Pazartesi, Temmuz 20, 2015

SÜLEYMANNAME KÜLLİYATI BÖLÜM-9

“Bize plan değil, pilav lazım”
Başlık; 1960lar sonuna denk gelen tarihlerdeki bir seçim öncesi, populist bir laf ve bilahare de slogan haline gelmiş, bir sözdür… Lafın mucidi ise, Türkiye siyasi hayatının en tanınan ve en meşhur, sağ, muhafazakar, dindar ve lümpen tabanı oportünist politikalara kurban etme konusunda ABD tarafından teçhiz ve tedris edilmiş ve aslında içimizdeki Amerikalılara da ilk ve nadide örneklerden sayılabilecek, meseleleri ciddiye almama konusunda bir uzman, bir dilbaz, bir laf cambazı, bir hazırcevap, bir demagog, bu anlamda bir hayli ve kendisini de aşmış ardıl yetişmesine zemin hazırlamış ve adı “bir bilene” çıkmış, muhteşem Süleyman’dır… Aslında; tabii ki, kendisinin “plan yerine pilava ihtiyaç vardır” demesine bakmayın, kesinlikle bir planı vardır ve de oda memleketi bugünlere hazırlamak idi… Ardılları da “devlet don üretmez” diyerek öncülünün açtığı yoldan ilerleyerek bugünlere gelen bir yol izlemişlerdir… Onların planı, ver pilavı, ver makarnayı al oyu sonra memleket çöksün dizlerinin üstüne, kalsın işler 3-5 müteahhide… Gerçekte ise yapılan her planı pilava çevirerek kime ve nasıl yedirdiklerini ve kimlerin ne kadar semirdiklerini de bizler yaşayarak iyi biliyoruz, ya neyse… Daha da doğrusu, bu muhterem ve muhteşem zat önderliğindeki AP, vatandaşa ne plan, ne de pilav vermişlerdir ya, hepsini kendileri yemişlerdir, ama Allah var fizikleri de bunu hiç yalanlamamıştır. Ayrıca bu millete yaraşan son da kaçınılmaz olmuş ve pilav yemeğe giderken, kuru ekmeğe, kuru soğana muhtaç olmuşlardır… İnanmayanlara ya da abarttığımı düşünenlere; çok sonraları da olsa muhatabının kalp krizi geçirerek ölmesine rağmen bu çokbilmiş, muhterem ve muhteşem zat “verdiysem ben verdim” diyerek tarihe geçtiği olaya bakmalarını şiddetle öneririm…

Şimdi de bu karikatürize sözün; söylendiği zaman, mekân ve teknik terakkiye bakalım kısaca… Aslında çelişki gibi görünse de, son derece basit ve izah edilebilir bir şekilde, fakru zaruretin yoğun olduğu Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yıllarında başlayan planlı kalkınma tercihi ve geleneği, ne yazık ki bu geleneğin mensupları tarafından 27 Mayıs 1960’ta yapılan askeri bir darbe ardından da el konulan devlet yönetimi, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal kalkınmasını planlamak ve siyasi iktidarlara danışmanlık yapmak üzere 30 Eylül 1960’ta Devlet Planlama Teşkilatını (DPT) kurarlar… Artık kalkınmayı planlayacak ve bu anlamda hayatın her detayındaki ve alanındaki ihtiyaçları öngörecek projeksiyonlar yapacak bir kurum vardır… Ve devleti yönetenlerinde plan yaparak çalışmak gibi de bir azmi vardır gayri… Diğer taraftan planlamanın hele hele de, cılız ve göbekten dışarıya bağlı olan hakim sınıfları olan bir ülkenin böyle bir disipline ihtiyacı yoktur, tam tersine plansızlığın da bir plan olması düsturdur mezkur sınıflar için… Mezkur sınıfların rutin işlerini gördürmek üzere bindirilmiş kıtaları vardır ve görevdedirler, “plan gomonist işidir” girizgahı ile konuya dalarlar, hesapsızlığın-kitapsızlığın, göçerlere has bir şiar olabileceği biçimiyle de, “bize plan değil pilav lazım” sözüne sarılırlar… Ve tabanda bulur bu tür salak sepet yaklaşım, tıpkı sonraları edilen kelamlar gibi…

Yaklaşık, 50 yıldır, “plan yerine pilav lazım” sözü mucibince yemediğimiz pilav kalmadı, maşallah, sadesi, domateslisi, etlisi, tavuklusu, karideslisi, ahtapotlusu, soslusu, sossuzu, patateslisi, soğanlısı vs. vs., ye Memet ye… Ha bu arada yenilen kazıklar mı? O kadar olacak tabii ki… Ancak gelinen nokta ne yazık ki, yarımlığımızın, yamalaklığımızın, eksikliğimizin, boşvermişliğimizin, baş tacı edildiği nokta olup, 30 Tl yevmiye karşılığı kamyon kasalarında çalışmaya giderken trafik kazalarında ölen insanlarımızı görmezden gelip, komşumuz Yunanistan’da bankalardan günde 60 Euro çekilmesine güler hale gelişimizin çaresizliğidir… Allah selamet versin… Ne diyelim pilava devam… Al sana pilav, memlekette 10.000 ihtiyaç olan bir meslek grubundan 200.000 adet meslek erbabı yetiştirirsin, sonra bunları hangi kadrolara atayacağım diye düşünür durursun… Ziraat Mühendisinden Öğretmen, Öğretmenden Pazarcı, İmamdan Mühendis yaratır durursun ve sonra da bu işler neden sarpa sardı diye düşünür durursun…

İdealist bir yaklaşıma karşı söylenmiş bu kabil populist lafların peşine düşenlerin çoğunluğu oluşturduğu Canım Yurdumun hallerinin bu olması da hiç sürpriz değildir zaten… Dün pilav için oy vermişlerin geldiği son nokta da ısınmak için kömür teminine oy vermek olmuştur… Ama Allah var, bu lafın karşılık bulması için de; bu mezkur ve meşhur zat çok ta ciddi çaba harcamış olup karşılığını da hep görmüştür…

Son sözler, Aşık Mahsuni’den olsun:

Mevlam gör diyerek iki göz vermiş
Bilmem ağlasam mı? Ağlamasam mı?
Dura dura bir sel oldum erenler
Bilmem çağlasam mı? Çağlamasam mı?
Yoksulun sırtından doyan doyana
Bunu gören yürek nasıl dayana
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
Bilmem söylesem mi? söylemesem mi?
Mahsuni Şerifim dindir acını
Bazı acılardan al ilacını
Pir sultanlar gibi darağacını,
Bilmem boylasam mı boylamasam mı?

Hiç yorum yok: