Okullarda
"Yurttaşlık Bilgisi" derslerinin
okutulduğu, iyi yurttaş olunması için, 7'den 70'e herkesin el ve gönül
birlikteliği ile kelam ettiği ama özellikle ailede çocuklara, iyi insan olmanın
neleri yaparak gerçekleşeceğinin katıksız ve ödünsüz aktarıldığı ve hatta bu
uğurda yoğun çaba sarf edildiği dönemler. İyi asker, iyi polis, iyi esnaf, iyi
mühendis, iyi doktor, iyi öğretmen vs. hülasa iyi yurttaş olunmasının öğrenilmesi
adına adeta yarışa tabi tutulduğu, şimdiki gibi öğretimin ayyuka çıkıp, eğitimin
çukura battığı bir dönem değil, şüphesiz, sıkıntı yok mu olmaz olur mu, ancak
şimdiki gibi değerlerin ayaklar altına alınmışlığının olmadığı bir dönem. Moda
deyimle, neyleyim ben böyle üniversite mezununun çok olduğu dönemi, hala toplu
taşım araçlarında yaşlılar ayakta iken, çocukların cep telefonlarına dalarak, etrafımın
farkında değilim modunu, nasıl görmezden gelebilirim...
Sonradan
burun kıvrılarak tedrisat dışı bırakılan
başta yurttaşlık bilgisi, sosyoloji ve mantık gibi dersleri canım yurdum çok
arar ama atı alan Üsküdar'ı geçti hatta oradan sür eşeği Niğde'ye... Din ve
Ahlak dersi var hem de çok yoğun biçimde ama sonuç ortada...
Ne
diyor, büyük usta yazar Yaşar Kemal, "Demirciler çarşısı cinayeti"
adlı kitabında, adeta bu yaşananların bir özetidir, tabii ki kaybettiğimiz ama
özlediğimiz bu davranışlarımız ardından şu cümleler; "bindiler de çektiler gittiler, o
iyi insanlar, o dünya güzeli atlara... O yiğitler, o her birisi kaplan örneği
şahinler, o ceren gibi atlara bindiler de başlarını aldılar gittiler. Bir daha,
bir daha hiç gelmeyecekler. Hiç, hiç, hiç! Demirin tuncuna, insanın piçine
kaldık. şu dünyanın yaşaması müşkül hal ilen. bin iyiyi bir kötüye kul
eden..."
Hayatımız
ışık hızı ile kirleniyor, içinde bulunduğumuz dönemin nano teknolojisini
kullanıyor adeta... Dünya, birilerinin inanılmaz edinme, sahip olma isteğinin
altında adeta kavruluyor, hayatının ilk evrelerindeki masum kabul edilebilecek
bu sahiplenme duygusunun bizi getirdiği nokta burası işte... Ben, ben, ben...
Herşey benim herşey bana ait... Sınıflı topluma adım atıştan itibaren, öne
çıkanlar, muktedirler, ne üretimden ne de bölüşümden doğan hak olmamasına
rağmen, sahip olunan konjonktürel güce istinaden hep hakkı ve haddi olmayan
şeylere talip ve sahip oldu, hatta bu sahiplenme duygusu ve güdüsü, insanı önce
insana bilahare de insanın ruhuna sahipliğe götürdü, bunun farkına varıp, "yok edin insanın insana
kulluğuna" diyeni de, öteki dünyanın insanı ilan edip, önce yuhalatıp
ve nihayetinde de yok ederek, tüm yaşanan bu ahlaksızlıklara da, korku soslu meşruiyet
ve makuliyet kazandırmışlardır. Ama bu arada insanlık teğet geçilmiş, ne gam ne
keder, maksat bize teğet geçmesinde... Aslında niyetim bu kadar soyut kelam
etmek değil idi aslında, ama işte... Derdim, iyi ahlaklı, iyi huylu insanları
konu etmek idi, hani diyorlar ya;
"komşusu aç iken tok yatan bizden değildir", gerçekten bu
söylediklerini, yalansız ve riyasız ve de katıksız ve içten ve de canı gönülden
uygulasınlar, ama nerde moda, söyle ama tam tersini yap... Peki herkes bu
yalan, dolan, hile, hurda, desise ve sahte davranışlar içinde mi, şüphesiz
değil, "bin iyi bir kötüye"
teslim olmuş durumda tespitinden hareketle, herşeye rağmen hala hüsnüniyeti ile
mesleğini icra edeni öne çıkarmak, illa ki ahlak ve etik kazanmalı diyeni konu
etmekti ama, konu uzadı da uzadı...
Senenin
bir bölümünü Çeşme'de geçiren gazeteci yazar Hasan Pulur, 30.06.2000 tarihli
Hürriyet gazetesi "olaylar ve
insanlar" köşesinde, "Çeşme
çarşısında bir saatçi vardır, üç yıl kadar önce suya dayanıklı, pilli bir kol saati almıştık, tık demeden çalıştı,
hala da çalışıyor, geçen ay Çeşme'deyken, şu saatin pilini değiştirelim dedik,
bir gün pil bitecek, saat duracak, ortada kalacağız. Gittik dükkana,
anlattık...
Ne beklersiniz, hemen saati
açacak, pilini değiştirecek değil mi?Hayır öyle yapmadı, saati aldı, saatçi dürbününü taktı, arkasına baktı, kod numarasını okudu, sonra bir katalog açtı, kod numarasıyla, katalogdaki yerini buldu, başını salladı:
"Hayır değiştirmeye gerek yok, bu pilin ömrü ortalama 5 yıl, daha çok var!"
Hani ortalıkta dilimize Fransızca'dan girme "ahlak" yerine kullanılan "etik" lafı var ya, işte etik budur, bu esnaf ahlakıdır.
Ne o, bize bir pil satarak zengin olur, ne de biz gereksiz yere pil almakla yoksul oluruz.
Bu bir örnektir.
Diye
anlatır, işte bu kahraman, Hüsnü Karaman'dır.
İşte, aileden katıksız bir şekilde, dürüstlüğe ve iyi ahlaka yönelik eğitim
almış, yurttaşlık bilgisi ve iyi yurttaş nasıl olunur konularında eğitilmiş ve
öğretilmiş bir insan. Aslında bu yazımda kendisinden dinlediğim harika bir
anısı var, tam da bugünlerde ihtiyaç duyulan insan portresi kabilinden, işte
onu yazmayı planlıyordum, ama hazırlık kabilinden bir giriş yapayım derken,
konu uzadı. Haftaya, kendisinin kahramanı olduğu bu müthiş hikaye var, onu
yazacağım... Hani "bir turist, bin
turist" sözü vardır ya, tam da o...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder