Cuma, Ağustos 16, 2013

KURTULUŞA İNANMIŞLIĞIN PORTRESİ

                                            MUSTAFA ÖZENÇ

Arkadaşlarına yazdığı son mektup

“Ben hiçbir karşılık gözetmeksizin, kendimi Türkiye emekçi halklarının sömürü, baskı ve zulme karşı verdikleri “insanca yaşama” mücadelesine adadım.
Bizatihi emperyalizm tarafından yönlendirilen oligarşinin resmi, sivil tüm güçleriyle halka karşı ilan ettiği sindirme, köleleştirme, yok etme savaşına karşı Türkiye halklarının “DEVRİMCİ YOL”unda mücadele ettim.
Yürüdüğüm yolun engebeli, dolambaçlı ve sarp olduğunu biliyordum. Doğruluğuna inandığım bu yolda ilk düşen de ben değilim. Son düşen de olmayacağım. Bu savaş kurtuluşa kadar sürecektir.
İnsanlığın bu onurlu savaşında bir sıra neferi olarak ölmek, ölümlerin en yücesidir.
Er ya da geç... Zafer Türkiye emekçi halklarının faşizme karşı birleşik devrimci savaşının olacaktır.
Her zaman için onur duyduğum, birlikte olduğumuz Türkiye emekçi halklarının kurtuluşu uğrunda omuz omuza çarpıştığımız Devrimci Yol saflarından beni ancak ve ancak ölüm ayırabilirdi. Ki bu da, geride mücadelemizi “kurtuluşa kadar” sürdürecek yoldaşlar olduğu müddetçe, şerefli bir nöbet teslimi olarak, beni hiçbir şekilde korkutacak bir olay değildir. Ancak istemeyerek bu nöbeti teslim ettiğim için üzüntü duyabilirim. Türkiye'de devrim yapmak için yola çıkan siyasi hareketimiz, izlediği doğru eylem ve mücadele çizgisiyle kısa sürede büyük mesafeler katetmiş ve emekçi kitlelerin büyük sempati ve güvenini kazanabilmiştir. Bu arada çeşitli eksikliklerimiz dolayısıyla sınıflar mücadelesinde yetişmek olanağı bulamadığımız olaylar olmuştur.
Devrimci Hareketimizin kazandığı prestijde hiç kuşkusuz, yiğitçe çatışarak, ya da işkence tezgâhlarında direnip sır vermeyerek, ölen, sakat kalan ve zindanlara tıkılan yoldaşlarımızın payı çok büyüktür. Ne yazık ki yiğit yoldaşlarımızın kanı pahasına sağlanan bu prestije gölge düşüren, devrimci hareketimize önemli ölçüde zarar veren dönekler ve hainler de çıkmaktadır. Bunlar zora gelince “paçayı kurtarma” düşüncesiyle bir anda Türkiye emekçi halklarına karşı sorumluluklarını unutmakta ve acizlikleriyle hem kendilerini hem de diğer birçok kişiyi utanacak duruma düşürmektedirler. İşin ilginç yanı böyle alçaklar, genellikle fazla işkence görmekten ziyade, psikolojik zayıflıktan dolayı çözülmektedirler.
Her şeye karşın Devrimci Hareketimizin bu sorunların üstesinden geleceğine ve Türkiye Halklarının kurtuluş bayrağını oligarşinin burçlarına dikeceğine olan inancım tamdır.
Bu inançla sizleri selamlar, devrim yolunda başarılar diler ve satırlarımı büyük devrimci CHE'nin şu sözleriyle bitiririm:
“Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin
Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa
Ve silahlarımız elden ele geçecekse,
Başkaları mitralyöz sesleriyle,
Savaş ve de zafer naralarıyla
Cenazelerimize ağıt yakacaklarsa,
Bu uğurda ölüm hoş geldi, safa geldi.”
 
Ailesine yazdığı son mektup
“Sevgili Babacığım
Hepinizi ne kadar sevdiğimi bilirsiniz. Sizin de beni ne derece sevdiğinizi ve en iyi şekilde yetiştirmek için ne çok çaba ve fedakârlıklar gösterdiğinizi de biliyorum. Sizlere bu satırları yazmamın nedeni kendinizi bu konuda suçlamamanız içindir. Siz bana karşı görevinizi fazlasıyla yerine getirdiniz. Bu yüzden sizi kimsenin suçlamaya hakkı yoktur. Buna yeltenenler olursa, bilin ki onlar bile bile ya da bilmeyerek bu sömürü düzenine köleliği savunanlardır…
Ben yolumu kendim çizdim. Şu veya bu şekilde. Kişisel hırs ve çıkarlar uğruna düzene sadık köleliği değil: emekten ve emekçiden yana olmayı, sermaye ve onun egemenliği ile sömürüsüne dayalı düzene karşı mücadeleyi seçtim.
Yürüdüğüm yolun ne kadar sarp, engebeli, dolambaçlı olduğunu da biliyordum. Çünkü sömürücü sınıf emperyalizme göbeğinden bağımlı, çıkarları emperyalizmle aynı yönde ve devlete egemendi. Bu egemenlik ve saltanatı sürdürebilmesinin temel koşulunu; baskı ve şiddete dayalı politika ve bunu tamamlayan yalan, demagoji v.b. propaganda oluşturuyordu.
Zaten hiçbir zaman istikrara kavuşmayan, emperyalizme bağımlı, çarpık kapitalist düzenin açmazları derinleştikçe; baskı ve şiddet o ölçüde artmaktaydı...
Nitekim önce sivil köpeklerini halkın üzerine saldılar. Okulları, işyeri ve mahalleleri faşist zorbalara işgal ettirerek, geniş emekçi kitleleri, demokrat aydın ve öğrencileri köleleştirmeye çalıştılar. Katliamlar yarattılar. Olan bitenleri “anarşi ve terör” diye açıklayıp, sınıf mücadelesini örtbas etmeye kalktılar. Bütün bunlar yetmedi. Sivil sıkıyönetim, bölgesel sıkıyönetim ve arkasından 12 Eylül... Emekçi sınıf ve tabakalarının kazanılmış tüm haklarının ortadan kaldırıldığı bir ortam. Herşey önceden hazırlanmış bir oyunun parça parça sahnelenmesi idi. Her sahnede başrol oyuncuları değişiyordu. Ve Türkiye emekçi halklarının devrimci mücadelesinin yükselmesini önleyemedi. Hiçbir zaman da önleyemeyecektir.
Ben ve daha yüzlerce kişinin öldürülmesi, ülkemizde yaşanan sınıf savaşını durduramayacak ve bu savaş, bu bozuk düzen tüm pislikleriyle tarihin çöp sepetine atılıncaya kadar sürecektir.
Sizlere veda mesajı olarak yazdığım bu satırları bitirirken, tek isteğim sabır ve iradenizi koruyarak; bu olayı bir aile faciasına dönüştürmemenizdir. Hepinize sonsuz selâmlar, saygılar ve sevgiler.
Elveda...”
 

 

Hiç yorum yok: