Pazar, Haziran 21, 2015

OCAK’TAN GAZ OCAĞINA

Yeni bir çağa girip, oradan da bir hayli mesafe aldıktan, daha doğrusu dünyada bize ayrılan sürenin önemli bir bölümünü kullandıktan sonra “nostalji” kabilinden geriye dönüp baktığımızda, neler yaşamışız, neler görmüşüz, neler kullanmışız, neler okumuşuz diye düşündüğümüzde, şüphesiz buluşların ve icatların hızlı gelişmesinin de bir etkisi olduğu açık olmakla birlikte, tüm bunların sonucunun bizim de yavaş yavaş birer tarih olduğumuza tekabül ettiği açıktır… Öyle tahmin ediyorum ki, bizim kuşak kadar, hayatına bu kadar fazla teknolojik “in” ve bu kadar fazla “out” giren bir başka kuşak olmamıştır… Okuduklarımızdan ve dinlediklerimizden anlıyoruz ki, geçmiş kuşakların hayatı görece daha durağan, daha dingin devam etmiş, ancak bizim kuşak öylemi, neler gördük neler… Telden kıvrılarak icat edilen oyuncak arabalardan, en az insan aklı kadar akla sahip oyuncaklara, külle yıkanan çamaşırlardan çok hassas ve değişik etkileri olan akıllı deterjanlara, mektup yazmanın bile büyük bir keyf sayıldığı noktadan elektronik ortamda görüntülü konuşmalara, ateşte yemek pişirmekten mikrodalga fırınlarda yemek pişirmeye, ocak ile ısınmaktan, mangala, oradan da ısıtma-soğutma teknolojisinin doruklarına… Vs vs… Hele neredeyse birkaç ay içinde gelişen teknoloji ile desteklenen cep telefonları, bilgisayarlardan bahsetmeye hiç gerek yoktur sanırım… Dün sahip olduğumuz ya da dün yaptığımız ettiğimiz ne kaldı hala hayatımızda, nerdeyse hiçbir şey… Dünü anlatmaya nereden başlasak diye düşünürken, maalesef mi diyelim yoksa iyi ki mi diyelim bilemediğim düzeyde değiştirmişiz sahip olduklarımızı… Kentleşmenin baş döndürücü bu boyutuna gelinmeden önce; birkaç büyük kent hariç, yerleşim alanlarının neredeyse tamamında insanlarımız, gerek tarıma bağlılıkları, gerekse de ananevi yaşam tarzları nedeniyle genellikle bahçeli evlerde otururlardı… Bahçelerin büyük ya da küçük olmasının öneminden ziyade bahçede olmazsa olmazlar nedir diye baktığınızda, bir köşede mutlaka, üzerinde kazan ile su kaynatılmak, gerektiğinde ekmek yapımına uygun saç tandırları yerleştirmek, sabun yapmak, bulgur kaynatmak, pekmez kaynatmak vs. gibi amaçlara uygun yapılmış içinde ateş yakılacak bir adet ocak bulunurdu… Bu ocakların içinde maltız denilen 3 ayaklı, ateş ile üstünde ısıtılacak, pişirilecek, kaynatılacak şeylerin konduğu kabın yerleştirileceği bir düzenek bulunurdu… Ocağına incir dikilmesi sözünün de dayandırıldığı bu ocak ile ilgili daha sonra bir şeyler yazmak üzere nokta koyup, bu ocaktan sonra büyük teknolojik devrim sonucu kullanılmaya başlanan, gaz ocaklarına geçelim… Gaz ocakları, bakır ve bronz alaşımı sarı görünümlü bir malzemeden yapılan, 30-40 cm yüksekliğinde 3 adet ayaküstünde en altta yaklaşık 1 lt gaz yağı alacak kadar bir gaz haznesi ki oda yerden yaklaşık 10 cm yükseklikte olur, bu hazneden pompalanan gazın yukarıda bulunan ve öncelikle ispirto ile ısıtılan çanak şeklindeki bölüme çıkması için bir boru, en üstte ise ısıtılacak ya da pişirilecek malzemenin konulduğu kapların güvenli ve dengeli yerleştirileceği aşağıdan gelen 3 ayağın kıvrılarak oluşturduğu bir platformdan oluşurdu. En alttaki gazyağı haznesinden gazın üstteki yanma noktasına çıkarılmasını temin etmek için genellikle yan tarafında yer alan bir pompa düzeneği bulunurdu. Öyle yeni ve gelişmiş teknoloji deyince, her şeyin çok kolay çalıştığı ve kolay sonuç alındığı sanılmasın hemen… Kafa denilen mekanizmanın içine öncelikle mavi renkli ispirto konulur, kafa bu ispirto aracılığıyla ısıtılır, aşağıdan pompalanarak gelen gazın temas ettiği ateş ile hızlı yanabilmesi için uygun bir ortam hazırlanırdı. Çalışma prensibi, aşağıdan pompalanan gazın ısıtılmış ocak kafasına püskürtülmesi ve ateş ile teması neticesi oluşan bu sistem, gazın yeterince rafine olmaması ya da gazın doğal yapısı nedeniyle zaman içinde gaz haznesinden gazın yanacağı bölüme ulaşmasında sorun olunca, gazın yandığı yere gazı püskürten meme denilen yer, ucunda çok ince bir delik açıcı bulunan iğne ile açılırdı. Her şeye ve tüm dikkate rağmen bu kabil bir aksilik neticesinde meme sıcak iken ocak sönerse, insanın midesini bulandıran, görece yoğunlaşan bir çiğ gaz kokusu oluşur, rezalet bu koku ile birlikte insanın gözleri yaşarır idi… Artık dışarılardaki ocakların yerini alan “gazocağı” evin dışından evin içine girmiş olup, yemekler evlerin içinde yapılmaya, çamaşır kazanı kaynatılması ya da banyo suyu hazırlanması evlerin içinde yapılmaya başlanmıştır… Eskiden; şimdi olduğu gibi küçük bir köyde bile bulunan, akaryakıt istasyonları sadece büyük kentlerde olduğundan küçük kentlerde gaz yağı bakkallar tarafından satılır, genellikle bakkalın içinde yer alan variller, içinde saklanan bu gaz bakkalın içinin keyifsiz bir kokuyla dolmasına neden olurdu. Gazyağı satan bu bakkallar, ilaveten ispirto, meme açıcı iğne satışını da yaparlardı… Bilindiği üzere gazyağı olarak adlandırılan bu yakıt halk arasında sadece gaz diye adlandırılır. Çocukluğumuzun, annelerimiz tarafından bize verilen ama asla sevmediğimiz işlerinden biri de gaz ocağının yanındaki pompanın ocağın çalışması esnasında sık sık pompalanarak gaz pompalanmasının eksiksiz temin işi idi… Pompalama işleminden sonra, şimdiki gibi kokulu sabunların ya da ıslak mendillerin yaygın olmaması nedeni ile üstlere sinen ya da ellerdeki gaz ve ispirto kokusunun verdiği rahatsızlıkları anlatmaya gerek yoktur herhalde…

Hiç yorum yok: