Pazar, Temmuz 10, 2016

ABDÜLHAMİT HAN

Son dönemimizin en fazla parlatılan ve gündeme getirilen, kerameti hudutsuz addedilen, Cumhuriyet karalayıcılarının verdiği isimle sözde “cennet mekân Abdülhamit Han Hazretleri”, özlemle peşine takılıp hedeflerine hilafeti getirmeyi koyanların sunumu ile hudutsuz hedefleri, ufku, hayalleri ve projeleri olduğu beyanı ile sempatik bir halife ve padişah portresi yaratılmak istenir. Yaşanılan dönemin sorunlarını kesinlikle görmek istemeyen bu aveneler, “Ulu Hakan” adını verdikleri muhteremi de, derin bir strateji ve diplomasi kurdu, siyaset cambazı ve büyük devlet adamı ve de hatta bir dünya lideri olarak anlatırlarda anlatırlar… Bu “herkesi kör, âlemi sersem” zanneden, sahip olduğu tek kitabı bile layığı ile okumamış azınlık güruh, bilmez mi ki, biz ne derin strateji uzmanları, ne siyaset cambazları ve ne diplomasi kurtları görmüş bir neslin ahfadıyız… Ayrıca bilmezler mi ki, bize kakalamaya çalıştıkları, gördüğümüz ve okuduğumuz bu muhteremlerin her biri aldıkları görevleri ellerine yüzlerine bulaştırıp, bırakıp kaçmışlardır ve tarih boyunca bunların izlerini takip etmekten de bu millet yorgun ve bitap düşmüştür. Neyse ardıllarını bir kenara bırakıp, yine bazılarına göre “Ulu Hakan” a dönelim; 31 Mart vakasının yaratıcısı kimler, hasta adamı yaratan kimler, tarihe 93 harbi diye geçen Rusların ve Bulgarların ta İstanbul kapılarına dayanmasına yol açan felaket savaşını planlayan ve her şeyi ile teslim olan kimler, Kıbrıs adasını İngiltere’ye veren kimler, Girit adasındaki çatışmaları bahane edip küçücük Yunanistan’a savaş açıp hemen ardından mütareke isteyen kimler, Osmanlı donanmasını Haliçte çürümeye terk eden kimler, Meclis-i Mebusanı kapatan kimler, Ortadoğu’da bugün bile huzur bulunamasının temellerini atan kimler, hala kahredici ve yok edici zaptiye yöntemleri bugüne bile ilham veren kimler, yargısız infazların müsebbibi kimler, bir türlü sonu gelmeyen sürgünlerin planlayıcısı kimler, her muhalif sesi hapislerde süründüren kimler, bugün bile sırıl sıklam hissedilen sansür uygulayıcısı kimler, vs vs diye azıcık tefekkür edilse, hala ulu denilir mi yoksa hemen kızıl tanımlamasına mı geçilir, görürüz… Ne diyor bu Göebbels eğitimli avanak aveneler;  “Abdülhamit Han, güzel ahlaklı, dinine çok bağlı, hayâ ve edep sahibi, akıl, izan, ilim ve irfan sahibi, adaleti yüksek, ümmeti adına gece-gündüz durmadan çalışır, düşmanlarına bile iyilik yapar, vs. vs.” öne çıkarılarak anlatılır da anlatılır, ne kadar çok tekrarlanırsa o kadar çok inananı olacağı tespitiyle bıkmadan usanmadan, tekrarlanır. “Boş vakitlerini marangozhanede geçirir, harika oyuncaklar ve mobilyalar yapar, bunları sattırır ve parasını fakire fukaraya dağıttırır, son derece şefkatli bir insan olan Sultan Abdülhamit kendisini öldürmek isteyenleri bile bağışlar, eğitim ve kültüre önem verir” gibi yaklaşımlar olsa olsa tam bir Nihat Hatipoğlu anlatımı, gözler yaşlı ya da nemli, sözcükler boş ama düşünmeye hoş ancak tılsımlı, vay ki vay, canım yurdum… Hele modern Türkiye’nin temellerini atan padişah demezler mi, meşruiyeti ilan etti demezler mi, hay Allah, edebiyatta buna ne denirdi bir anda unuttum, aklıma gelince yazacağım yeniden…
Şimdilerde bakıyorum başta “Osmanlı Oğlanları” olmak üzere, bindirilmiş kıtalar ve onların mıntıka temizleyicisi durumundaki yalaka akademisyen, uyduruk tarihçiler, matbuat kalemşorları, siyaset erbapları vb. aveneler savaş açıp, hemen ardından Batılı Güçlerin dayatması sonucu barış anlaşması yapmak zorunda kalmasını kendisinden ziyade dış güçlerin oyununa bağlamaktadırlar. Evet, bu aklı evveller bizi de kendilerine benzer zannettiklerinden, aslen de isimlerinin önünde torpille ve intihallerle edindikleri her halinden belli akademik unvanlarını öne çıkararak ve ne söylenirse yediğimizi düşünerek,” hani siz çok güçlü idiniz ne oldu baskıya dayanamadınız” gibi itiraz edilebileceğini göz ardı ederek, sıkıyorlar da sıkıyorlar…
Dış güçler tarafından ayarlanan komplolar ve hareketlerle tahtan indirildiği iddia edilen bu padişahın, devlet adamı olmaktan çok uzak, yönetim ehliyetine, keyfiyetine ve zafiyetine bakmadan, “paranoyaklık” düzeyindeki tüm ruhunu kaplamış korkuları ve vesveseleri nedeniyle istihbarat ve polis teşkilatı üzerindeki tahakküm kurması sonucu ortaya çıkan istibdadın, hafiyeliğin ve sansürün bugünlere bile kötü örnek teşkil etmesine neden olarak, sadece ve sadece kendisine dokunulmasının önüne geçebilmek adına yapamayacağı hiçbir şeyin olamayacağını göstermiştir.
Bu anlamda, Sultan Abdülhamit; ne Ulu Sultandır, ne ermiş ne de başka bir şey, sadece ve sadece ardıllarına din bezirgânlığı geleneğini miras bırakan bir kilometre taşı olup, dini duyguları sömürme ve bununla yaşama, ayakta kalmanın talihsiz bir örneğidir.
Onun kulağına bir şey söyle, bunun kulağına başka bir şey söyle, sonra hepsini inkâr et, sonra memleketi ne kadar güzel yönettim diye övün.

Ziya Paşa’nın “Terkib-i bend”inden birkaç beyit ile nokta…

En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun,
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın?

Bir gün gelecek sen de perîşân olacaksın,
Ey gonca bu cem’iyyeti her-dem mi sanırsın?


Hiç yorum yok: