Son
dönemimizin en fazla parlatılan ve gündeme getirilen, kerameti hudutsuz
addedilen, Cumhuriyet karalayıcılarının verdiği isimle sözde “cennet mekân Abdülhamit Han Hazretleri”, özlemle
peşine takılıp hedeflerine hilafeti getirmeyi koyanların sunumu ile hudutsuz hedefleri,
ufku, hayalleri ve projeleri olduğu beyanı ile sempatik bir halife ve padişah
portresi yaratılmak istenir. Yaşanılan dönemin sorunlarını kesinlikle görmek
istemeyen bu aveneler, “Ulu Hakan” adını verdikleri muhteremi de, derin bir
strateji ve diplomasi kurdu, siyaset cambazı ve büyük devlet adamı ve de hatta
bir dünya lideri olarak anlatırlarda anlatırlar… Bu “herkesi kör, âlemi sersem”
zanneden, sahip olduğu tek kitabı bile layığı ile okumamış azınlık güruh,
bilmez mi ki, biz ne derin strateji uzmanları, ne siyaset cambazları ve ne
diplomasi kurtları görmüş bir neslin ahfadıyız… Ayrıca bilmezler mi ki, bize
kakalamaya çalıştıkları, gördüğümüz ve okuduğumuz bu muhteremlerin her biri
aldıkları görevleri ellerine yüzlerine bulaştırıp, bırakıp kaçmışlardır ve
tarih boyunca bunların izlerini takip etmekten de bu millet yorgun ve bitap
düşmüştür. Neyse ardıllarını bir kenara bırakıp, yine bazılarına göre “Ulu
Hakan” a dönelim; 31 Mart vakasının yaratıcısı kimler, hasta adamı yaratan kimler,
tarihe 93 harbi diye geçen Rusların ve Bulgarların ta İstanbul kapılarına
dayanmasına yol açan felaket savaşını planlayan ve her şeyi ile teslim olan kimler,
Kıbrıs adasını İngiltere’ye veren kimler, Girit adasındaki çatışmaları bahane
edip küçücük Yunanistan’a savaş açıp hemen ardından mütareke isteyen kimler, Osmanlı
donanmasını Haliçte çürümeye terk eden kimler, Meclis-i Mebusanı kapatan kimler,
Ortadoğu’da bugün bile huzur bulunamasının temellerini atan kimler, hala kahredici
ve yok edici zaptiye yöntemleri bugüne bile ilham veren kimler, yargısız
infazların müsebbibi kimler, bir türlü sonu gelmeyen sürgünlerin planlayıcısı
kimler, her muhalif sesi hapislerde süründüren kimler, bugün bile sırıl sıklam
hissedilen sansür uygulayıcısı kimler, vs vs diye azıcık tefekkür edilse, hala
ulu denilir mi yoksa hemen kızıl tanımlamasına mı geçilir, görürüz… Ne diyor bu
Göebbels eğitimli avanak aveneler; “Abdülhamit
Han, güzel ahlaklı, dinine çok bağlı, hayâ ve edep sahibi, akıl, izan, ilim ve
irfan sahibi, adaleti yüksek, ümmeti adına gece-gündüz durmadan çalışır, düşmanlarına
bile iyilik yapar, vs. vs.” öne çıkarılarak anlatılır da anlatılır, ne kadar
çok tekrarlanırsa o kadar çok inananı olacağı tespitiyle bıkmadan usanmadan,
tekrarlanır. “Boş vakitlerini marangozhanede geçirir, harika oyuncaklar ve
mobilyalar yapar, bunları sattırır ve parasını fakire fukaraya dağıttırır, son derece
şefkatli bir insan olan Sultan Abdülhamit kendisini öldürmek isteyenleri bile bağışlar,
eğitim ve kültüre önem verir” gibi yaklaşımlar olsa olsa tam bir Nihat
Hatipoğlu anlatımı, gözler yaşlı ya da nemli, sözcükler boş ama düşünmeye hoş
ancak tılsımlı, vay ki vay, canım yurdum… Hele modern Türkiye’nin temellerini atan
padişah demezler mi, meşruiyeti ilan etti demezler mi, hay Allah, edebiyatta
buna ne denirdi bir anda unuttum, aklıma gelince yazacağım yeniden…
Şimdilerde
bakıyorum başta “Osmanlı Oğlanları” olmak üzere, bindirilmiş kıtalar ve onların
mıntıka temizleyicisi durumundaki yalaka akademisyen, uyduruk tarihçiler,
matbuat kalemşorları, siyaset erbapları vb. aveneler savaş açıp, hemen ardından
Batılı Güçlerin dayatması sonucu barış anlaşması yapmak zorunda kalmasını
kendisinden ziyade dış güçlerin oyununa bağlamaktadırlar. Evet, bu aklı
evveller bizi de kendilerine benzer zannettiklerinden, aslen de isimlerinin
önünde torpille ve intihallerle edindikleri her halinden belli akademik
unvanlarını öne çıkararak ve ne söylenirse yediğimizi düşünerek,” hani siz çok
güçlü idiniz ne oldu baskıya dayanamadınız” gibi itiraz edilebileceğini göz
ardı ederek, sıkıyorlar da sıkıyorlar…
Dış
güçler tarafından ayarlanan komplolar ve hareketlerle tahtan indirildiği iddia
edilen bu padişahın, devlet adamı olmaktan çok uzak, yönetim ehliyetine, keyfiyetine
ve zafiyetine bakmadan, “paranoyaklık” düzeyindeki tüm ruhunu kaplamış
korkuları ve vesveseleri nedeniyle istihbarat ve polis teşkilatı üzerindeki
tahakküm kurması sonucu ortaya çıkan istibdadın, hafiyeliğin ve sansürün
bugünlere bile kötü örnek teşkil etmesine neden olarak, sadece ve sadece
kendisine dokunulmasının önüne geçebilmek adına yapamayacağı hiçbir şeyin
olamayacağını göstermiştir.
Bu
anlamda, Sultan Abdülhamit; ne Ulu Sultandır, ne ermiş ne de başka bir şey, sadece
ve sadece ardıllarına din bezirgânlığı geleneğini miras bırakan bir kilometre
taşı olup, dini duyguları sömürme ve bununla yaşama, ayakta kalmanın talihsiz bir
örneğidir.
Onun
kulağına bir şey söyle, bunun kulağına başka bir şey söyle, sonra hepsini inkâr
et, sonra memleketi ne kadar güzel yönettim diye övün.
Ziya
Paşa’nın “Terkib-i bend”inden birkaç beyit ile nokta…
En
ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun,
Sen
herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?
Bir
gün gelecek sen de perîşân olacaksın,
Ey
gonca bu cem’iyyeti her-dem mi sanırsın?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder