“Bize plan değil, pilav lazım”
Başlık; 1960lar sonuna denk gelen
tarihlerdeki bir seçim öncesi, populist bir laf ve bilahare de slogan haline
gelmiş, bir sözdür… Lafın mucidi ise, Türkiye siyasi hayatının en tanınan ve en
meşhur, sağ, muhafazakar, dindar ve lümpen tabanı oportünist politikalara kurban
etme konusunda ABD tarafından teçhiz ve tedris edilmiş ve aslında içimizdeki
Amerikalılara da ilk ve nadide örneklerden sayılabilecek, meseleleri ciddiye
almama konusunda bir uzman, bir dilbaz, bir laf cambazı, bir hazırcevap, bir
demagog, bu anlamda bir hayli ve kendisini de aşmış ardıl yetişmesine zemin
hazırlamış ve adı “bir bilene” çıkmış, muhteşem Süleyman’dır… Aslında; tabii ki,
kendisinin “plan yerine pilava ihtiyaç vardır” demesine bakmayın, kesinlikle
bir planı vardır ve de oda memleketi bugünlere hazırlamak idi… Ardılları da “devlet
don üretmez” diyerek öncülünün açtığı yoldan ilerleyerek bugünlere gelen bir
yol izlemişlerdir… Onların planı, ver pilavı, ver makarnayı al oyu sonra
memleket çöksün dizlerinin üstüne, kalsın işler 3-5 müteahhide… Gerçekte ise
yapılan her planı pilava çevirerek kime ve nasıl yedirdiklerini ve kimlerin ne
kadar semirdiklerini de bizler yaşayarak iyi biliyoruz, ya neyse… Daha da
doğrusu, bu muhterem ve muhteşem zat önderliğindeki AP, vatandaşa ne plan, ne
de pilav vermişlerdir ya, hepsini kendileri yemişlerdir, ama Allah var
fizikleri de bunu hiç yalanlamamıştır. Ayrıca bu millete yaraşan son da
kaçınılmaz olmuş ve pilav yemeğe giderken, kuru ekmeğe, kuru soğana muhtaç
olmuşlardır… İnanmayanlara ya da abarttığımı düşünenlere; çok sonraları da olsa
muhatabının kalp krizi geçirerek ölmesine rağmen bu çokbilmiş, muhterem ve
muhteşem zat “verdiysem ben verdim” diyerek tarihe geçtiği olaya bakmalarını
şiddetle öneririm…
Şimdi de bu karikatürize sözün; söylendiği
zaman, mekân ve teknik terakkiye bakalım kısaca… Aslında çelişki gibi görünse
de, son derece basit ve izah edilebilir bir şekilde, fakru zaruretin yoğun
olduğu Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yıllarında başlayan planlı kalkınma tercihi
ve geleneği, ne yazık ki bu geleneğin mensupları tarafından 27 Mayıs 1960’ta yapılan
askeri bir darbe ardından da el konulan devlet yönetimi, Türkiye’nin ekonomik
ve sosyal kalkınmasını planlamak ve siyasi iktidarlara danışmanlık yapmak üzere
30 Eylül 1960’ta Devlet Planlama Teşkilatını (DPT) kurarlar… Artık kalkınmayı
planlayacak ve bu anlamda hayatın her detayındaki ve alanındaki ihtiyaçları öngörecek
projeksiyonlar yapacak bir kurum vardır… Ve devleti yönetenlerinde plan yaparak
çalışmak gibi de bir azmi vardır gayri… Diğer taraftan planlamanın hele hele
de, cılız ve göbekten dışarıya bağlı olan hakim sınıfları olan bir ülkenin
böyle bir disipline ihtiyacı yoktur, tam tersine plansızlığın da bir plan
olması düsturdur mezkur sınıflar için… Mezkur sınıfların rutin işlerini
gördürmek üzere bindirilmiş kıtaları vardır ve görevdedirler, “plan gomonist
işidir” girizgahı ile konuya dalarlar, hesapsızlığın-kitapsızlığın, göçerlere
has bir şiar olabileceği biçimiyle de, “bize plan değil pilav lazım” sözüne
sarılırlar… Ve tabanda bulur bu tür salak sepet yaklaşım, tıpkı sonraları
edilen kelamlar gibi…
Yaklaşık, 50 yıldır, “plan yerine pilav lazım”
sözü mucibince yemediğimiz pilav kalmadı, maşallah, sadesi, domateslisi, etlisi,
tavuklusu, karideslisi, ahtapotlusu, soslusu, sossuzu, patateslisi, soğanlısı
vs. vs., ye Memet ye… Ha bu arada yenilen kazıklar mı? O kadar olacak tabii ki…
Ancak gelinen nokta ne yazık ki, yarımlığımızın, yamalaklığımızın, eksikliğimizin,
boşvermişliğimizin, baş tacı edildiği nokta olup, 30 Tl yevmiye karşılığı kamyon
kasalarında çalışmaya giderken trafik kazalarında ölen insanlarımızı görmezden
gelip, komşumuz Yunanistan’da bankalardan günde 60 Euro çekilmesine güler hale
gelişimizin çaresizliğidir… Allah selamet versin… Ne diyelim pilava devam… Al
sana pilav, memlekette 10.000 ihtiyaç olan bir meslek grubundan 200.000 adet
meslek erbabı yetiştirirsin, sonra bunları hangi kadrolara atayacağım diye
düşünür durursun… Ziraat Mühendisinden Öğretmen, Öğretmenden Pazarcı, İmamdan
Mühendis yaratır durursun ve sonra da bu işler neden sarpa sardı diye düşünür
durursun…
İdealist bir yaklaşıma karşı söylenmiş bu kabil
populist lafların peşine düşenlerin çoğunluğu oluşturduğu Canım Yurdumun
hallerinin bu olması da hiç sürpriz değildir zaten… Dün pilav için oy
vermişlerin geldiği son nokta da ısınmak için kömür teminine oy vermek olmuştur…
Ama Allah var, bu lafın karşılık bulması için de; bu mezkur ve meşhur zat çok
ta ciddi çaba harcamış olup karşılığını da hep görmüştür…
Son sözler, Aşık Mahsuni’den olsun:
Mevlam gör diyerek iki göz vermiş
Bilmem ağlasam mı? Ağlamasam mı?
Dura dura bir sel oldum erenler
Bilmem çağlasam mı? Çağlamasam mı?
Yoksulun sırtından doyan doyana
Bunu gören yürek nasıl dayana
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
Bilmem söylesem mi? söylemesem mi?
Mahsuni Şerifim dindir acını
Bazı acılardan al ilacını
Pir sultanlar gibi darağacını,
Bilmem boylasam mı boylamasam mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder