Pazar, Ocak 17, 2016

ZEYTİN GERÇEĞİ ve ABD EMPERYALİZMİ-1


Nasıl bitirmiş idik, geçen haftaki yazımızı; "Aynı dönemde yüzbinlerce zeytin ağacını sökerek, zeytin katliamı yapan bu Amerikan muhipleri ve bunların ardılları olan, "Bağımsız Türkiye" diye slogan atanlara saldıran yeni yetme militan dincilerin de; zeytin ve zeytinyağı konusunda dünün devamı kabilinden yeni dönemdeki icraatlarını da haftaya yazarız artık, yaz yaz bitmez kabilinden, bu yazının devamı olarak..."

Emperyalizmin yeni bir fazı konumundaki "yeni sömürgecilik" ihdası ve bu düzenin jandarması konumundaki ABD ve yedekleri, kolonilerde faaliyet kompartımanlarını oluştururken, bu faaliyetlerin kararlılığını bozmak için sürekli değişkenlik yaparak, aslolan sömürü ve faaliyetlerin kötü sonuçlarından görece az etkilenme adına çok titiz davranmışlardır. Bu politikaların ihdası, hedef ülkelerde "Filipin tipi demokrasi" tanımını öne çıkarmış olup, bilindiği üzere de, "Filipin tip demokrasi" emperyalizmin, hedef ülkelerdeki iktidar oluşumda nihai belirleyici konumunu elinde tutup, kolonizasyona türban kabilinden, görünen ve gizli hükümetler oyununun sahnelenmesidir. Bağımsızlığın önem kazandığı dönemde, kolonilerdeki sömürü değer ve sonuçlarının emperyalist ülkelere aktarılmasında, sistem gereği dahilde yaratılmış cılız ve salt montaj sanayi ile geçimini idame ettiren göbeğinden bağımlı burjuvazinin ve işbirlikçilerinin üstünden, tereyağından kıl çekercesine becerilmesi sürecinin, ülke dahilinde bir rahatsızlık yaratmadan devamı temin edilmesidir de aynı zamanda. Bu politikaların ve uygulayıcı muktedirlerin dayandığı halk yığınları, sosyal, dini ve siyasal görünümleri zaman zaman farklılık gösteriyor olsa bile ne yazık ki hepsi, aynı kaynaktan bilgilendirilmiş ve donatılmış ve de bindirilmiş kıtalar şeklinde olup, genellikle de milliyetçi ve muhafazakar eğilimlidirler.

Yeni dönem itibariyle de canım yurdumun yüklendiği misyon enerji koridoru oluşturmak ve olmak ve bu koridorun güvenliğini temin etmektir. Emperyalist batının, fosil yakıtların değerlendirilmesinde olabildiğince olumsuz ve tepki gören sonuçlarını, tepki veren halkından uzakta tutmak, enerji koridoru güvenliği adına oluşacak güvenlik zafiyetleri ve sonuçlarından çıkacak marazalardan ve savaşlardan olabildiğince uzakta kalabilmek adına inanılmaz bir enerji üretim şantiyesi haline geliyoruz... Varsa, yoksa pasa enerji üretimi... Tüketim ne durumda kimsenin umurunda değil... Nükleer santrallerin, RES (Rüzgar enerjisi santralarının), HES (Hidroelektrik santrallerinin), Termik santrallerinin, Güneş enerjisi santrallerinin yatırımlarının ardı arkası kesilmiyor, "nurlu ufuklar" edebiyatı içerisinde göz gözü görmüyor, göz gerçekleri görmüyor, kulak gerçekleri işitmiyor vs vs... Hazırlıkları 1970'li yıllarda dönemin başbakanı S. Demirel tarafından başlatılan, T. Özal ve M. Yılmaz ile artarak devam eden, nihayetin de Kemal Derviş ile zirve yapan ve EPDK'nın kurulması ile kurumsallaşan talan, bidayette "10 yıl sonra Türkiye karanlıkta kalacak" propagandasıyla ve ne yazık ki sürekli tekrarlanarak ve hiç gelmeyen 10 yıllarca katmerleştirilmiştir. Arada göstermelik ve durumu vahim göstermek adına, enerji ithalatı da yapılmıştır, hatta "kışın Bulgaristan'dan biz satın alıyoruz, yazın da Bulgaristan bize satıyor" gibi muhatapları ile dalga geçerekten...

Evet, şimdi de, benzeri bir gazla, Termik Santral yapımları gerçekleştirilmektedir; hem de, iş güvenlikleri hiç temin edilmeden kömür çıkarma işletmelerinde yüzlerce insanımızın canına mal olarak, gaz salınım kuralları kulak ardı edilerek inanılmaz hava kirliğine neden olarak, açık kömür işletmeciliği yapılacak denilerek büyük emekler harcanarak gerçekleştirilen zeytin ormanlarının yok olmasına neden olunarak, devam edilmektedir gaz kesmeden bir felakete doğru... Peki; nedir buraya kadar olan bölümün başlıklı ilgisi, Filipin tipi demokrasi muktedirleri ve dayandıkları halk yığınları, emperyalist batının konforu ve refahı adına vaziyet alıp, her daim "bağımsız Türkiye" şiarını öne çıkaranlara saldırarak gizlemeye çalışmışlardır, tıpkı "kanlı pazar"da olduğu üzere...

İşte, şimdi yine bu güruh ya da ideolojik ardılları, İslam'da hiçte yeri olmayan bir yalan ve propaganda üzerinden, "zeytin ormanlarının" talan edilmesini savunmayı, tıpkı dün 6. filoyu kıble tutarak namaz kılan öncülleri gibi, bir borç bilmişlerdir. Artık, yalanın da bir sınırı, yalanın da bir düzeyi olmalı dedirtecek şekilde, desteksiz atışlarına devam etmişler ve zeytin katliamına, emperyalizm ve yerli işbirlikçileri adına, "at yalanı, öpeyim inanı" kabilinden bilinen ve meşhur hikaye ile destek atmışlardır.


Zeytin "Yahudi" ağacıdır diyerek yazılar döktürmüştür bu mahfilerin kalemşorları, ve, "Kıyamete yakın Müslümanlarla Yahudiler arasında bir savaş çıkacak. Müslümanlar bu savaşta galip gelecekler. Öyle ki Yahudiler ağaçların ve taşların arkasına saklanacak, ağaçlar ve taşlar da "ey Müslüman, şu arkamdaki Yahudi’dir. Hemen gel de onu öldür" diye haber vereceklerdir. Fakat sadece zeytin ağacı haber vermeyecektir. Çünkü o bir Yahudi ağacıdır. Bugün İsrail bütün ülkelerde zeytin ağacı dikmeyi teşvik etmektedir. Çünkü bu ağaçların Yahudileri koruyacağını bilirler." diyerek "zeytin ağaçları neden kesilmelidir" başlıklı fetva oluşturup adeta, Diyanet İşleri Başkanlığı'na rakip olduklarını müjdelemektedirler. Görüldüğü üzere, bu zevat; "zeytinyağlı yiyemem aman" türküsü ile başlayıp, zeytin "yahudi ağacıdır" ile devam etmektedir ve korkarım ki daha şeytanın bile aklına gelmeyecek ne yalanlar bulacaklardır, hep beraber yaşayarak göreceğiz...

Biz; zeytin ağaçlarına sahip çıkılması hatta yeniden zeytin dikim seferberliği yapılması gerekir, çağrımızı yenileyerek, Büyük usta Şair Nazım Hikmet'in "Yaşamaya dair" başlıklı şiirinden kısa bölüm ile sonlandıralım yazımızı...

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
                                      yaşamak yanı ağır bastığından.  

Hiç yorum yok: