Nasıl
bitirmiş idik, geçen haftaki yazımızı; "Aynı dönemde yüzbinlerce zeytin
ağacını sökerek, zeytin katliamı yapan bu Amerikan muhipleri ve bunların
ardılları olan, "Bağımsız
Türkiye" diye slogan atanlara saldıran yeni yetme militan dincilerin
de; zeytin ve zeytinyağı konusunda dünün devamı kabilinden yeni dönemdeki
icraatlarını da haftaya yazarız artık, yaz yaz bitmez kabilinden, bu yazının
devamı olarak..."
Emperyalizmin
yeni bir fazı konumundaki "yeni sömürgecilik" ihdası ve bu düzenin
jandarması konumundaki ABD ve yedekleri, kolonilerde faaliyet kompartımanlarını
oluştururken, bu faaliyetlerin kararlılığını bozmak için sürekli değişkenlik
yaparak, aslolan sömürü ve faaliyetlerin kötü sonuçlarından görece az etkilenme
adına çok titiz davranmışlardır. Bu politikaların ihdası, hedef ülkelerde
"Filipin tipi demokrasi" tanımını öne çıkarmış olup, bilindiği üzere de,
"Filipin tip demokrasi" emperyalizmin, hedef ülkelerdeki iktidar oluşumda
nihai belirleyici konumunu elinde tutup, kolonizasyona türban kabilinden,
görünen ve gizli hükümetler oyununun sahnelenmesidir. Bağımsızlığın önem
kazandığı dönemde, kolonilerdeki sömürü değer ve sonuçlarının emperyalist
ülkelere aktarılmasında, sistem gereği dahilde yaratılmış cılız ve salt montaj
sanayi ile geçimini idame ettiren göbeğinden bağımlı burjuvazinin ve işbirlikçilerinin
üstünden, tereyağından kıl çekercesine becerilmesi sürecinin, ülke dahilinde
bir rahatsızlık yaratmadan devamı temin edilmesidir de aynı zamanda. Bu
politikaların ve uygulayıcı muktedirlerin dayandığı halk yığınları, sosyal,
dini ve siyasal görünümleri zaman zaman farklılık gösteriyor olsa bile ne yazık
ki hepsi, aynı kaynaktan bilgilendirilmiş ve donatılmış ve de bindirilmiş
kıtalar şeklinde olup, genellikle de milliyetçi ve muhafazakar eğilimlidirler.
Yeni
dönem itibariyle de canım yurdumun yüklendiği misyon enerji koridoru oluşturmak
ve olmak ve bu koridorun güvenliğini temin etmektir. Emperyalist batının, fosil
yakıtların değerlendirilmesinde olabildiğince olumsuz ve tepki gören
sonuçlarını, tepki veren halkından uzakta tutmak, enerji koridoru güvenliği
adına oluşacak güvenlik zafiyetleri ve sonuçlarından çıkacak marazalardan ve
savaşlardan olabildiğince uzakta kalabilmek adına inanılmaz bir enerji üretim şantiyesi
haline geliyoruz... Varsa, yoksa pasa enerji üretimi... Tüketim ne durumda
kimsenin umurunda değil... Nükleer santrallerin, RES (Rüzgar enerjisi
santralarının), HES (Hidroelektrik santrallerinin), Termik santrallerinin,
Güneş enerjisi santrallerinin yatırımlarının ardı arkası kesilmiyor,
"nurlu ufuklar" edebiyatı içerisinde göz gözü görmüyor, göz
gerçekleri görmüyor, kulak gerçekleri işitmiyor vs vs... Hazırlıkları 1970'li
yıllarda dönemin başbakanı S. Demirel tarafından başlatılan, T. Özal ve M.
Yılmaz ile artarak devam eden, nihayetin de Kemal Derviş ile zirve yapan ve
EPDK'nın kurulması ile kurumsallaşan talan, bidayette "10 yıl sonra
Türkiye karanlıkta kalacak" propagandasıyla ve ne yazık ki sürekli
tekrarlanarak ve hiç gelmeyen 10 yıllarca katmerleştirilmiştir. Arada göstermelik
ve durumu vahim göstermek adına, enerji ithalatı da yapılmıştır, hatta
"kışın Bulgaristan'dan biz satın alıyoruz, yazın da Bulgaristan bize
satıyor" gibi muhatapları ile dalga geçerekten...
Evet,
şimdi de, benzeri bir gazla, Termik Santral yapımları gerçekleştirilmektedir;
hem de, iş güvenlikleri hiç temin edilmeden kömür çıkarma işletmelerinde
yüzlerce insanımızın canına mal olarak, gaz salınım kuralları kulak ardı
edilerek inanılmaz hava kirliğine neden olarak, açık kömür işletmeciliği
yapılacak denilerek büyük emekler harcanarak gerçekleştirilen zeytin
ormanlarının yok olmasına neden olunarak, devam edilmektedir gaz kesmeden bir felakete
doğru... Peki; nedir buraya kadar olan bölümün başlıklı ilgisi, Filipin tipi
demokrasi muktedirleri ve dayandıkları halk yığınları, emperyalist batının
konforu ve refahı adına vaziyet alıp, her daim "bağımsız Türkiye"
şiarını öne çıkaranlara saldırarak gizlemeye çalışmışlardır, tıpkı "kanlı
pazar"da olduğu üzere...
İşte,
şimdi yine bu güruh ya da ideolojik ardılları, İslam'da hiçte yeri olmayan bir
yalan ve propaganda üzerinden, "zeytin ormanlarının" talan edilmesini
savunmayı, tıpkı dün 6. filoyu kıble tutarak namaz kılan öncülleri gibi, bir
borç bilmişlerdir. Artık, yalanın da bir sınırı, yalanın da bir düzeyi olmalı
dedirtecek şekilde, desteksiz atışlarına devam etmişler ve zeytin katliamına,
emperyalizm ve yerli işbirlikçileri adına, "at yalanı, öpeyim inanı"
kabilinden bilinen ve meşhur hikaye ile destek atmışlardır.
Zeytin
"Yahudi" ağacıdır diyerek yazılar döktürmüştür bu mahfilerin kalemşorları,
ve, "Kıyamete yakın Müslümanlarla Yahudiler arasında bir savaş çıkacak.
Müslümanlar bu savaşta galip gelecekler. Öyle ki Yahudiler ağaçların ve
taşların arkasına saklanacak, ağaçlar ve taşlar da "ey Müslüman, şu
arkamdaki Yahudi’dir. Hemen gel de onu öldür" diye haber vereceklerdir.
Fakat sadece zeytin ağacı haber vermeyecektir. Çünkü o bir Yahudi ağacıdır.
Bugün İsrail bütün ülkelerde zeytin ağacı dikmeyi teşvik etmektedir. Çünkü bu
ağaçların Yahudileri koruyacağını bilirler." diyerek "zeytin ağaçları
neden kesilmelidir" başlıklı fetva oluşturup adeta, Diyanet İşleri Başkanlığı'na
rakip olduklarını müjdelemektedirler. Görüldüğü
üzere, bu zevat; "zeytinyağlı yiyemem aman" türküsü ile başlayıp,
zeytin "yahudi ağacıdır" ile devam etmektedir ve korkarım ki daha
şeytanın bile aklına gelmeyecek ne yalanlar bulacaklardır, hep beraber
yaşayarak göreceğiz...
Biz;
zeytin ağaçlarına sahip çıkılması hatta yeniden zeytin dikim seferberliği yapılması
gerekir, çağrımızı yenileyerek, Büyük usta Şair Nazım Hikmet'in "Yaşamaya
dair" başlıklı şiirinden kısa bölüm ile sonlandıralım yazımızı...
Yani,
öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde
bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder