Salı, Haziran 30, 2015

BAĞCIYI DÖVMEK

Bilindiği üzere; dinlenme, eğlenme, görme, tanıma ve öğrenme benzeri amaçlarla yapılan gezi anlamına gelen “Turizm” ve sonuçta “destinasyon”; bugünkü içeriğiyle mezkûr tarife, benim köklü itiraz ve çekincelerime rağmen, yerleşik genel kanı ve içinde bulunduğumuz sistemin kabulleri ve tarifleri açısından çok insanı çekebilmek, çok insan için cazibe alanı olmaktır. Peki; mezkûr tarife uygunluğu bakımından, ÇEŞME, ister deniz, plaj gibi cazibeleri, ister her yer sıcaktan bunalırken oldukça serin ve rutubetsiz bir ortamda bulunma konforu, ister merak edilerek görülmeye gelinmesi, ister festivallere katılmak ya da izlemek, ister eğlenme amaçlı konserleri izleme, ister tarihi kalıntı-buluntuları görme isteği, ister oldukça meşhur termal sulardan yararlanma, ister meşhur balık restoranlarında deniz mahsulleri yemenin zevkine varmak, ister kongre merkezlerinde neler olduğunu izlemek gibi faaliyetlerde sınıfı geçmiş midir? Görünen ve anlaşılan o ki ziyadesiyle geçmiş görünmektedir. Peki, konu ile ilgili atılması gereken daha çok adım olmadığı anlamına gelir mi? Asla ve kata… Yapılacak daha çok şey vardır ve zaman içinde de yapılacaktır diye ummaktayız…
Bugünlerde Çeşme sokaklarında dolaşır iken kulak misafiri olduğunuz ya da açıktan dinlediğiniz en önemli konu nedir… Münafık, “Üç pide 200Tl.” diye başlayan bir yazı yazmış ya, 3 adet 1,5 pidenin 200 Tl.ye satıldığı pidecinin kim olduğu konusu herkesin dilinde… Herkesin ittifakla en fazla uğranılan 3 adet pideci dediği; Dost, Kır çiçeği, Elit, fiyatları ile yaptıkları hesaplarla bir türlü bulunamayan 200 Tl. ve tam da bu yüzden insanlar mezkur münafığı, bulabildikleri en güzel kelimelerle yad etmeleridir. Çeşme’de her türlü ekonomik duruma uygun, yemek yenilecek ve konaklanacak yer olması gerçeği bir kenara, memleketin genel ahvalinden çok ta farklı olmayan bir duruma haiz olduğu özellikle ve taammüden gizlenecek şekilde yorum yapmak olsa olsa niyetlerin ray değiştirdiği ya da deray olduğunun ispatıdır… Mesela bir kulüp başkanının, yıllarca yönetim sorumluluğu taşıdığı işlerden hukuken ibra olmasına rağmen vicdanen ibra olamamış bir hali omuzlarında şal gibi dururken, elindeki kalemi kendisine yönelmiş hukuki tehditleri savuşturmak adına kılıç misali kullanıyorsa, ne söylenebilir ki ilaveten… Mesela, bir gazeteci kaleme aldığı bir kent yazıları üstünden hele hele de yazılar beğeni dolu iken kent yöneticilerinden bir beklentiye girer mi? Girerse bu beklentiler, nakdi mi ayni mi karşılanır, bu beklentilerin karşılanması durumunda beklentiye giren ile beklentiyi karşılayan aynı ölçüde taraflar açısından karşılıklı bir ilzam oluşur mu?
Şimdi gelelim mezkûr yazıdaki, öne çıkan pide fiyatlarının gölgesinde kalan ama belli ki bir husumete dayalı diğer ciddi iddialara, canım yurdumun genel konularındaki açmaz ve çıkmazları üstünden sadece buraya aitmiş yaklaşımı içinde vurun yerel yönetimlere, sevsinler… Çeşme’nin başına bela RES rezaletinde, TOKİ rezaletinde, açık deniz balıkçı barınağı rezaletinde, limanın katledilerek marinaya evrilmesinde, üç maymunu oynayarak etekleriniz zil çalacak biçimde susacaksınız, sonra da kalkıp timsah gözyaşları içinde ahhhhh Çeşme, vahhhhh Çeşme diyerek, müstevlilerinizin çaktırmadan tarafınıza tevdi ettikleri görevin gereklerinin kulağa sufle edilmesini yazı diye yutturmaya kalkacaksınız… 2 domates kabuğunu kirden sayarak koparılan fırtınanın yanında elektromanyetik kirliliğe göz, kulak ve ağız kapatırsanız da, adama sorarlar bu ne ikiyüzlülük kardeşim diye…
Ancak bilinmeli ki, bizler bu yazıyı Çeşme’ye bir dikkat çekme yazısı olarak değerlendirmiyor tam tersine mezkûr musibetlerin gerçekleşmesine yönelik bir temenni yazısı gibi değerlendiriyor, hatta bir beklentinin gerçekleşmemesi ihtimalinin var olmasına delalet ettiğinin de her türlü emaresinin işaretlerini taşıdığını düşündüren bir üslup içinde bulmaktayız… Daha da ötesi “bağcıyı dövme” niyeti sırıtmaktadır gayri…

Diğer taraftan, içinde yaşanılan, tutanın tuttuğunu kopardığı, güçlünün güçsüzü boğduğu, yoksul ile varsılın arasındaki var olan uçurumun ne yazık ki görülemediği, para kazanma hırsının her türlü ahlaki durumun önüne geçtiği bu ortamın, canım yurdumun insanlarının vicdan ve ahlak irtifasına neden olmasından, her türlü abuk subuk davranışın makulmüş gibi kakalandığı, dün yediğini anlatmak zorunda kalınca “söylemesi ayıp” gibi bir girizgâh ile başlanırken, bugün marka süsleme adına “yiyen var, yiyemeyen var” diye tefrik etmeksizin TV ve gazetelerde boy boy varsıl için iştah kabartan, yoksul için göz karartan reklamlarının yapılması noktasına gelinmiş ve hatta şatafatın, debdebenin ve görgüsüzlüğün boyutunun, yedikleri yemeğe “altın tozu” serpilmesine vardırılmış olması hep gözlerden kaçırılmıştır. Oysa bu yozlaşmanın, bu görgüsüzlüğün müsebbibi, içinde yaşanılan ve gittikçe kısa aralıklarla kriz ve bunalım yaşayan ve ne yazık ki hep faturasını geniş halk yığınlarının ödemesini üstlendiği, kapitalizmdir ve bu tespit yapılmaksızın sağlıklı değerlendirmeler asla mümkün olmayacaktır. Gerisi lafügüzaf…

Hiç yorum yok: