında Nevşehir Valiliğine getirilmiştir. (Oktay Engin, 22 Şubat 1992 - 18 Eylül 1993 tarihleri arasında Nevşehir Valiliği yapmıştır) Sanki “mart ayında doğmuş gibi bir havanız var”.

“Watch your step” diye uyarma ihtiyacı duyduğunuz ardıllarınız da tabii ki “Kurşun atan da kurşun yiyende şereflidir” diyerek zatı âlilerinizden ne kadar ilim, irfan ve feyiz aldığını gösterecek ve konunun aslında pek sizin bu sözü ettiğiniz dönemi ve basit bir olayı kapsamadığını gösterecektir. Çünkü bu laf bir “stay behind” ordu taktiğidir ve 2. dünya savaşı adıyla tarihe geçen 2. paylaşım savaşının ardından yazılan ve sahneye konan “yeşil kuşak” projesinin varlığına ve sürekliliğine endekslidir. Ne ve neden demişti bu kelamları ardıllarınız; hani sizin onlar bizim sağcılar değiller dediğiniz, bizim de onlar içimizdeki Amerikalılardır diyerek iddianızın bir bölümünü kabul ettiğimiz ve susurluk olayında kabak gibi ortaya çıkan bu sağcıların uluslararası eklemlenmiş boyutunun ortaya çıkması üzerine, tarihsel misyonu gereği sahiplenmenin kaçınılmaz delikanlılığını göstermiştir. Hani bu ardıllarınız inanılmaz servetlerini ev kiralarını bile ödeyebilmekten aciz büyüklerinin bodrumlarında çıkılar içinde bulduklarını söylediklerinde de, örtülü ödenekleri iç ettiklerinde de, aynı bu mezkûr büyük kelamı ederken olduğu üzere çok inandırıcı idiler. (!!!!). Ama sizin rahleyi tedris ettiğiniz mahfillerden yine sizi tedris ettiren ustalara benzer ustalar tarafından tedris edildiğini de bu maharetli izahından anlamaktayız açıkçası, ardıllarınızı da…

Merak etmeyin; “Evet” dedirtmenin mümkün olmadığını en nihayetinde anlamıştır insanlar, gerçekten siz doğruları söylemekten aciz insanlardansınız, acizliğiniz bilmediğinizden değildir elbet, bilakis kast taşıyarak ifade ettiğinizden olsa olsa işinize gelmemiştir. Diğer taraftan da, Süleyman Demirel’in demek istediği zinhar sağcıların/milliyetçilerin adam öldürmediği değildir, tam tersine sağcıların/milliyetçilerin adam öldürdüğünü zımnen itiraf etmekte, ama kendisini siyaset sahnesinde tutan sivil zinde güçlerin sağcılar olması nedeniyle bunu asla telaffuz etmeyeceğini ifade ederek durumu kurtarmakta ve bilahare de durumu tam anlaşılır hale getirmek içinde mezkûr ifadeye “onlar devleti koruyor” bölümünü ilave ederek, tanımı tamamlamıştır. Belki de tersinden anlama üstadı olan necip milletimize “rahatlıkla solcuların adam öldürdüğünü sürekli söyletebilirsiniz” yaklaşımını tebarüz ettirme adına sarf ettiniz bu lafları. Belki de bunlar sizin bildiğiniz sağcılar değildi bunların alayı; “stay behind” adlı ve Kenan Evren’inde bir dönem komutanlığını yaptığı iddia edilen NATO nun gizli ordularının elemanlarıdır demek istediniz de biz anlayamadık, işte her neyse, ama her şey tabak gibi ya da kabak gibi ortada. Ve tabii ki bu orduda yerel boyutta görev alanların da sağcılardan seçilmesi bilginiz dışındadır ve tesadüftür ya da yine zatı şahanelerinize ait olan bir başka kelam devreye girecektir cevap olarak “meczup”.

Bal gibi bunlar sağcılardır ve siz bunları da bal gibi biliyordunuz ve siz bunların uluslararası hemhal durumlarını da çok iyi biliyorsunuz ama siz kulağınıza sufle edilen konularda gerçekten çok başarılısınız ve bu başarınızı Göbbeels ilkelerine borçlusunuz tabii ki doğruyu söylemeyeceksiniz, ne demiş üstad; “Yalan ne kadar büyükse inanan o kadar çok olur”.

Çarşamba, Ağustos 31, 2011

SÜLEYMANNAME KÜLLİYATI Bölüm 2

“Bunların sonu da Allende gibi olacak”

Destekçilerinin ya da nemalandırdıklarının ifadesi ile Canım Yurdumun en önemli siyasi lideri, ısrarlı ve ateşli takipçilerinin bile bir vade sonra terk ettikleri, aslında ipe sapa gelmez, son derece sığ bir dolu lafın belli bir mantık(sızlık) silsilesi içinde sıralanması ile lider yerine “Şark kurnazı” nasıl olunurun muhteşem örneğidir, Süleyman Demirel. Canım Yurdumun yaratmaya çalıştığı onurlu insan portresinin tamamlanamaması için elinden geleni ardına koymaksızın çaba göstermiş, siyasi ve ekonomik ikbali kendilerine tevhit edilmiş harici bedhahların hakiki temsilcilerinin fevkalade örneği olmayı halen de sürdürmekte olan, bu sadece ve sadece güce tapan Muhteşem zat; Türkiye’deki tüm sivilleşme çalışmalarının inkitaya uğraması için tüm faşist darbelerin yapıcılarının yolunu açmış ve sonuçta da gerdan kırarak “Bu darbe bana karşı yapılmıştır” deyip prim toplayabilmiştir, Canım Yurdumun insanından, işte üzücü tarafı da budur konunun.

Soğuk savaş koşullarının en ağır yaşandığı ülkelerin başında gelen Canım Yurdumun, 70 li yıllarına damgasını vuran bu mezkûr zat; 12 Mart faşist darbesinin önünü açmış olmasının verdiği inanç ve güvenle 12 Mart sonrasının hasadını tek başına yapacağının hesabı içinde harici bedhahlarının sufleleri ile de yarattığı iç savaş koşullarını tırmandırmaya devam etmektedir o dönemde de tıpkı 12 Mart öncesi yaptığı gibi. Ülkeyi yönettiğini zaman zaman unutarak ya da görevi gereği öyle davranarak, harici ve dâhili bedhahlarının yönlendirmeleriyle Canım Yurdumu hızlı bir şekilde 12 Eylül Faşist darbesi günlerine taşımakta ve siyasi gerginliğin tırmanması içinde elinden geleni yapmaktadır. Bu dönemde yarattığı ucube MC (Milliyetçi Cephe) hükümetlerinin uygulamalarından bıkıp usanan vatan evlatlarının kendisinin partisi AP yi değil de CHP yi tercih etmesi de neticesinde bile 1977 seçimlerinden sonra her türlü siyasi manevraları ve numaraları çevirerek ne yapıp edip MC nin devamını sağlamış ancak nedenleri bugünlerde yavaş yavaş taraftarları tarafından bile anlaşıldığı ve görüldüğü üzere tayin ediciler CHP ye hükümet etme yetkisi vererek kaosu daha da kesifleştirmişlerdir.

İşte o günlerin kesif dumanı içinde; Devrimci muhalefetin yükselişinin etkisi ile toplumsal uyanışın artmasından ötürü korkuları yükselen harici ve dâhili bedhahlar gidişin planlarını revize ederek muhalefet görevi verdikleri AP nin başındaki gerdan kırıcı muhterem zat; nasıl kurulduğu ve ne katkılı olduğu çok bilinen hükümeti yönetmeye çalışan CHP lideri Bülent Ecevit’i, bir ABD Senaryosu ve yapımı neticesinde seçimle gelmiş ve ülkesi Şili’yi dönüştürmeye çalışan Salvador Allende’nin kanlı şekilde iktidardan uzaklaştırılmasını hatırlatarak “Bunların sonu Allende gibi olacaktır” diyerek tehdit etmiştir.
Peki, ne idi Şili ve Allende gerçeği; seçim ile iktidara gelmiş ve ülkesini kendi görüş ve inançları doğrultusunda değiştirme ve dönüştürme kararı almış, kendi iddiasına göre Marksist olan bir devlet başkanının, ABD nin talebi doğrultusunda siyasi ve ekonomik çıkarlarına aykırı bulmasından ötürü, Şili’nin “Bizim çocukları” (Türkiye’deki hali Ours boys!!!) tarafından kanlı bir darbe ile devrilişinin hikâyesidir. Emperyalist saldırganlık için genelde kendilerine biat etmemiş her yer hedeftir, ama bu hedefler içinde de önceliği sürekli olarak; ABD Emperyalizminin temsilcisi ya da temsilcinin yerel temsilcisi durumundaki firmaların ya da kurumların millileştirilmesini savunmak ya da gerçekleştirmeye çalışmak yer tutmaktadır. “Halkın özgür iradesiyle seçilmiş ilk Marksist Devlet Başkanı” ve “Sosyalizme barışçıl yollardan geçmeyi amaçlayan” biri olarak Salvador Allende, İran lideri Musaddık’tan sonra da ABD nin Emperyal saldırgan politikasının hedefi haline gelmiştir ki, Şili Devlet Başkanı mevcut hiçbir sosyalist ülkenin modelini kendine uygun görmemiş ve 3. yolu tercih edeceğini beyan ederek kendi ülkesine özgün bir vizyon oluşturmayı hedeflemiş idi. Açıktan; tüm yasal süreçlere riayet edeceğini, anayasal öngörülere saygılı davranacağını, basın özgürlüğüne ve konuşma-toplantı özgürlüğüne kısıtlama getirmeyeceğini ısrarla belirtmesinin yanı sıra Şili’nin bakır madenleri başta olmak üzere yaklaşık 200 şirketi millileştirmiş ve yoksulların yararına olmak üzere kapsamlı bir toprak reformu geliştirmiştir.

Ama bizim muhterem zatın kastı çok önemli; 12 Mart sonrası Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamının oylamasında, yerinden havalara fırlayarak ve 2 elini de havaya kaldırarak, 3 e 3 diyerek zil takıp oynamış olmanın yanında bilgisizliğinin sığlığını da Adnan Menderes ve diğer idam edilenleri Deniz Gezmiş ve diğer idam edilenler ile kıyaslayarak göstermiştir.

Peki, CHP lideri Bülent Ecevit Başbakanlığı döneminde ne yapmıştır da bu muhteşem zat, Bülent Ecevit başta olmak üzere tüm yandaşlarının da akıbetinin Salvador Allende’nin akıbetine benzeyeceğini çok büyük hışımla ve düşmanlıkla söylemiştir. CHP lideri Bülent Ecevit Başbakanlığı döneminde, çok kapsamlı ve nitelikli bir toprak reformumu yapmaya mı niyetlenmiştir, uluslararası ve yerel uzantısı şirketlerin millileştirilmesi için bir girişimde mi bulunmuştur, Marksist olduğunu mu ilan etmiştir, sosyalist bir düzene seçim yoluyla gelmiş bir iktidarla geçilebileceğini mi iddia etmiştir, Sosyalist ve Komünist ülkelerle ilişki kurmak adına ABD ve Avrupa’nın emperyalist ülkelerinden kopmayı mı öngörmüştür, ne yapmıştır Allahaşkına…

Oysa daha kısa bir süre önce yapılan Kıbrıs Savaşı gerekçesiyle Türkiye’ye alınan tavra karşı, NATO dan ayrılacağını mı açıklamış, ABD nin ülkemizdeki üslerinin çalışmasına izin mi vermemiş, üslere el mi koymuş, yoksa ayıp oluyor biz de NATO ülkesiyiz diyerek fazlaca kahırlanmamışmıdır da, siz Şili liderinin ölümü ile birlikte büyük bir katliama dönüşen sonu Başbakan Bülent Ecevit ve ekibine uygun görmüştünüz? Ne yapmıştır gerçekten çok anlaşılır değildi ama Muhterem ve Muhteşem zat 12 Eylül faşist darbesinin hızlandırılması için elinden geleni arkasına koymuyor ya; tüm mesele bu idi, yoksa onun derdi Bülent Ecevit değildi, siyasal ve ekonomik rejim tercihlerinin ne kadar uyuştuğunu başta kendileri olmak üzere hepimiz çok net biliyorduk. Bu muhterem zatın temsilciliğini yaptığı ekonomik ve siyasi çıkar grupları, aldıkları talimatlar gereği toplumun kutuplaşmasının hızlı artması için, gazyağından, beze, bezden yağa, oradan benzine, tüpgaza ve margarine kadar her şeyi karaborsaya düşürerek yangına benzin ile gitmektedirler o dönem. Dert; Türkiye’de faşist darbe şartlarının oluşturulması olunca her zaman yaptığı üzere yandaşları dışarıda bunları yaparken Beyefendi parlamentoda boş durur mu, durmaz tabii ki, “bunların da sonu Allende gibi olacaktır” diyerek ortamı germeye devam edecektir.

Peki, bu muhterem zat; 12 Mart ve 12 Eylül’de faşist darbecilerin yolunu dikensiz hale getirmeye çalıştı da bitti mi zannedersiniz görevi hala bitmedi, yaptıklarından ötürü nedamet duyduğunu açıkladı mı, yok, 28 Şubat “demokrasiye balans ayarı” operasyonunda da önemli rol üstlenerek kendi bağlılığını, hem uzun yıllar sonra 1991 seçimlerinde ne kadar çok değiştiğini uzun uzun ve gerdan kırarak açıklamasına karşın yaptı, bunu…

Anlayacağınız ve anlayacağımız şu ki, Morison, Morison’luğa devam ediyordu ve de ömrü yettiğince de bundan vazgeçmeyecekti, solun her rengine hatta tonuna bile ne kadar karşı olduğunu hatta kendisi açısından şiddetle cezalandırılması gereken bir düşman olduğunu ahir ömrü boyunca göstermiştir. 2011 seçimlerinde CHP yi destekliyor olması artık; CHP den mi, yoksa onun GÖLTAŞ meselesi yüzünden iflah olmaz AKP düşmanı olmasından mı bilemeyeceğim!!! (aslında biliyorum)
Muhteşem Süleyman’ın hiçte söylendiği ya da sunulduğu gibi muhteşem olmadığını gelecek yazılarımda da kayıt altına alınmasına devam edeceğim.

Pazartesi, Ağustos 15, 2011

SÜLEYMANNAME KÜLLİYATI Bölüm - 1 “ÇORUM’U BIRAKIN FATSA’YA BAKIN”

Ötekileştirerek yok etme sanatının babası sayılan, muarızları tarafından tahkir edilme adına “Morrison Süleyman” ve hayranları tarafından “Muhteşem Süleyman”, “Çoban Sülü”, “Barajlar Kralı” vs gibi yüzlerce daha lakabı olan, 7 kez geldiği ile övünen ve 20. yüzyılın 2. yarısında Güzel Yurdumun bağrına adeta; asla ve kata sökülüp atılamayacak bir taş gibi çöken, ama Canım Yurdumun, maalesef ve sanki dizleri üzerinde dik ve onurlu durmasının önüne engel oluşturması için tayin edilmiş görüntüsü ile tarihteki yerini almıştır; Süleyman Demirel.

Benim için bir ömür sürdüğü izlenimi veren Başbakanlığı döneminde, Canım Yurdumun gelişmesinin önüne çektiği baraj setlerinden ötürü aldığı meşhur lakabı yüzünden, söylediği her lafın felsefi sığlığından ama operasyonel sonuçlarının yıkıcılığından hareketle uzun süredir yazmak istemişimdir, bu muhteşem şahsiyetimizi, kısmet bu döneme imiş. Evet, Muhteşem Süleyman, barajlar kralıdır, ama ne barajı, olsa olsa Demokrasinin önüne set edilen barajdır, İnsanlığının sosyalleşmenin önüne set edilen barajdır, canım yurdumun çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmasına set edilen barajdır, vs. vs…

57 ölü, 200’ün üstünde yaralı; 300’e yakın ev ve işyerinin tahrip edilerek yakılması; binlerce ailenin göçüyle noktalanan ve tarihe “Çorum Katliamı” adıyla geçen bu büyük olayın ardından, sanki Başvekil değilmiş muhalefet lideriymiş edasıyla gerdanı da kırarak, gazetecilerin olaylarla ilgili sorusuna cevaben, “Çorum’u bırakın, Fatsa’ya bakın” diyerek hep yaptığı üzere topu taça atarak, gündemi değiştirerek ama aslında kafanın ardındaki planı derc ederek ait olduğu tarafa mesaj ve moral aktarmayı sürdürmüştür, tahammüden…

Peki; bir ülkenin Başbakanı sorulan soru üzerine üstelikte 1. derecede sorumluluk ve yetki sahibi olunan mevkide olmasına rağmen neden böyle bir cevap verme ihtiyacı duyar diye baktığınızda niyetin ne denli iyi olmaktan azade olduğunu görürsünüz. Görürsünüz, çünkü olaylardan hemen önce, Vali, Milli Eğitim Müdürü, Emniyetin önemli kadrolarını değiştireceksiniz, bu değişikliği müteakip mezkûr olaylar gelişecek ve siz sütten çıkmış ak kaşık edasıyla “Çorum’u bırakın, Fatsa’ya bakın” veciz sözü ile bir taraftan Çorumda yaşananları yandaşlarınıza, merak etmeyin bizim çocuklar sağlam ve zaten onlar galiptir bu yolda, diğer taraftan da asıl Fatsa’da yapacaklarımızı bir görün küçük dilinizi yutarak burayı unutacaksınız mesajı vereceksiniz. Vallahi pişkinliğin böylesi siz yenisini yapana kadar rekor olarak tarihe geçmiş olacaktır. ABD’nin Türkiye Büyük Elçiliği’nde görevli ve CIA istasyon şefi olduğunu sağır sultanın bile duyduğu Robert Alexander Peck’in oraya gitmiş olması gelişmelerin nelere gebe olduğunu gösterir iken sizin bir şey yapmamanız ise manidardır, ya da dahası da var ama yazmanın sıkıntıları da var, ne yazık ki…

Peki, dönemim başbakanı kendisine verilmiş görevi gereği solu yok etme hatta muhalefetin olmadığı bir ortamın hazırlanması ya da bir başka ifade ile askeri darbelerin yolunu açma çalışmaları kapsamında beyan ettiği Fatsa’da neler olmaktaydı o dönem, şüphesiz tamı tamına bilmenin mümkünatı yoktur ayrıca gereği de yoktur ama bizler o dönemi yaşamış ve ülkesini seven insanlar olarak durumu da biliyoruz.

Mesela; dönemin Başbakanının kardeşi Hacı Ali Demirel’in de ortak olduğu ve yazar Uğur Mumcu’nun da ısrarla farklı bir gözle vurguladığı Fatsa Belediyesinin büyük ortak olduğu ve Başbakanın kardeşinin yüklü miktarda borçlu olduğu bilinen DEMAS adındaki şirketin Fatsa Belediyesinin kontrolü vasıtası ile ele geçirilmesi operasyonumudur aynı zamanda, bilinmiyor…

Ama bilinen bir şey var, halkın söz ve karar sahibi olduğu yönetimlerin istenmediği, istenmediği bir kenara yok edilmesi gerektiği kararı bulunan mezkûr dönemde, Çorum benzeri yönetim değişiklikleri yapıldı Fatsa’nın bağlı bulunduğu Ordu ilinde, Vali değişti, Emniyette önemli kadro değişiklikleri yapıldı, bugün artık ne olduğu iyice ortaya çıkmış Reşat Akaya valiliğe atandı ve ne olduysa ondan sonra oldu. Ama esas olan DEMAS’ta oldu, dönemin başbakanının kardeşi muradına erdi. Efendim orada binlerce insan tutuklandı, işkencelerden geçirildi, onlarcası öldürüldü, ne gam ne tasa. Devleti yöneten zihniyet kararını vermiş bir defa…

Kıymeti sonradan anlaşılacak, emperyal politikalara bir ömür vakfetmiş, bu uğurda can bile vermeye hazırlanmış, “Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslüman” çizgisinden hidayete ererek “Tek Yol İslam” çizgisine duhul olmuş, hem şimdilerde meşhur olduğu üzere dönemin ılımlılığının önemine dikkat çekmiş, aidiyetini belirtmiş hatta o kadar ileriye giderek belirtmiş ki bu aidiyeti ABD de deki krizleri bile “ABD nin yeterince kapitalist olamamasına bağlamış” bilim dünyasınca da ne kerameti olduğu da pek anlaşılamamış, Zaman gazetesi yazarı Atilla Yayla pek muhtemel ki kendisine ait olduğu zannedilmeyen ama hangi mahfillerden sufle edilmiş olduğu çok açık olan postulatı o dönem ortaya atarak bugünlerini garanti altına almıştır. Ne diyor muhterem bu kofti postulatında özetle; “Ordu ili Türkiye’ye yapılacak deniz harekâtında en önemli bölgedir, çünkü Türkiye’nin en önemli platosu olan Sivas platosuna erişim buradan mümkündür, buranında en statejik bölümü Ünye-Fatsa bölümüdür”. Bu öngörüye kargalar güler ama Hedef söz, karar ve yetki halkındır uygulaması ya, hedef DEMAS tır ya, kargalar gülerken diğer hayvanlar saldırır işte.

Sonradan Picasso’yu bile sollayan ünlü ressamımız ise; “Orada Terzi Fikri diye biri çıkmış. Devlet benim diyor. Komite kurmuş. Fatsa'yı o komite yönetiyor. Ne yapılıp, yapılmayacağının kararını halk veriyor. Veya halk adına o komite. Yani kararı devlet vermiyor. Devlet otoritesi sıfır. Devletin kanunları Fatsa'da işlemiyor.” Beyan ve kabul ediyor halkın karar verdiğini, ama müesses nizam adına behemehâl yıkılmalıdır ona göre, halk kim karar vermek kim…

Kısa bir değinme de; yakalandıkları İLKSAN yolsuzluğu ile Akşam gazetesi soygunu başta olmak üzere yüzlerce demokrasi karşıtı vaziyet almaları nedeniyle aslında sokağa çıkabilecek yüzleri olmamasına rağmen, mevcudiyetlerini ve istikballerini müstevlilerinin ekonomik ve siyasi emellerine dünde bugün de tevhit etmiş olan şimdilerin Demokrasi havarisi postundaki dönemin Tercüman gazetesinin sahiplerinden ve önemli yazarlarından olan şahsiyeti, o dönemde mesleğinden ötürü Terzi Fikri’yi hakir görerek yazdığı propaganda yazılarından ve yarattığı hedeften ötürü asla ve kata unutmayacağımız olacaktır.

Terzi Fikri pratiğine bakarmısınız Allahaşkına, adam bir Belediye başkanı oldu, meğerse ne herzeler yemeye hazırlanıyormuş, hey Koca Terzi Fikri hey…

Bir başka hatırlamamız gereken konu ise mezkûr dönemin CHP milletvekili olan, şimdi ki Kültür Bakanımız Ertuğrul Günay’ın dönemin yakıcı ve yıkıcı operasyonlarını müteakip geldiği Ordu’dan “Faşist Vali defolup gitmelidir” demecidir ama hey gidi günler heyyy… Bir hilal uğruna ne güneşler batıyor demiş ya şair, işte…

Bu vesile ile bir kez daha felsefesi sığ, yıkıcılığı yüksek lafları eden bu kabil Devlet Adamlarına hakkımızı helal etmediğimizi açıklar iken, ayaktakımının söz, karar ve yetki sahibi olmasının yolunu ve önünü açan Terzi Fikri’nin pratiği önünde saygıyla eğiliriz…

Ünlü şair Can Yücel şu şiiri yazmıştı yakıcı ve yıkıcı operasyondan sonra;
 
“Terzi Fikri öyle bir elbise dikti ki Fatsa’ya
O Gürcü öyle bir gürledi ki arkadaşlarıyla
Noktalar, noktalı virgüller, askeri operasyonlar
Kimseler çıkaramaz Fatsa’nın sırtından!
Emek hakkının sımsıcak çıplaklığını”