Cumartesi, Temmuz 23, 2016

TROLEYBUS

Bir zamanlar, şehir içi ulaşımında; sessizliği ve hava kirliliği konusundaki cimriliği ile çevre dostu olarak ünlenen, aynı zamanda ekonomik olan bu araçların, sürücüleri yetenekli, sabırlı ve olabildiğince beyefendi belki de zamanın ruhuna uygun olarak olmuş olan ve gücü yol boyunca direkler arasına gerili vaziyette asılı olan elektrik tellerinden temin edilen ve bu tellere 2 adet boynuz biçimi bağlantı elemanı ile irtibattanmış “troleybüs” denen araçlar kullanılmakta idi.

Bilindiği kadarı ile ilk troleybüs Almanya’nın Berlin kentinde 19 yüzyılın sonlarına doğru kullanılmış olup Canım Yurdumda ise 1947 yılında ilk defa Ankara’da kullanılmaya başlamıştır. Güzel İzmir’de ise 1954 yılında kullanılmaya başlamış ve nasıl ki en son kullanılmaya başlanmış yer olmuş ise son kullanılan yer olarakta 1992 yılına kadar kullanılmıştır. Dile kolay; tramvayların yerini alan bu boynuzlu araçlar yaklaşık 40 yıl hizmet vermişlerdir. Tramvayların trafiği tıkadığı kararına varılarak, devrim niteliğinde araçlar nitelemesi ile “troleybüsler” devreye alınmış ve Alman Siemens firması tarafından aracılık edilerek temin edilen kredi vasıtasıyla, ilk kez Güzelyalı- Konak arasına döşenen hatlarla başlayan serüven, sembolik olarak bırakılan son hattın da sökülmesiyle, maç petrolcüler lehine sonuçlanmış olur. Raylara bağımlı tramvayların yerine yıldızları parlayan troleybüslerin yıldızları bir anda parlıyor ama çevre dostu olan bu araçların serüveni denizin dibini boylamakla da bir anda kararıveriyor. Yaklaşık 75 yıllık tramvay saltanatına son veren troleybüs ise ancak 40 yıla yakın dayanabilmiştir, İzmir yollarında, İzmir’in büyük politikacılarına… Artık seferden kaldırılan “troleybüsler” balıklara yuva teşkil etsin diye koca koca ve çafçaflı törenlerle körfeze atılmış ve balıkçılarımızın her nereden öğrenmişler ise talepleri karşılanmıştır.

Ekonomik olmadığı, trafik tıkanıklığına yol açtığı varsayılarak, burun kıvrılarak, devre dışı bırakılan bu araçlar, hem yatırım hem de işletme maliyetleri açısından yerine ihdas edilenlere göre daha uygun oldukları daha sonraki yıllarda anlaşılacaktır ama her konuda benzer davranışı gösteren necip milletimizin gadrine de uğramaktan kurtulamayacaktır. Az bilgi ve düşünme ile çok proje uydurmakta üzerine toz kondurulamayacak durumda ki mahir önemli şahsiyetler ekonomik olmamayı hangi hesaba dayandırırlar bilinmez ama km başına yaklaşık 2 KwA(kilovat) elektrik tüketimi olan bu araçlar taşıdığı minimum 100 kişi ile de kişi başına en az enerji tüketen araçlar olarak bilenlerin zihinlerinde yer etmeye devam edeceklerdir. Üstelik söylenildiği ya da iddia edildiği gibi de yavaş ilerleyen araçlar da olmayıp, bugün yerine ihdas edilmiş araçların hiç gerisinde de değillerdir. Elektrik kesilmelerinin önüne geçememiş necip milletimiz, sık sık boynuzların kablolardan kurtularak, sürücüsünün hemen aşağıya inerek yeniden yerine yerleştirmesi işine de haylice bozulurlardı…

Şimdilerde; mezkûr büyük politikacılar, bir “devrim” ile troleybüsler tarafından saltanatına son verdikleri “tramvayların” yeniden kullanıma alınacağının açıklanması ve şehir içi ulaşımın kanser haline getirmiş olduğu trafik sorunun tek çözümünün olduğunu savlamaktadırlar. Madem öyle idi, neden kaldırdınız ve neden yeniden ihdas ediyorsunuz. Maksat ekonomik aktivite olsun, cepler dolsun… Benim oğlum okur, döner de bir daha okur… Mehter marşının bu topraklarda icat edilmiş olması boşuna değil, bir adım ileri, iki adım geri…

Lise öğrenciliğimin geçtiği yıllarda, sıklıkla kullandığım, Güzelyalı-Konak-Alsancak hattındaki troleybüslerin, biletleri troleybüs içerisindeki bilet satıcısından temin edilir, bilet satıcıları troleybüsün her kapısından giriş çıkış yapılabildiğinden, önceleri içeride dolaşarak bilet verir, para toplar iken bilahare de, sadece ön kapıdan girilip diğer kapılardan çıkıldığı dönemlerde orta kapının yanında tahta bir korumanın arkasında oturur, yeni binenler önünden geçerek bilet alır ödeme yaparlardı… Böylece bilet satıcısının tüm mesai boyunca ayakta bulunması sorununu da çözmüş oldu, canım yurdumun canım sendikacıları… Oysaki biletçinin serbest dolaştığı zamanlarda, o troleybüsün içerisinde, iyi günler, günaydın, iyi akşamlar ve iyi geceler dileklerinin iletilmesi eksiksiz olup bitimsiz bir hoşluk katardı seyahate… İnsanların büyük ölçüde birbirlerini tanıyor olması ya da göz aşinalığına binaen, birbirlerine hitabı da bir başka idi o devirlerde, Muhterem, Üstat, Azizim, Mirim gibisinden hitaplar başlarda gelirdi, hatırladığım kadarı ile. Yaşlılara yer verilmesini bir kenara bırakın insanların kendilerinden az da olsa büyüklerine yer veriyor olmaları vukuat-ı adiyeden idi… O dönem rahatsız edici tek şeyin, körüklü ve havalı kapıların “bammmmm” diye yüksek bir sesle kapanıyor olması idi hatırlayabildiğim kadarı ile… Diğer taraftan, sürücü acemiliğimi idi bilemiyorum ama bazen kalkışlarda yolcuları silkelemesi, ya da durur iken ani frenlere bağlı savrulmalar da olurdu ama bugünkü otobüslerdeki şöförleri ve sundukları rahatsız yolculukları asla tercih haline getrimeyecek kadar idi… Hele koltukların, sert formikadan oluşu ama asla bizi rahatsız etmediğini hala hayretle hatırlarım, belki de oturma organlarımız o dönemlerde daha da yumuşak olup bir rahatsızlık duymamızın önüne geçerdi, kim bilir, açıkçası o tarihte herhangi bir yaşlıya bu konuyu sormayı da akıl edememişim…


Penguen belgesel dizilerine devam, şimdilerin parlatılmış demokratı Ahmet Hakan’a selam…

Hiç yorum yok: