Bilindiği üzere; dinlenme, eğlenme, görme, tanıma ve öğrenme benzeri
amaçlarla yapılan gezi anlamına gelen “Turizm”
ve sonuçta “destinasyon”;
bugünkü içeriğiyle mezkûr tarife, benim köklü itiraz ve çekincelerime rağmen,
yerleşik genel kanı ve içinde bulunduğumuz sistemin kabulleri ve tarifleri
açısından çok insanı çekebilmek, çok insan için cazibe alanı olmaktır. Peki;
mezkûr tarife uygunluğu bakımından, ÇEŞME,
ister deniz, plaj gibi cazibeleri, ister her yer sıcaktan bunalırken oldukça
serin ve rutubetsiz bir ortamda bulunma konforu, ister merak edilerek görülmeye
gelinmesi, ister festivallere katılmak ya da izlemek, ister eğlenme amaçlı
konserleri izleme, ister tarihi kalıntı-buluntuları görme isteği, ister oldukça
meşhur termal sulardan yararlanma, ister meşhur balık restoranlarında deniz
mahsulleri yemenin zevkine varmak, ister kongre merkezlerinde neler olduğunu
izlemek gibi faaliyetlerde sınıfı geçmiş midir? Görünen ve anlaşılan o ki
ziyadesiyle geçmiş görünmektedir. Peki, konu ile ilgili atılması gereken daha
çok adım olmadığı anlamına gelir mi? Asla ve kata… Yapılacak daha çok şey
vardır ve zaman içinde de yapılacaktır diye ummaktayız…
Bugünlerde Çeşme sokaklarında dolaşır iken kulak misafiri olduğunuz ya
da açıktan dinlediğiniz en önemli konu nedir… Münafık, “Üç pide 200Tl.” diye başlayan bir yazı yazmış ya, 3 adet 1,5
pidenin 200 Tl.ye satıldığı pidecinin kim olduğu konusu herkesin dilinde…
Herkesin ittifakla en fazla uğranılan 3 adet pideci dediği; Dost, Kır çiçeği,
Elit, fiyatları ile yaptıkları hesaplarla bir türlü bulunamayan 200 Tl. ve tam
da bu yüzden insanlar mezkur münafığı, bulabildikleri en güzel kelimelerle yad
etmeleridir. Çeşme’de her türlü ekonomik duruma uygun, yemek yenilecek ve
konaklanacak yer olması gerçeği bir kenara, memleketin genel ahvalinden çok ta
farklı olmayan bir duruma haiz olduğu özellikle ve taammüden gizlenecek şekilde
yorum yapmak olsa olsa niyetlerin ray değiştirdiği ya da deray olduğunun ispatıdır…
Mesela bir kulüp başkanının, yıllarca yönetim sorumluluğu taşıdığı işlerden
hukuken ibra olmasına rağmen vicdanen ibra olamamış bir hali omuzlarında şal
gibi dururken, elindeki kalemi kendisine yönelmiş hukuki tehditleri savuşturmak
adına kılıç misali kullanıyorsa, ne söylenebilir ki ilaveten… Mesela, bir
gazeteci kaleme aldığı bir kent yazıları üstünden hele hele de yazılar beğeni
dolu iken kent yöneticilerinden bir beklentiye girer mi? Girerse bu beklentiler,
nakdi mi ayni mi karşılanır, bu beklentilerin karşılanması durumunda beklentiye
giren ile beklentiyi karşılayan aynı ölçüde taraflar açısından karşılıklı bir
ilzam oluşur mu?
Şimdi gelelim mezkûr yazıdaki, öne çıkan pide fiyatlarının gölgesinde
kalan ama belli ki bir husumete dayalı diğer ciddi iddialara, canım yurdumun
genel konularındaki açmaz ve çıkmazları üstünden sadece buraya aitmiş yaklaşımı
içinde vurun yerel yönetimlere, sevsinler… Çeşme’nin başına bela RES
rezaletinde, TOKİ rezaletinde, açık deniz balıkçı barınağı rezaletinde, limanın
katledilerek marinaya evrilmesinde, üç maymunu oynayarak etekleriniz zil
çalacak biçimde susacaksınız, sonra da kalkıp timsah gözyaşları içinde ahhhhh
Çeşme, vahhhhh Çeşme diyerek, müstevlilerinizin çaktırmadan tarafınıza tevdi
ettikleri görevin gereklerinin kulağa sufle edilmesini yazı diye yutturmaya kalkacaksınız…
2 domates kabuğunu kirden sayarak koparılan fırtınanın yanında elektromanyetik
kirliliğe göz, kulak ve ağız kapatırsanız da, adama sorarlar bu ne ikiyüzlülük
kardeşim diye…
Ancak bilinmeli ki, bizler bu yazıyı Çeşme’ye bir dikkat çekme yazısı
olarak değerlendirmiyor tam tersine mezkûr musibetlerin gerçekleşmesine yönelik
bir temenni yazısı gibi değerlendiriyor, hatta bir beklentinin gerçekleşmemesi
ihtimalinin var olmasına delalet ettiğinin de her türlü emaresinin işaretlerini
taşıdığını düşündüren bir üslup içinde bulmaktayız… Daha da ötesi “bağcıyı dövme”
niyeti sırıtmaktadır gayri…
Diğer taraftan, içinde yaşanılan, tutanın tuttuğunu kopardığı, güçlünün
güçsüzü boğduğu, yoksul ile varsılın arasındaki var olan uçurumun ne yazık ki
görülemediği, para kazanma hırsının her türlü ahlaki durumun önüne geçtiği bu
ortamın, canım yurdumun insanlarının vicdan ve ahlak irtifasına neden
olmasından, her türlü abuk subuk davranışın makulmüş gibi kakalandığı, dün
yediğini anlatmak zorunda kalınca “söylemesi
ayıp” gibi bir girizgâh ile başlanırken, bugün marka süsleme adına “yiyen var, yiyemeyen var” diye tefrik
etmeksizin TV ve gazetelerde boy boy varsıl için iştah kabartan, yoksul için
göz karartan reklamlarının yapılması noktasına gelinmiş ve hatta şatafatın,
debdebenin ve görgüsüzlüğün boyutunun, yedikleri yemeğe “altın tozu” serpilmesine vardırılmış olması hep gözlerden
kaçırılmıştır. Oysa bu yozlaşmanın, bu görgüsüzlüğün müsebbibi, içinde
yaşanılan ve gittikçe kısa aralıklarla kriz ve bunalım yaşayan ve ne yazık ki
hep faturasını geniş halk yığınlarının ödemesini üstlendiği, kapitalizmdir ve
bu tespit yapılmaksızın sağlıklı değerlendirmeler asla mümkün olmayacaktır.
Gerisi lafügüzaf…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder