“Ben hiçbir karşılık gözetmeksizin, kendimi Türkiye emekçi
halklarının sömürü, baskı ve zulme karşı verdikleri “insanca yaşama”
mücadelesine adadım.
Bizatihi emperyalizm tarafından yönlendirilen oligarşinin
resmi, sivil tüm güçleriyle halka karşı ilan ettiği sindirme, köleleştirme, yok
etme savaşına karşı Türkiye halklarının “DEVRİMCİ YOL”unda mücadele ettim.
Yürüdüğüm yolun engebeli, dolambaçlı ve sarp olduğunu
biliyordum. Doğruluğuna inandığım bu yolda ilk düşen de ben değilim. Son düşen
de olmayacağım. Bu savaş kurtuluşa kadar sürecektir.
İnsanlığın bu onurlu savaşında bir sıra neferi olarak ölmek,
ölümlerin en yücesidir.
Er ya da geç... Zafer Türkiye emekçi halklarının faşizme
karşı birleşik devrimci savaşının olacaktır.
Her zaman için onur duyduğum, birlikte olduğumuz Türkiye
emekçi halklarının kurtuluşu uğrunda omuz omuza çarpıştığımız Devrimci Yol
saflarından beni ancak ve ancak ölüm ayırabilirdi. Ki bu da, geride
mücadelemizi “kurtuluşa kadar” sürdürecek yoldaşlar olduğu müddetçe, şerefli
bir nöbet teslimi olarak, beni hiçbir şekilde korkutacak bir olay değildir.
Ancak istemeyerek bu nöbeti teslim ettiğim için üzüntü duyabilirim. Türkiye'de
devrim yapmak için yola çıkan siyasi hareketimiz, izlediği doğru eylem ve
mücadele çizgisiyle kısa sürede büyük mesafeler katetmiş ve emekçi kitlelerin
büyük sempati ve güvenini kazanabilmiştir. Bu arada çeşitli eksikliklerimiz
dolayısıyla sınıflar mücadelesinde yetişmek olanağı bulamadığımız olaylar
olmuştur.
Devrimci Hareketimizin kazandığı prestijde hiç kuşkusuz,
yiğitçe çatışarak, ya da işkence tezgâhlarında direnip sır vermeyerek, ölen,
sakat kalan ve zindanlara tıkılan yoldaşlarımızın payı çok büyüktür. Ne yazık
ki yiğit yoldaşlarımızın kanı pahasına sağlanan bu prestije gölge düşüren,
devrimci hareketimize önemli ölçüde zarar veren dönekler ve hainler de
çıkmaktadır. Bunlar zora gelince “paçayı kurtarma” düşüncesiyle bir anda
Türkiye emekçi halklarına karşı sorumluluklarını unutmakta ve acizlikleriyle
hem kendilerini hem de diğer birçok kişiyi utanacak duruma düşürmektedirler.
İşin ilginç yanı böyle alçaklar, genellikle fazla işkence görmekten ziyade,
psikolojik zayıflıktan dolayı çözülmektedirler.
Her şeye karşın Devrimci Hareketimizin bu sorunların
üstesinden geleceğine ve Türkiye Halklarının kurtuluş bayrağını oligarşinin
burçlarına dikeceğine olan inancım tamdır.
Bu inançla sizleri selamlar, devrim yolunda başarılar diler
ve satırlarımı büyük devrimci CHE'nin şu sözleriyle bitiririm:
“Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin
Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa
Ve silahlarımız elden ele geçecekse,
Başkaları mitralyöz sesleriyle,
Savaş ve de zafer naralarıyla
Cenazelerimize ağıt yakacaklarsa,
Bu uğurda ölüm hoş geldi, safa geldi.”
Ailesine yazdığı son
mektup
“Sevgili Babacığım
Hepinizi ne kadar sevdiğimi bilirsiniz. Sizin de beni ne
derece sevdiğinizi ve en iyi şekilde yetiştirmek için ne çok çaba ve
fedakârlıklar gösterdiğinizi de biliyorum. Sizlere bu satırları yazmamın nedeni
kendinizi bu konuda suçlamamanız içindir. Siz bana karşı görevinizi fazlasıyla
yerine getirdiniz. Bu yüzden sizi kimsenin suçlamaya hakkı yoktur. Buna
yeltenenler olursa, bilin ki onlar bile bile ya da bilmeyerek bu sömürü
düzenine köleliği savunanlardır…
Ben yolumu kendim çizdim. Şu veya bu şekilde. Kişisel hırs
ve çıkarlar uğruna düzene sadık köleliği değil: emekten ve emekçiden yana olmayı,
sermaye ve onun egemenliği ile sömürüsüne dayalı düzene karşı mücadeleyi seçtim.
Yürüdüğüm yolun ne kadar sarp, engebeli, dolambaçlı olduğunu
da biliyordum. Çünkü sömürücü sınıf emperyalizme göbeğinden bağımlı, çıkarları
emperyalizmle aynı yönde ve devlete egemendi. Bu egemenlik ve saltanatı
sürdürebilmesinin temel koşulunu; baskı ve şiddete dayalı politika ve bunu
tamamlayan yalan, demagoji v.b. propaganda oluşturuyordu.
Zaten hiçbir zaman istikrara kavuşmayan, emperyalizme
bağımlı, çarpık kapitalist düzenin açmazları derinleştikçe; baskı ve şiddet o
ölçüde artmaktaydı...
Nitekim önce sivil köpeklerini halkın üzerine saldılar.
Okulları, işyeri ve mahalleleri faşist zorbalara işgal ettirerek, geniş emekçi
kitleleri, demokrat aydın ve öğrencileri köleleştirmeye çalıştılar. Katliamlar
yarattılar. Olan bitenleri “anarşi ve terör” diye açıklayıp, sınıf mücadelesini
örtbas etmeye kalktılar. Bütün bunlar yetmedi. Sivil sıkıyönetim, bölgesel
sıkıyönetim ve arkasından 12 Eylül... Emekçi sınıf ve tabakalarının kazanılmış
tüm haklarının ortadan kaldırıldığı bir ortam. Herşey önceden hazırlanmış bir
oyunun parça parça sahnelenmesi idi. Her sahnede başrol oyuncuları değişiyordu.
Ve Türkiye emekçi halklarının devrimci mücadelesinin yükselmesini önleyemedi.
Hiçbir zaman da önleyemeyecektir.
Ben ve daha yüzlerce kişinin öldürülmesi, ülkemizde yaşanan
sınıf savaşını durduramayacak ve bu savaş, bu bozuk düzen tüm pislikleriyle
tarihin çöp sepetine atılıncaya kadar sürecektir.
Sizlere veda mesajı olarak yazdığım bu satırları bitirirken,
tek isteğim sabır ve iradenizi koruyarak; bu olayı bir aile faciasına
dönüştürmemenizdir. Hepinize sonsuz selâmlar, saygılar ve sevgiler.
Elveda...”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder