Pazar, Şubat 12, 2017

YETMEZ AMA EVETÇİLER; ALLAH SİZİ AFFETSİN-2


Geçen haftalardaki bir yazısını "geçmişi bırak, geleceğe bakalım. Bilmem anlatabildim mi?" diye bitirmiş yüksek profilli gazetenin patronu Aydın Korkmaz. Tabii ki, Korkmaz olunca başka sıfata gereksinim duymadan da, kendisini bir adım geçmiş, eski bildiklerinden, hani "ne yetmez ama evet"i "harbiden evet dedim" diye böbürlenerek yazılar yazan, adaşı Aydın Engin'in bir yazısını aynen yayınlamış. Tabii ki destek önemli bir adamdan gelince zannediyor ki, muhteremin önemine binaen konuya yönelik eleştirilerimizden vazgeçeceğiz, asıl gelinen nokta itibariyle, azıcık mahcubiyetleri oluşmuş ise derhal "bizi kandırdılar" diye özeleştiri yapsınlar. Ne diyor muhterem mezkur yazısında; "Ben ne “Yetmez ama evet” dedim; ne EDP’li arkadaşlarım gibi evet’i “AKP’ye hayır” parantezine aldım; harbiden evet dedim.". Bravo, hatta kocaman bravo. Kerameti kendinden bu muhterem yazısında devamla, bir sınıfsal temelli analiz yapıyor ki, zannedersin harbi bir "Marksolog", breh breh... Hele birde, "Duran bir saatin bile günde iki kez doğru zamanı gösterdiğini nasıl gözardı ederiz?" demez mi, valla feylosofiye bile takla attırtan bir eda ile, ama ne yazık ki bozuk saate endeksli bir tutum içinde olduğu ikrarı ile, pozisyonunun ne rezil olduğu mevhumu muhalifinin istikrasından ibarettir. Mezkur abinin fikr-i harabiyetine ciharen bu yazıyı kendi ağraz-ı dünyeviyyesine mesnet-i muazzama diye yayınlayan bizim abiye de kocaman bir bravo demek gerekir, en azından.
Gelelim, "bilmem anlatabildim mi" sorusunun cevabına, el cevap, "anlatamadın". ama dur bir, ben sana konuyu sosyolojik, ideolojik ve psikolojik hatta pedagojik açıdan tane tane ve senin anlayacağın biçimde bir kez daha anlatayım... Geçen haftaki yazıma kaldığım yerden devam ediyor ve gazetemiz patronu, "öyle demediydim böyle dediydim" uzmanı Aydın Korkmaz'a; malum duruma nasıl da zımni destek verdiklerini anlata anlata dilimde tüy bitti ama sonuç hala yok, korkarım da olmayacak... Ne diyor muhterem sınırlı da olsa bir anayasa değişikliği güzeldir diyerek son güne kadar devam edip son anda, kafamıza saksı düştü, "yetmez ama evetçilik", iyi olmadı fazla eleştiri aldık, hemen ray değiştirdik, türbanlı yetmez ama evet olan, boykot saflarına geçtik... Sonuç parmaklar sıcak sobaya dokununca bağırıyorlar, sıcak soba parmak yakar ikazları yapılmamışçasına şimdi o durumu aklayabilmek için yeni manevralar, devammmm... Ne diyor muhterem masa kurulmuştu, sonra masayı devirdiler, eee sürpriz mi ki bu, zinhar, masa kurulmuş ve başına meşhur falcı gelmiş size fal bakıyor ama sizde ne gam, ne keder... Korkarım ki bu kadar manevra var ise, aldatılanlar aldatıldıklarının da farkında değiller, yok masa, yok ittifak, yok barış, yok Avrupa Birliği, yok analar ağlamasın, yok şu, yok bu, yok nurlu ufuklar, yok statüko gidecek, yanılmanın bu kadarı da saflıktır herhalde...
"yetmez ama evetçiler" öncelikle neden ve niçin evet dediler yada boykotçular nötr kaldılar, bu tutum nasıl bir sonuca yol açtı... Bunu anlamanın yolu sadece bu tavır kime yaradı kriterinden bile bakacak olursak, kahve diliyle kabak gibi ortadadır. Kahvehane felsefesi, "Oynamaktan maksat ütmektir" sözünden bile konuya bakılsa, ütüldüğünüz kabak gibi ortadadır, ve hala aksini savunuyorsunuz, haydi yolunuz açık ola... Bu yeterli olmadı ise, bir de sokak felsefesi "söyle dostunu söyleyeyim kim olduğunu" siz değerli muhteremlere... Ama siz hala; mezkur muhteremin yazısını bitirdiği, "Sorun sanırım merdiven çıkarken ıslık çalabilmek, yürürken ciklet çiğneyebilmek  gibi iki işi bir arada “yapmak ya da yapmamak”ta düğümleniyor..." gibi düşünmeye devam edebilirsiniz, taktir zat-ı alilerinize aittir. Siz 2 işi birarada yapıyorsunuz da ne oluyor, Allahaşkına, sonuç hüsran... Ancak, dün; uzaklardaki radyolardan gelen nağmelerin tılsımına kulak verenlerin, bugünde uzaklardaki yaylalardan gelen uzun havalara göre halay tutturuyor olmaları kolay anlaşılır mevzulardır... Bir önceki referandumda, “Demek 12 Eylül Anayasası’nın değişmesini istemiyorsunuz! Demek demokratikleşme, sivilleşme istemiyorsunuz.” fikriyle yedeklenen muhteremler şimdi de, "hayır diyenler, anarşisttir, bölücüdür, katildir, komünisttir" fikriyle yedeklenecekler, gayri durumumuz budur... Hayırlara vesile olsun...

Sevgili Aydın, hani sana anlattığım "deli oğlan" fıkrası var ya, hani deli oğlan köyün ortasında koşarak "her şey güzel olacak" diye bağırıyordu ya, taze ve sınırsız umuduna istinaden, sonra yaşadıklarına istinaden de "her şey çok kötü oldu" deyişindeki acıyı ve sıkıntıyı, işte durum o... Bilesin...

Yazımı Büyük Usta Nazım Hikmet'ten yalan ve inananları üstüne muhteşem bir şiirle bitiriyorum.

İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
Avrupalım, Amerikalım benim,
uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,
ellerin gibi tez kandırılır,
kolay atlatılırsın...
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
antenler yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
söz yalan söylüyorsa,
ses yalan söylüyorsa,
ellerinizden geçinen
ve ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.
 

Hiç yorum yok: