Çeşme Bağarası (Bağlararası) arkeolojik kazı alanı; Çeşme
limanının dün 50 mt. bugün 100 mt. uzağında yer almakta ve denizle başlayan Çeşme
ovasının tam merkezini oluşturmaktadır. Denize dik, ovanın tam merkezinden
geçen ve etrafından kendisine onlarca karışan derelerin oluşturduğu hemen hemen
12 ay içinden su akan bir dere vardı, bu dere bugün otoyoldan Çeşme’ye
girişteki yolun refüjünü oluşturan alanda ıslah edilmiş hali ile bulunmakta,
ancak artık içinde sadece güçlü yağmurlar döneminde suyu bulunan hale
gelmiştir. Bu dere etrafında yer alan ve gençliğimizde tamamen narenciye
tarımına ayrılmış arazilerde yer alan evlerden oluşan bir yerleşim alanıydı,
bugün ise birkaç kişinin direnmesine bağlı olarak birkaç bahçe tam eskisi gibi
olmasa da korunabilmektedir. Ne yazık ki; bu mezkûr derenin binlerce yıldan
beri taşıdığı alüvyonlar sayesinde oluşmuş verimli tarım arazisi bugün artık
imar uygulamalarına tabi tutularak konut alanına açılmış bulunmaktadır.
Ege denizinin mezkûr ovaya bir bıçak gibi saplı limanı ise
etrafındaki yüksek tepeler nedeniylede tarihin bilinen en eski devirlerinden
beri fırtınalarda gemilerin sığınmaları için ehven bir alan oluşturmuştur. 2000
li yılların başında Bağarasında (Bağlararası) konumuzu oluşturacak arsa
üzerinde mahalle ve çocukluk arkadaşlarımızdan Tümer Tütüncüoğlu nihayet artık
benim de bir evim olacak sevinciyle planladığı konut inşaatı için temel kazılarını
yaptırmaya başlayınca bazı duvar ve arkeolojik buluntuları bulunuyor, hemen
haber verilen Çeşme Müze Müdürlüğü yetkilileri kazı çalışmalarını durduruyor ve
duvar kalıntılarının ve arkeolojik buluntuların Tunç çağına ait olduğu anlaşılıyor,
İzmir Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından mezkûr arsa ile etrafındakiler
SİT alanı ilan ediliyor ve inşaat yasağı konuluyor.
Kocaman kocaman uzmanların konu ile ilgilenmeleri, Devletin
ilgili birimlerinin bütçe tahsis ederek kazıları ve koruma uygulamalarını
gerçekleştirmeleri ilk zaman ben dâhil tüm görenlerin takdirini kazanıyor ancak
geçen zaman içinde klasik “Türk gibi başla ama İngiliz gibi bitir” atasözündeki
önerme gerçekleşiyor, yasak bölge ve ona gerekçe oluşturan ilk etap kazı
gerçekleşiyor, arsaların etrafına dikenli teller çekilerek çevriliyor, şimdilerde
görünen o ki, konu hatta bu alan unutuluyor.
Çeşme’nin şimdilerde prestijli konut alanı durumundaki
Bağarasında (Bağlararası) bir evim olacak hayalini kuran ancak malum nedenlerle
gerçekleştiremeyen, çocukluk ve mahalle arkadaşımız Tümer Tütüncüoğlu uzunca
bir süre burayı ilgili bakanlığa devretmek ya da başka bir arsa ile değiştirmek
gibi girişimlerde bulunuyor ancak sonuç yok, ne yazık ki hayalini
gerçekleştiremeden aramızdan ayrılıyor Tümer, şimdilerde yıldızlardan bakarak
hala bir gelişme olmadığı için de orada da rahat olamıyordur. Bu ve benzer
binlerce hazin öykü vardır canım yurdumda biliyorum, bir kısmı asla
sonuçlanmayan davalarını takip ederken mahkeme koridorlarında, bir kısmı
mevzuat efendilere derdini anlatmaya çalışırken ilgili kurumların
koridorlarında ömür tüketiyorlardır, ama yok ise yüksek siyasi iltimas, madeni
haz ne yazık ki tüm maçlar beraberlik umudu bile olmaksızın sonuçlanmaktadır.
Neden bu ülkede benzer durumlarda ki benim de katıldığım hızlı
ve doğru şekilde davranan mevzuat efendiler, her şeye para bulan deve dişi gibi
kocaman yetkililer, bulunan ya da ilan edilen doğal SİT, Arkeolojik SİT vs.
gibi alanlardaki özel mülkiyet hakkı konusunda duyarsız olurlar, sorunu aslında
yurttaşın sorununu, çözümü duyuna havale ederek çözmezler, anlamak kesinlikle
mümkün değildir. Deve dişi gibi yetkililer; siyasi otoritenin çıkardığı
yasalara rağmen ki bu yasalar trampa, kamulaştırma gibi çözümleri öngörür ama
bir türlü sonuç alınmaz, ya müracaatınız kabul edilmez, müracaatınız kabul
edilir talebiniz bir yerde dondurulur, talebiniz dondurulmasa sonuçlandırılsa bile,
kamulaştırma için ödenek bulunamadı ya da ödenek beklenmekte, trampa için uygun
arsa bulunamadı ama aranmaya devam edilmektedir hatta sizin bildiğiniz yerler
varsa bize bildirin gibi trajikomik bir dolu hendek oluşturulur, atlat
atlatabilirsen deveye durumu anlayacağınız. Ayrıca bir de “daha da ucubesi”
olabilir fonundan bugün SİT yarın SİT değil kabilinden nabza göre şerbetli
bilimsel ölçüler de vardır, siyasi rüzgârlara sizin rüzgârlara karşı nasıl
durduğunuza, rüzgârın sizi ne kadar eğdiğine, rüzgârın arkanızdan mı, önünüzden
mi estiğine bağlı, rüzgârı sevip sevmediğinize, rüzgârda ne kadar uzağı
görebildiğinize bağlı durumlar vardır ki bunlar SİT ilan edilmiş
arsanın/arazinin gerçek durumuna hiç bağlı değildir. Hatta teorik olarak
mevzuat; kamunun ihale yöntemiyle satışa sunduğu arazilerin satım sürecinde
para gibi kullanılabilecek, ihalelerde teminat olarak kullanılabilecek “sertifika”
gibi bir enstrüman icat etmiş ama kimin umuruna, maksat sorun çözülmesin de ne
olursa olsun. Tamam, anladık canım yurdumun toprağından tarih fışkırıyor ve
bunlara sahip çıkılmalı, yok sayılmamalı, etrafı çevrilerek koruma altına
alınmalı, evet aynen katılıyorum bu sahiplenmeye hatta çokta doğru buluyorum
ancak buluntuların sizin amacınıza uygun ise tarih, değil ise taş parçası gibi
nitelenmesine de bilimsel bir ölçü bulunmalı ve bu kararların destekleyicisi
çıkar odaklarının taleplerine prim verilmemelidir. Yani kolayca anlaşılacağı
üzere; Arkeolojik SİT alanlarına inşaat yapılabilen insanlarımız ile hiçbir
endemik değeri olmayan ve yalnızca kültür bitkisi yetiştiriliyor olmasına
rağmen arazilerinin doğal SİT alanı yapılmış insanlarımızın birbirlerin durumunu
nasıl algıladıklarını uzun uzun anlatmamıza gerek yok, “zengin arabayı dağdan aşırır fakir ise düz ovada yolunu şaşırır”
hikâyesi, tabii ki bu film çok tutulunca sınırsız sayıda devamı çekilmektedir.
Ne diyelim;
Devlet-i Osmanî
ahalide terfi-i temayüz ilim irfan ile olmaz,
TERFİ ya olacak kuvvetli
iltimas,ya olacak madeni haz,
ya da olacak ten ile temas...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder