Pazartesi, Ağustos 13, 2012

AHLAKLI İNSAN OLABİLMENİN TEMEL TAŞLARI

Türkiye mühendislik ve müteahhitliğinin önder firmalarından STFA’nın kurucuları ve ortakları Sezai Türkeş ve Fevzi Akkaya, mühendislik mektebinden 2 okul ve sınıf arkadaşının, dayanışarak nasıl bir dünya devi olunacağının tarihi oluşturmaktadırlar.
Sezai Türkes Feyzi Akkaya arkadaşlığının ve ortaklığının, çalışma yaşamları süresince hem dünya çapında, hem de ülkemizdeki inşaat sektörünün vardığı noktayı ve seviyeyi gösteren ve sektöre katkı sunan ve mühendislik literatürüne geçmiş bulunan, hatta bir kısmı dünyada Türk tezi olarak anılan yüzlerce yeni uygulamanın icadını gerçekleştirmiş ve uygulamışlardır.
Örnek olarak Feyzi Akkaya’nın, Erzincan demiryolu inşaatında 44 no.lu köprüye keman telleri baglayıp, ''la'' sesine akort ederek, çelik elemanların fazla gerilip gerilmediğini izlemesi, günümüzde aynı is için kullanılan ''Meihak Gauge''lerin ilk habercisin olmuştur. (online e-inşaat dergisinden alıntı)
Diğer taraftan ise; mesleğimizin duayeni Fevzi Akkaya’nın kaleme aldığı ve ilgisi ile oluşturduğu bilgisinin kapsadığı alanın genişliğini göstermesi bakımından değerlendirilmesi gereken ve 11 ciltten oluşan “Şantiye el kitabı” hala güncelliğini koruyarak meslektaşlarımıza yol gösterici konumundadır.
Neredeyse tüm hayatını adadığı mühendislik ve taahhüt sektörüne ve sektörün neredeyse tüm sorunlarına ilgi göstermiş, sadece ilgi göstermekle kalmayıp edindiği bilgiler ve deneyimler neticesinde de, icat edilen yöntemler yanında, taahhüdün can damarı olan zaman ve proje yönetimi konusunda yüzlerce yeniliğe öncülük ederek, 1940 lardan 1970 li yılların ortasına kadar, yurtiçinde köprü, iskele, liman, baraj, tünel ve yüksek gerilim hatları STFA tarafından inşa edilmiş olup başlıcaları da Sivas-Erzurum TCDD köprüleri, Kuşadası, Bartın ve Ereğli limanları ve Kadıncık Hidroelektrik Santralarıdır. 1970 li yılların ortalarına doğru, Libya'da Trablus Limanı inşaatının yapımını herkesin malumu bir gelişme neticesinde üstlenmişlerdir, bilahare de, Libya, Suudi Arabistan, İran, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman ve Tunus başta olmak üzere Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Uzak Doğu’da önemli sayılabilecek ihaleler kazanmışlar ve artık bir dünya devi omlulardır. STFA, Türkiye'de, 2. Bogaz Köprüsü ve çevre yolları, Orhaneli Termik Santrali, Haliç Tünelleri, Galata Köprüsü gibi projeleri de gerçekleştirirken, Feyzi Akkaya akademik hayatına devam etmiş ve Doktora ve Fahri Doktorluk unvanlarını da almıştır.
Şimdi bu kadar gücü elinde bulunduran bir Firmanın reklamı gibi görünecek bu yazıyı neden kaleme aldım, bir defa bu grubun benim reklam yazısı yazmama ihtiyacı asla olamaz, peki; neden böyle bir ihtiyaç oluştu derseniz de, yine uzun yıllar şirketleri bünyesinde inşaat mühendisi olarak hizmet ettiğim bu gruba dâhil olan herkese bir şekilde öğretildiğini bildiğim ve adeta ahlakın kilometre taşlarını oluşturan ilkelerden biri olan “beton yer altında da kalsa betondur” ilkesidir ve görünse de görünmese de mutlaka ve mutlaka aynı özen gösterilmelidir, işte elinde bu kadar güç varken, yapı üretimi disiplini konusundan taviz vermeyen bu tutumun, bir dünya görüşü haline gelmesinin hikâyesinin bugün artık ne yazık ki çok az patronda kaldığına işaret etme ihtiyacıdır.
Kapitalizmin kutsadığı; “hür teşebbüs” adı altında da sürekli kafalara nakşettiği ve bilinçli yalan söyleyen ve propaganda yapanlar haricindekilerin de anlamadan da çok anladığını zannetmeleri neticesinde biat ettiği çok basit bir kurallar manzumesidir ve amentüsü de sadece ve sadece de “karların maksimizasyonudur”. Deyim yerindeyse “köftenin çakılması” üzerine şimdi aynı kapitalistler, kapitalizmin vahşetini gizleyebilmek adına; sosyal sorumluluk adı altında, çalışanlara da kapitalizmin pençesi altında ezilmelerini şirin ve mazur gösterme adına bir yeni program uydurmuşlardır. Artık ve zorunlu olarak Friedman’ın “İş hayatının tek ve biricik sosyal sorumluluğu kârı arttırmaktır” ilkesi, fazlaca sırıtmasından ötürü kendi içlerinde ve sıkışan alttakilerin gerek sendikal düzeyde gerekse de farklı platformlardan şimdilerde çok fazla tepki vermeye başlamaları üzerine, firmaların yaptığı ticaretin aslında sadece para kazanmak olmadığı, verilen hizmet ya da malın kalite, ayıpsız ve ekonomikliği de, işletme çalışmalarının ahlak ve etik değerleri ön plana çıkmalı görüşü de, lafta savunma noktasına getirmiştir kapitalizmin temsilcilerini. 
Kapitalizmin temsilcilerinin sosyal sorumluluk kavramı adına öne sürdükleri ve tartışma yaratan en önemli kuralın; kişisel ahlak ile kurumsal ahlak arasındaki ilişkinin, kişisel ahlakın kurumsal ahlaksızlık karşısındaki tavrının, ya da daha açık ifade ile kurumun çalışana dayattığı ahlaksız davranma şablonu karşısındaki tavrın tarifi olduğu anlaşılmaktadır. Aksi takdirde, kurumsal yapıların lafta ve kandırmacanın güzel ambalajı altında; çalışanlara, müşteri velinimettir diye gaz verip gerçekten böyle düşünüldüğü yanılsaması yaratarak, rezilliğin bini bir para rezalet davranış sergileme modelleri kendilerine eğitimler ve kurslar adı altında verilmezdi. Hele bir de yapılan ticaretin; insanlara hizmet etmek adı altında yapıldığı yalanı var ya, inanılmaz bir palavra, ayrıca yine bu tanımlar kapsamında, bazı sanatçılara, müzelere, tiyatrolara, senfoni orkestralarına, eğitim kurumlarına, spor kulüplerine mali destek vererek şirin görünme çabaları var ya, daha da bir inanılmaz palavra…
Şimdi 1. bölümde “ahlakın kilometre taşları” denilebilecek şekilde yeraltında bile olsa, görünmese bile betona nasıl davranılması gerektiğini söyleyen, öğütleyen işadamlarından, müşteriyi kazıklayarak krizden kurtulmayı maharet sayan işadamlarına terfi edildi canım yurdumda. Peki, söylenenleri teyit etmek zor mu? Hayır, hem de aksine çok kolay…
Bakın etrafınıza dikkatlice, Turkcell, Avea, Digitürk, Arçelik, Beko ve daha binlerce benzeri firma ürün ve hizmetlerinden kaç kişi şikâyetçi, konunun boyutu hemen anlaşılır. Oluşturulan müşteri hizmetleri; müşteri memnuniyetsizliğini ortadan kaldırmak için yalan üretme hizmetleri haline gelmişken, hele birde çalışanların kafalarına, “ne yapalım ekmek paramız”, “yoksa bizi işten atarlar” korkusu yerleştirilmişken, onlarda işten atılmayayım, çoluğum çocuğum mağdur ve perişan olmasın derken, başka binlerce insanın mağdur ve perişan edilmesine aracılık ettiklerinin kaygısını ve vicdan azabını hiç yaşamazlar. Gelin geçen yıl uydurulan, Türkiye Futbol liginde olan playoff (süper final) maçlarını başka türlü izah edin de görelim, bakalım…
Peki; bir bilinse ki biz yani tüketiciler olmadan, onların fabrikaları ve işletmelerinin bir anlam ifade etmeyeceği, hatta kısa süreli protestolarda bile nasıl krizler yaşayabilecekleri bir hatırlanabilse, en alttakiler biraz güçlerinin farkına bir varabilseler, hayat az da olsa daha güzel olacak ama nerde…

Hiç yorum yok: