Geçen
haftalardaki bir yazısını "geçmişi bırak, geleceğe bakalım. Bilmem
anlatabildim mi?" diye bitirmiş yüksek profilli gazetenin patronu Aydın
Korkmaz. Tabii ki, Korkmaz olunca başka sıfata gereksinim duymadan da,
kendisini bir adım geçmiş, eski bildiklerinden, hani "ne yetmez ama
evet"i "harbiden evet
dedim" diye böbürlenerek yazılar yazan, adaşı Aydın Engin'in bir
yazısını aynen yayınlamış. Tabii ki destek önemli bir adamdan gelince
zannediyor ki, muhteremin önemine binaen konuya yönelik eleştirilerimizden vazgeçeceğiz,
asıl gelinen nokta itibariyle, azıcık mahcubiyetleri oluşmuş ise derhal
"bizi kandırdılar" diye özeleştiri yapsınlar. Ne diyor muhterem
mezkur yazısında; "Ben ne “Yetmez
ama evet” dedim; ne EDP’li arkadaşlarım gibi evet’i “AKP’ye hayır” parantezine
aldım; harbiden evet dedim.". Bravo, hatta kocaman bravo. Kerameti
kendinden bu muhterem yazısında devamla, bir sınıfsal temelli analiz yapıyor
ki, zannedersin harbi bir "Marksolog",
breh breh... Hele birde, "Duran bir saatin bile günde iki kez doğru zamanı
gösterdiğini nasıl gözardı ederiz?" demez mi, valla feylosofiye bile takla
attırtan bir eda ile, ama ne yazık ki bozuk saate endeksli bir tutum içinde
olduğu ikrarı ile, pozisyonunun ne rezil olduğu mevhumu muhalifinin istikrasından
ibarettir. Mezkur abinin fikr-i harabiyetine ciharen bu yazıyı kendi ağraz-ı
dünyeviyyesine mesnet-i muazzama diye yayınlayan bizim abiye de kocaman bir
bravo demek gerekir, en azından.
Gelelim,
"bilmem anlatabildim mi" sorusunun cevabına, el cevap,
"anlatamadın". ama dur bir, ben sana konuyu sosyolojik, ideolojik ve
psikolojik hatta pedagojik açıdan tane tane ve senin anlayacağın biçimde bir
kez daha anlatayım... Geçen haftaki yazıma kaldığım yerden devam ediyor ve
gazetemiz patronu, "öyle demediydim böyle dediydim" uzmanı Aydın
Korkmaz'a; malum duruma nasıl da zımni destek verdiklerini anlata anlata
dilimde tüy bitti ama sonuç hala yok, korkarım da olmayacak... Ne diyor
muhterem sınırlı da olsa bir anayasa değişikliği güzeldir diyerek son güne
kadar devam edip son anda, kafamıza saksı düştü, "yetmez ama evetçilik",
iyi olmadı fazla eleştiri aldık, hemen ray değiştirdik, türbanlı yetmez ama
evet olan, boykot saflarına geçtik... Sonuç parmaklar sıcak sobaya dokununca
bağırıyorlar, sıcak soba parmak yakar ikazları yapılmamışçasına şimdi o durumu
aklayabilmek için yeni manevralar, devammmm... Ne diyor muhterem masa
kurulmuştu, sonra masayı devirdiler, eee sürpriz mi ki bu, zinhar, masa
kurulmuş ve başına meşhur falcı gelmiş size fal bakıyor ama sizde ne gam, ne
keder... Korkarım ki bu kadar manevra var ise, aldatılanlar aldatıldıklarının
da farkında değiller, yok masa, yok ittifak, yok barış, yok Avrupa Birliği, yok
analar ağlamasın, yok şu, yok bu, yok nurlu ufuklar, yok statüko gidecek,
yanılmanın bu kadarı da saflıktır herhalde...
"yetmez
ama evetçiler" öncelikle neden ve niçin evet dediler yada boykotçular nötr
kaldılar, bu tutum nasıl bir sonuca yol açtı... Bunu anlamanın yolu sadece bu
tavır kime yaradı kriterinden bile bakacak olursak, kahve diliyle kabak gibi
ortadadır. Kahvehane felsefesi, "Oynamaktan maksat ütmektir" sözünden
bile konuya bakılsa, ütüldüğünüz kabak gibi ortadadır, ve hala aksini
savunuyorsunuz, haydi yolunuz açık ola... Bu yeterli olmadı ise, bir de sokak
felsefesi "söyle dostunu söyleyeyim kim olduğunu" siz değerli
muhteremlere... Ama siz hala; mezkur muhteremin yazısını bitirdiği, "Sorun sanırım merdiven çıkarken ıslık
çalabilmek, yürürken ciklet çiğneyebilmek
gibi iki işi bir arada “yapmak ya da yapmamak”ta düğümleniyor..."
gibi düşünmeye devam edebilirsiniz, taktir zat-ı alilerinize aittir. Siz 2 işi
birarada yapıyorsunuz da ne oluyor, Allahaşkına, sonuç hüsran... Ancak, dün;
uzaklardaki radyolardan gelen nağmelerin tılsımına kulak verenlerin, bugünde
uzaklardaki yaylalardan gelen uzun havalara göre halay tutturuyor olmaları
kolay anlaşılır mevzulardır... Bir önceki referandumda, “Demek 12 Eylül
Anayasası’nın değişmesini istemiyorsunuz! Demek demokratikleşme, sivilleşme
istemiyorsunuz.” fikriyle yedeklenen muhteremler şimdi de, "hayır
diyenler, anarşisttir, bölücüdür, katildir, komünisttir" fikriyle yedeklenecekler,
gayri durumumuz budur... Hayırlara vesile olsun...
Sevgili
Aydın, hani sana anlattığım "deli oğlan" fıkrası var ya, hani deli
oğlan köyün ortasında koşarak "her
şey güzel olacak" diye bağırıyordu ya, taze ve sınırsız umuduna
istinaden, sonra yaşadıklarına istinaden de "her şey çok kötü oldu" deyişindeki acıyı ve sıkıntıyı,
işte durum o... Bilesin...
Yazımı
Büyük Usta Nazım Hikmet'ten yalan ve inananları üstüne muhteşem bir şiirle
bitiriyorum.
İnsanlarım,
ah, benim insanlarım,
Avrupalım,
Amerikalım benim, uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,
ellerin gibi tez kandırılır,
kolay atlatılırsın...
İnsanlarım, ah, benim insanlarım,
antenler yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
söz yalan söylüyorsa,
ses yalan söylüyorsa,
ellerinizden geçinen
ve ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder