Pazartesi, Nisan 23, 2012

BAĞLARARASI ARKEOLOJİK ALANI ve SİT ALANI UYGULAMALARI

Çeşme Bağarası (Bağlararası) arkeolojik kazı alanı; Çeşme limanının dün 50 mt. bugün 100 mt. uzağında yer almakta ve denizle başlayan Çeşme ovasının tam merkezini oluşturmaktadır. Denize dik, ovanın tam merkezinden geçen ve etrafından kendisine onlarca karışan derelerin oluşturduğu hemen hemen 12 ay içinden su akan bir dere vardı, bu dere bugün otoyoldan Çeşme’ye girişteki yolun refüjünü oluşturan alanda ıslah edilmiş hali ile bulunmakta, ancak artık içinde sadece güçlü yağmurlar döneminde suyu bulunan hale gelmiştir. Bu dere etrafında yer alan ve gençliğimizde tamamen narenciye tarımına ayrılmış arazilerde yer alan evlerden oluşan bir yerleşim alanıydı, bugün ise birkaç kişinin direnmesine bağlı olarak birkaç bahçe tam eskisi gibi olmasa da korunabilmektedir. Ne yazık ki; bu mezkûr derenin binlerce yıldan beri taşıdığı alüvyonlar sayesinde oluşmuş verimli tarım arazisi bugün artık imar uygulamalarına tabi tutularak konut alanına açılmış bulunmaktadır.

Ege denizinin mezkûr ovaya bir bıçak gibi saplı limanı ise etrafındaki yüksek tepeler nedeniylede tarihin bilinen en eski devirlerinden beri fırtınalarda gemilerin sığınmaları için ehven bir alan oluşturmuştur. 2000 li yılların başında Bağarasında (Bağlararası) konumuzu oluşturacak arsa üzerinde mahalle ve çocukluk arkadaşlarımızdan Tümer Tütüncüoğlu nihayet artık benim de bir evim olacak sevinciyle planladığı konut inşaatı için temel kazılarını yaptırmaya başlayınca bazı duvar ve arkeolojik buluntuları bulunuyor, hemen haber verilen Çeşme Müze Müdürlüğü yetkilileri kazı çalışmalarını durduruyor ve duvar kalıntılarının ve arkeolojik buluntuların Tunç çağına ait olduğu anlaşılıyor, İzmir Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından mezkûr arsa ile etrafındakiler SİT alanı ilan ediliyor ve inşaat yasağı konuluyor.

Kocaman kocaman uzmanların konu ile ilgilenmeleri, Devletin ilgili birimlerinin bütçe tahsis ederek kazıları ve koruma uygulamalarını gerçekleştirmeleri ilk zaman ben dâhil tüm görenlerin takdirini kazanıyor ancak geçen zaman içinde klasik “Türk gibi başla ama İngiliz gibi bitir” atasözündeki önerme gerçekleşiyor, yasak bölge ve ona gerekçe oluşturan ilk etap kazı gerçekleşiyor, arsaların etrafına dikenli teller çekilerek çevriliyor, şimdilerde görünen o ki, konu hatta bu alan unutuluyor.

Çeşme’nin şimdilerde prestijli konut alanı durumundaki Bağarasında (Bağlararası) bir evim olacak hayalini kuran ancak malum nedenlerle gerçekleştiremeyen, çocukluk ve mahalle arkadaşımız Tümer Tütüncüoğlu uzunca bir süre burayı ilgili bakanlığa devretmek ya da başka bir arsa ile değiştirmek gibi girişimlerde bulunuyor ancak sonuç yok, ne yazık ki hayalini gerçekleştiremeden aramızdan ayrılıyor Tümer, şimdilerde yıldızlardan bakarak hala bir gelişme olmadığı için de orada da rahat olamıyordur. Bu ve benzer binlerce hazin öykü vardır canım yurdumda biliyorum, bir kısmı asla sonuçlanmayan davalarını takip ederken mahkeme koridorlarında, bir kısmı mevzuat efendilere derdini anlatmaya çalışırken ilgili kurumların koridorlarında ömür tüketiyorlardır, ama yok ise yüksek siyasi iltimas, madeni haz ne yazık ki tüm maçlar beraberlik umudu bile olmaksızın sonuçlanmaktadır.

Neden bu ülkede benzer durumlarda ki benim de katıldığım hızlı ve doğru şekilde davranan mevzuat efendiler, her şeye para bulan deve dişi gibi kocaman yetkililer, bulunan ya da ilan edilen doğal SİT, Arkeolojik SİT vs. gibi alanlardaki özel mülkiyet hakkı konusunda duyarsız olurlar, sorunu aslında yurttaşın sorununu, çözümü duyuna havale ederek çözmezler, anlamak kesinlikle mümkün değildir. Deve dişi gibi yetkililer; siyasi otoritenin çıkardığı yasalara rağmen ki bu yasalar trampa, kamulaştırma gibi çözümleri öngörür ama bir türlü sonuç alınmaz, ya müracaatınız kabul edilmez, müracaatınız kabul edilir talebiniz bir yerde dondurulur, talebiniz dondurulmasa sonuçlandırılsa bile, kamulaştırma için ödenek bulunamadı ya da ödenek beklenmekte, trampa için uygun arsa bulunamadı ama aranmaya devam edilmektedir hatta sizin bildiğiniz yerler varsa bize bildirin gibi trajikomik bir dolu hendek oluşturulur, atlat atlatabilirsen deveye durumu anlayacağınız. Ayrıca bir de “daha da ucubesi” olabilir fonundan bugün SİT yarın SİT değil kabilinden nabza göre şerbetli bilimsel ölçüler de vardır, siyasi rüzgârlara sizin rüzgârlara karşı nasıl durduğunuza, rüzgârın sizi ne kadar eğdiğine, rüzgârın arkanızdan mı, önünüzden mi estiğine bağlı, rüzgârı sevip sevmediğinize, rüzgârda ne kadar uzağı görebildiğinize bağlı durumlar vardır ki bunlar SİT ilan edilmiş arsanın/arazinin gerçek durumuna hiç bağlı değildir. Hatta teorik olarak mevzuat; kamunun ihale yöntemiyle satışa sunduğu arazilerin satım sürecinde para gibi kullanılabilecek, ihalelerde teminat olarak kullanılabilecek “sertifika” gibi bir enstrüman icat etmiş ama kimin umuruna, maksat sorun çözülmesin de ne olursa olsun. Tamam, anladık canım yurdumun toprağından tarih fışkırıyor ve bunlara sahip çıkılmalı, yok sayılmamalı, etrafı çevrilerek koruma altına alınmalı, evet aynen katılıyorum bu sahiplenmeye hatta çokta doğru buluyorum ancak buluntuların sizin amacınıza uygun ise tarih, değil ise taş parçası gibi nitelenmesine de bilimsel bir ölçü bulunmalı ve bu kararların destekleyicisi çıkar odaklarının taleplerine prim verilmemelidir. Yani kolayca anlaşılacağı üzere; Arkeolojik SİT alanlarına inşaat yapılabilen insanlarımız ile hiçbir endemik değeri olmayan ve yalnızca kültür bitkisi yetiştiriliyor olmasına rağmen arazilerinin doğal SİT alanı yapılmış insanlarımızın birbirlerin durumunu nasıl algıladıklarını uzun uzun anlatmamıza gerek yok, “zengin arabayı dağdan aşırır fakir ise düz ovada yolunu şaşırır” hikâyesi, tabii ki bu film çok tutulunca sınırsız sayıda devamı çekilmektedir.

Ne diyelim;

Devlet-i Osmanî ahalide terfi-i temayüz ilim irfan ile olmaz,
TERFİ ya olacak kuvvetli iltimas,
ya olacak madeni haz,
ya da olacak ten ile temas...


Hiç yorum yok: