Pazar, Eylül 17, 2017

SIHHİYECİ İBRAHİM ÖNOL


Bir hayat, bir tarih, bir tecrübe, bir örnek, bir yüzakı, Sıhhiyeci İbrahim… Canım Yurdumun, sancılı yıllarının ezdiği insanlarından biri, dış denge ve illiyetlerin şekillendirdiği hukuk nizamının gadrine uğramış kuşağının örneklerinden… Emperyalist paylaşım savaşı akabinde, iki kutuplu hale getirilmiş dünyada, Canım Yurdumun, soğuk savaşın kızıştırılması ve en kanattaki üs haline getirilmesi adına, sözde siyasi olarak ama aslında şizofrenik bir korku girdabına itilerek; daha önce Türk Ceza Kanunu’na faşist İtalya’dan kopyalanarak ilave edilen, 141 ve 142’nci madde hükümleri ağırlaştırılmış ve bununla da yetinilmeyerek, kanun öncesi bile işlenen suçlara, hüküm geriye yürütülerek uygulanma cesareti gösterilmiştir. Cesareti gösterilmiştir diyorum çünkü uluslararası hukuk hükümlerine ve temayüllerine taban tabana zıt bir durumdur da ondan… Ya rabbi bir hilal uğruna ne güneşler batırılıyor, babından…

“70 yıllarda tanıdım, “Çeşmenin Sesi” adlı gazeteyi çıkarıyordu Kale Sinemasının orada ara sokakta, 2. katta ufacık bir büro vardı, amca derdik ona biz o zaman, ben öğretmen okulunda öğrenciyim oradan şiir gönderirdim, Çeşmenin Sesinde yayınlanmış şiirlerim vardır o dönemde, Çeşmenin Sesinin şöyle bir özelliği de vardır, kurşun harflerle dizgi yapıldığı günler, Doktor Tayfun bile bir alt kattaki ofiste bulunmasından ötürü zaman zaman dizgilere yardım ederdi. TÖBDER li öğretmenlerin de yardıma geldiğini de zaman zaman görürdüm Gazetenin hazırlanmasına. Yani gazete bir dayanışma ve birlikte yaratma kültürünün de eseri idi bir anlamda. Dönem itibari ile gazete ofisinin tam karşısında şu anda aramızda olmayan Hasan Soma’nın açmış olduğu bir kahvehane vardı.” diye anlatıyor Aydın Korkmaz… Bilahare de; “İzmir’de Barış ofset vardı, ben gazeteyi çıkarmaya başladığımda pasajda dar bir geçit vardı, Ahmet’te orada idi, Çeşme’de benim abim var, İbrahim Önol benim üvey abimdir, dedi… Ahmet Torman, muhabbet erbabı ve dost limanı bir abi…” diye eklemiş idi gazetemizin patronu Aydın Korkmaz…

Ahmet Torman İzmir Emniyetinde 1. Şube (siyasi şube) komiserlerindendir… Yıl 1951 ya da 1952, tarihe geçiş biçimi ile meşhur “komünist tevkifatı” başlamış, dönemin Emniyet Müdürü de, çok sonraları sırası ile İzmir’de Valilik ve 1980 12 Eylül faşist darbesinden sonra parlamenter sistemin ihya edilmesi çalışmalarında HP (Halkçı Parti) genel başkanlığı ile maruf Necdet Calp… İzmir’de de “komünist tevkifatına” bahane olarak ta, daha sonra da beğenilen bir bahane olması hasebiyle onlarca kez yinelenen, bir caminin iki minaresi arasına komünist bayrakları asıldığını palavrasını söyleyerek, emniyet harekete geçer, geniş çaplı operasyonlar yürütülür. Bu kapsamda, İzmir’in ilçesi Kiraz’da sıhhiye memuru olarak görev yapan İbrahim Önol’ın da tutuklanması söz konusudur, Emniyet Müdürü Necdet Calp bu görevi akrabalık ilişkisini bilmediği için Ahmet Torman’a tevdi eder. “Gözaltına al getir”, Ahmet Komiser de; “valla müdürüm beni bu vazifeden azat edin” der, “ben bu vazifeyi ifa edemem” deyince, bir hayli sinirlenen Müdür “neden ifa edemezsin oğlum” der, “o benim kardeşim, üvey kardeşim ama kardeşim, ben bu vazifeyi ifa edemem” der, bunun üzerine Necdet Calp; “Valla Ahmet bu durumda bizim seni teşkilatın bu biriminde tutmamız da çok zor, gel biz sana başka bir vazife uyduralım ve teşkilatın bu biriminden alalım.” Bu kapsamda mesleğinde başarılı olan ancak yaşanılandan ötürü de mutlaka bir sonucu olması gereken bir durumla karşı karşıyadır komiser. Neyse, talih ve kısmet diyelim, başka birime gönderme çalışmaları neticesinde komiserin tayini Amerika’ya çıkar, nitekim de kısa süre sonra gerekli prosedürler tamamlanır ve ABD’ye gider, elçilikte göreve başlar ve uzun yıllar orada çalışır. İstikbali parlak ve önü açık komiser Ahmet Torman elçilikte, koruma görevine rıza göstererek hayatını idame ettirir, anlayacağınız. Daha sonraları emekliliğini müteakip Türkiye’ye geriye dönüşünde, Türkiye’ye ilk offset makinesini getirir ve İzmir’e yerleşir. Adı “barış” ama sadece ilan almak adına bir gazete çıkarır.


İbrahim Önol, diğer memur benzerlerinden farklıdır, idealisttir ve görevi gereği hiç durmaz, çalışır, didinir ve de maalesef muktedirlerin hiç hoşlanmadığı ve en affedilmezi yapar “düşünür” ve topluma faydalı olmanın her şekilde mümkün olduğunu göstermek adına, yayan, eşekle ya da atla tüm köyleri dolaşır aşıları yapar, aşı bilgilerini arşivler, tekrarlama günü gelince gerekli hatırlatmalar ile işini gerçekleştirir, işte böyle idi “Komünist tevkifatının” hedefindeki insan… İbrahim Önol; “Komünist tevkifatı” mucibince, mezkûr dönemde komünist olmak gerekçesi ile tutuklanan pek çok benzeri gibi, ağır ve uzun sorgulamalar ve işkenceler altında uzun sayılacak bir süre, süründürülür, sonraları aklanır ve çıkar, işine döner ve tayinin çıkmasından ötürü de Çeşme’ye yerleşir, sıhhiye memuru olarak vazife yapar… Daha önceleri birkaç yazıma da konu olan Sıhhiyeci İbrahim, bundan sonra her türlü siyasal, sosyal ve kültürel faaliyet içinde vardır, kâh açıktan kâh çaktırmadan. Çeşme Turizm Derneği, Çeşme Halkevi’nin kitapları ile Kütüphane oluşturma, bu kitapların köy okullarına dağıtılması gibi gibi… Dönem itibari ile Çeşme Halkevi çok aktif, rivayet o ki, tiyatro faaliyetlerinde Nazım Hikmet’in “İnek” adlı oyununu bile sahneliyorlar. Bilahare de “demokrasi” vaadi ile iktidara gelen DP (Demokrat Parti) döneminde Çeşme Halkevi yıkılır ve rivayete göre de, taşları Ödemiş Demokrat Parti binasının yapımında kullanılmak üzere Ödemiş’e götürülür. Yaşanılan kahredici, yok etme ve tenkil politikaları neticesinde artık insanlar, sindirilmiştir demesek te, artık çok temkinli ve tedbirlidirler, bu hava İbrahim Önol’da da vardır maalesef… “Yeter söz milletindir” diyerek iktidara gel, ilk yaptığın işler milletin sesini kısmak olsun, tam da dönemin ve hatta sürekli olarak canım Yurdumun ruhuna mütenasip bir durum… Aile yaşanmışlıkların neticesinde ciddi savrulmalar yaşamıştır, ne yazık ki… İbrahim Önol 80’li yaşlarında vefat eder… Çeşme’deki yetkililerinin, yine Çeşme’nin yüzaklarından “Sıhhiyeci İbrahim Önol” adına, bir cadde ya da sokak adı, bir meydan adı gibi, hatırlanmaya müteallik bir adım atmaları, bu güzel insanı, yaşadığı meşakkatli hayatı hatırlamayı ve hatırlatmayı ebedi kılmayı düşünmelidirler…

Hiç yorum yok: