Salı, Ağustos 07, 2012

BİR REKTÖR PORTRESİ “MEHMET PAKDEMİRLİ”

Hatırlanacağı üzere dönem, üniversite öğrencilerinin bir türlü yemesi gerektiğini akıl edemediği ve düşünemediği ayrıca tüm öğrenim hayatları boyunca yumurtanın faydalarının öğretmenleri tarafından bir türlü anlatılamadığı, yumurtalı eylemlerin yaygın olduğu bir dönem ve son 3 Hükümetin ağır toplarından Bülent Arınç’ın Celal Bayar Üniversitesine ziyareti var gündemde, rektör olduğu biraz zor anlaşılan ama eski önemli bakanlardan Ekrem Pakdemirli’nin mahdumu Mehmet Pakdemirli beyefendi, muhtemelen aldığı bir istihbarata ya da aldığı bozuk yumurta kokularına dayanarak, ziyareti protesto etme ihtimali olan öğrencilerin yanına giderek, “eyleminize bu uyarıdan sonra devam ederseniz sizi okuldan atarım” gibi diyerek, kendisine eylülist bir profesör olarak çok yakışan ama asla bir rektöre yakışmayacak bir biçimde, ileri demokrasimizi yeni bir boyuta taşımıştır, hayırlı uğurlu olsun… Ama adama bravo bahse konu öğrencileri üniversiteden atmıştır, burası benim üniversitem, burası babamın malıdır edasıyla, her şeye rağmen bu karar mahkemeden dönmüştür Allahtan, hani be adam sizin cenahtakileri muhalifiniz görünümlü aslında sizin öncülünüz olanlar üniversiteden böylesine cahilce atınca, yaptığınız çıkışlar, unuttunuz değil mi, evet çünkü konu artık siz değilsiniz tabii ki.
Devir Özal’ın fırtınalar estirdiği dönem ve karşısında muhalefet lideri Erdal İnönü, hani yanlış da anlaşılmayacaksa ve deyim yerindeyse tam da dişine göre bir rakip ve kendisine hakaretamiz yaklaşımlara dahi gülerek sadece kendisinin espri dediği üslupla cevap veriyor, İktidarın başı muhalefet liderini bir anlamda tahkir ve tahrik etmek için olsa gerek bir toplantıda “babası İsmet Paşa olmasaydı bu üniversite bile bitiremezdi” benzeri bir laf etmişti ya şimdi de ben Celal Bayar Üniversitesi Rektörü bu beyefendinin babası ANAP ın kurucularından ve lokomotiflerinden Ekrem Pakdemirli olmasa idi kesinlikle Anadolu Lisesine giremezdi, üniversiteye giremezdi ve üstüne üstlük Profesör unvanı alamazdı, bütün bunları bir şekilde başarsa bile asla ve kata Üniversite gibi “özgür aklın, özgür vicdanın, özgür irfanın, özgür imanın” ve “düşünce açıklama özgürlüklerinin başkenti” olması gereken kuruma rektör olamazdı diye bir his var içimde dersem ne olur acaba, tabii ki birileri de çıkar ve tüm bu iddiaların doğru değildir diyebilir, ama ne yapayım işte bende hislerimi açıklıyorum.
Bir tarafıyla da; mezkûr beyefendinin öncülleri ve yandaşları “adam gibi adamdır” gibi bir takım cilalama faaliyetlerine tam yol girişse de, yine bu taifenin tüm karalama kampanyalarında hedef gösterilen tek parti döneminin Ankara Valilerinden Nevzat Tandoğan’ın meşhur hikâyesindeki “bu memlekete komünizm gerekirse biz getiririz size ne oluyor” yaklaşımının bir benzeri ve ne yazık ki ilk örnekte de olduğu üzere hedefi yine “Atatürk’ün görevlendirdiği biz öğrenciler cumhuriyeti korumaya çalışıyoruz” diyen öğrencilere “cumhuriyeti ben korurum”, tepeden bakmacı, nobran, her şeyi sadece kendilerinin bildiğini zanneden, kendi bildiklerinin tek doğru olduğunu zanneden zihniyetin bir başka renge bürünmüş devamı olmaktan kurtaramamaktadırlar kendilerini. Kerametlerinin kendilerinden menkul olduğunu zanneden bu ve benzeri taifenin, başarılarının ardında acaba; artık sosyal medyanın gelişmesi, yaygın ve etkin kullanımı sayesinde gizleyemedikleri ÖSS sınavlarındaki, kayırmacı-dayanışmacı, medyan adı altında yandaşa şifre ya da cevap anahtarı verme gibi durumlardan etkilenmiş olmalarının aklımıza gelmediğini mi zannediyorlar, bu benzer taifenin önemli bir bölümünün intihalci olduğu da yine bu kadar ayan beyan ortada iken, bu yaklaşımları âlemi aptal yerine koyduklarının bir ispatımıdır acaba? Vallahi yemiyorlar artık…
Bademcik bıyıcıklarıyla; aidiyetinin özellikle öne çıkmasını planlayan, ileri demokrasinin savunucusu olarak ne kadar öğünse azdır diyebileceğimiz, üniversiteye rektör değil ama sahibinin sesi YÖK e rektör olmuş (belki de tektör) ziyaretçisi kendi yandaşı olunca koruma içgüdüsünün tavan yaptığı bu uğurda gözünün ne kadar kara olduğunu hiç sakınmadan gösteren, gelecekte önce YÖK başkanlığının bilahare de Milli Eğitim Bakanlığının önemli adaylarından olduğu zannıyla manevralar ve idmanlara şimdiden başlamış, kendisini Maho Ağa, bekçi Murtaza, Üniversiteyi babasının malı, öğrenciler de çiftlikte maraba, fabrika da amele zanneden hukuk ile guguku, demokrasi ile mamokrasiyi karıştıran bu muhtereme babası bir üniversite kursaydı da bu hallere düşmeseydi demekten başka çare görünmüyor, en azından şimdilik. “kıta dur Mehmet sende dur” kabilinden Atatürk’ün “öğretmenler, (bu arada rektörler de mecburen dâhildir herhalde) cumhuriyet, sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür, nesiller ister" sözünü Mehmet beyefendiye söylememiş (Mehmet senden de şeklinde yani) olduğundan, ya da Atatürk’ün yüksek öngörüsü nedeniyle atlama ihtimali yok diyorsanız da bu çocuğun duymamasından ötürü, bu tür yanlışlıklarını hoş karşılasak ta ama ele güne karşı ayıp oluyor demekten de alamıyoruz kendimizi…
Adam rektör değil sanki istihbaratçı, polis, savcı ve hâkim edasıyla her şeyi tespit etti ve kanuna uygun yargıladı ve attı, yahu bu taife bir de çıkıp Kaddafi’yi, Saddam’ı ve Esad’ı suçlamazlar mı, insanın karnına ağrılar giriyor gülmekten, ağrı geçince bir bakıyorsunuz kargalar da gülüyor, hayda yeniden gül ve yeniden karın ağrısı… 70 li yıllardan beri bu ülkenin yüzü aydınlık, fikri aydınlık ve zikri aydınlık insanlarının “bakın üniversiteleri Kuran Kursu” seviyesine indirmeyin diye tüm uyarılarına “komünistler Moskovaya” diye karşılık verirseniz, üniversiteler de ya davulcuya ya zurnacıya kaçar işte…
İşin şamatası bir kenara, birde böylesine havadan sudan ve hukuki olmayan sebeplerle (kanuni değil) okuldan atma yetkisi varsa bu insanların, vay gelmiş canım yurdumun başına, ama ileri demokrasinin cilveleri işte ne diyebiliriz ki… Üniversiteleri, intihalciler ve şifreciler ele geçirmişse, dün karşı çıkılanın bugün makul ve normal olduğu iddiaları ayyuka çıkmışsa, bu üniversitelerden ne beklenir Allahaşkına… Bir de bunlara gazetelerde dünyalar kadar köşe tahsisi yapılmış, TV ler de boy göstererek bilim arz ederler, peki Allahaşkına, bunlara bilim adamı dersek, Einstein, Hawkins gibi gerçek bilim adamlarına ne demek gerek…
Bir de daha önceki rektörler de benzeridir gibi kıyaslamalar yaratarak bu durumu olumlama telaşına düşmüş olan bir taife var, ezeli ve ebedi komedi durumundalar emin olun ki, hadi söyleyin bakalım bize, dün bu rektörler böyle atanırlardı, dün bu rektörler karşı fikirlere tahammül etmezler, saygısızca hatta saldırganca davranırlardı, dün bu rektörler icraatlarını bu yönetmeliklere göre yaparlardı, peki bugün olumlamaya çalışılan bu durum ile dünün ne farkı var, seçim yöntemi aynı, tahammülsüzlük aynı olunca; fark, badem bıyık ve renk farkı oluyor galiba, biri kara biri yeşil, ama unutulmasın ki, yeşilden kara karadan da yeşil üretmek mümkün olabilir, tıpkı bunların birbirlerine dönüştükleri gibi…

Hiç yorum yok: