Pazar, Mayıs 28, 2017

ETİK ve ETİK SAHİBİ ESNAF OLABİLMEK

Okullarda "Yurttaşlık Bilgisi" derslerinin okutulduğu, iyi yurttaş olunması için, 7'den 70'e herkesin el ve gönül birlikteliği ile kelam ettiği ama özellikle ailede çocuklara, iyi insan olmanın neleri yaparak gerçekleşeceğinin katıksız ve ödünsüz aktarıldığı ve hatta bu uğurda yoğun çaba sarf edildiği dönemler. İyi asker, iyi polis, iyi esnaf, iyi mühendis, iyi doktor, iyi öğretmen vs. hülasa iyi yurttaş olunmasının öğrenilmesi adına adeta yarışa tabi tutulduğu, şimdiki gibi öğretimin ayyuka çıkıp, eğitimin çukura battığı bir dönem değil, şüphesiz, sıkıntı yok mu olmaz olur mu, ancak şimdiki gibi değerlerin ayaklar altına alınmışlığının olmadığı bir dönem. Moda deyimle, neyleyim ben böyle üniversite mezununun çok olduğu dönemi, hala toplu taşım araçlarında yaşlılar ayakta iken, çocukların cep telefonlarına dalarak, etrafımın farkında değilim modunu, nasıl görmezden gelebilirim...

Sonradan burun kıvrılarak  tedrisat dışı bırakılan başta yurttaşlık bilgisi, sosyoloji ve mantık gibi dersleri canım yurdum çok arar ama atı alan Üsküdar'ı geçti hatta oradan sür eşeği Niğde'ye... Din ve Ahlak dersi var hem de çok yoğun biçimde ama sonuç ortada...

Ne diyor, büyük usta yazar Yaşar Kemal, "Demirciler çarşısı cinayeti" adlı kitabında, adeta bu yaşananların bir özetidir, tabii ki kaybettiğimiz ama özlediğimiz bu davranışlarımız ardından şu cümleler; "bindiler de çektiler gittiler, o iyi insanlar, o dünya güzeli atlara... O yiğitler, o her birisi kaplan örneği şahinler, o ceren gibi atlara bindiler de başlarını aldılar gittiler. Bir daha, bir daha hiç gelmeyecekler. Hiç, hiç, hiç! Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık. şu dünyanın yaşaması müşkül hal ilen. bin iyiyi bir kötüye kul eden..."

Hayatımız ışık hızı ile kirleniyor, içinde bulunduğumuz dönemin nano teknolojisini kullanıyor adeta... Dünya, birilerinin inanılmaz edinme, sahip olma isteğinin altında adeta kavruluyor, hayatının ilk evrelerindeki masum kabul edilebilecek bu sahiplenme duygusunun bizi getirdiği nokta burası işte... Ben, ben, ben... Herşey benim herşey bana ait... Sınıflı topluma adım atıştan itibaren, öne çıkanlar, muktedirler, ne üretimden ne de bölüşümden doğan hak olmamasına rağmen, sahip olunan konjonktürel güce istinaden hep hakkı ve haddi olmayan şeylere talip ve sahip oldu, hatta bu sahiplenme duygusu ve güdüsü, insanı önce insana bilahare de insanın ruhuna sahipliğe götürdü, bunun farkına varıp, "yok edin insanın insana kulluğuna" diyeni de, öteki dünyanın insanı ilan edip, önce yuhalatıp ve nihayetinde de yok ederek, tüm yaşanan bu ahlaksızlıklara da, korku soslu meşruiyet ve makuliyet kazandırmışlardır. Ama bu arada insanlık teğet geçilmiş, ne gam ne keder, maksat bize teğet geçmesinde... Aslında niyetim bu kadar soyut kelam etmek değil idi aslında, ama işte... Derdim, iyi ahlaklı, iyi huylu insanları konu etmek idi, hani diyorlar ya; "komşusu aç iken tok yatan bizden değildir", gerçekten bu söylediklerini, yalansız ve riyasız ve de katıksız ve içten ve de canı gönülden uygulasınlar, ama nerde moda, söyle ama tam tersini yap... Peki herkes bu yalan, dolan, hile, hurda, desise ve sahte davranışlar içinde mi, şüphesiz değil, "bin iyi bir kötüye" teslim olmuş durumda tespitinden hareketle, herşeye rağmen hala hüsnüniyeti ile mesleğini icra edeni öne çıkarmak, illa ki ahlak ve etik kazanmalı diyeni konu etmekti ama, konu uzadı da uzadı...

Senenin bir bölümünü Çeşme'de geçiren gazeteci yazar Hasan Pulur, 30.06.2000 tarihli Hürriyet gazetesi "olaylar ve insanlar" köşesinde, "Çeşme çarşısında bir saatçi vardır, üç yıl kadar önce suya dayanıklı, pilli  bir kol saati almıştık, tık demeden çalıştı, hala da çalışıyor, geçen ay Çeşme'deyken, şu saatin pilini değiştirelim dedik, bir gün pil bitecek, saat duracak, ortada kalacağız. Gittik dükkana, anlattık...
Ne beklersiniz, hemen saati açacak, pilini değiştirecek değil mi?
Hayır öyle yapmadı, saati aldı, saatçi dürbününü taktı, arkasına baktı, kod numarasını okudu, sonra bir katalog açtı, kod numarasıyla, katalogdaki yerini buldu, başını salladı:
"Hayır değiştirmeye gerek yok, bu pilin ömrü ortalama 5 yıl, daha çok var!"
Hani ortalıkta dilimize Fransızca'dan girme "ahlak" yerine kullanılan "etik" lafı var ya, işte etik budur, bu esnaf ahlakıdır.
Ne o, bize bir pil satarak zengin olur, ne de biz gereksiz yere pil almakla yoksul oluruz.
Bu bir örnektir.

Diye anlatır, işte bu kahraman, Hüsnü Karaman'dır. İşte, aileden katıksız bir şekilde, dürüstlüğe ve iyi ahlaka yönelik eğitim almış, yurttaşlık bilgisi ve iyi yurttaş nasıl olunur konularında eğitilmiş ve öğretilmiş bir insan. Aslında bu yazımda kendisinden dinlediğim harika bir anısı var, tam da bugünlerde ihtiyaç duyulan insan portresi kabilinden, işte onu yazmayı planlıyordum, ama hazırlık kabilinden bir giriş yapayım derken, konu uzadı. Haftaya, kendisinin kahramanı olduğu bu müthiş hikaye var, onu yazacağım... Hani "bir turist, bin turist" sözü vardır ya, tam da o...

Hiç yorum yok: