Öğrenimden
Hukukçu, ama tarih ve arkeoloji kitapları birer başvuru kaynağı olduğu bilinen,
alaylı arkeolog, tarihçi, yazar ve araştırmacı Bilge Umar’ın “Narlıdere” adındaki kitabını okuyorum.
Kitabın bir bölümünde, İzmir’in üç önemli kalesinden, günümüze gelen büyük ölçüde
korunan ve ziyarete açık “Kadifekale”
(Pagos), ne yazık ki artık olmayan Kemeraltı girişindeki “Ok kalesi” (Neon Kastron, St. Peter/Pier) ve kısmen korunan ancak
ziyarete açık olmayan “Sancak Kale” (Yenikale),
bahsetmektedir. Bir İzmirli olarak; Kadifekale’yi bilip, Ok kalesinden bir
arkeoloji dergisi vasıtasıyla bilgi sahibi olup, ama muhtemelen çok insanın
bilip, benim ise hiç bilmediğim “Sancak Kale” üzerine bilgiler bulmam harika
bir sürprizdir ve bu konudaki bilgisizliğimin de ayıbı bana yetmelidir. Ancak
diğer taraftan da neden okuyoruz ki, işte bilmediğimiz konularda bilgi sahibi
olmak için, değil mi, tam da bu yüzden…
Bugün,
Narlıdere Sahil Evlerinin Sahil Caddesinin (Gürler Caddesi) doğu bölümünde,
sahilden daha doğuya bağlantının askeri bölge nedeni ile kesildiği, Sancak
Burnunun üzerinde, İzmir Körfezine denizden geçişlerin kontrol edilebilmesi
adına, en dar ve kontrole en müsait yerinde kurulan ve ne yazık ki korunamayan,
restore edilemeyen ve günümüze ulaşan kısmının ise ziyarete kapalı olan kaledir,
Sancak Kale (Yeni kale)… Kale; İzmir Körfezinin en muhkem bölümünde, körfezin,
gemilerin giriş ve çıkışları açısından en uygun derinlik verdiği bölümünün
kontrol edilebilmesi açısından, iç bölüme giriş ve çıkışın askeri açıdan
toplarla tahkim edilerek, ticari açıdan ise gümrük vergilerinden sıvışmanın
önüne geçilebilmesi için yapılmış bir yapıdır.
Bilge
Umar; “Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa, Dergah-ı Ali Kapıcıbaşısı Gevezezade Ağa
diye tanınan kişinin denetiminde, Aydın, Saruhan ve Bursa sancakları
askerlerinden oluşturulan bir gurubu kale yapımında görevlendirdi. Kale yapımında İzmir’in ilkçağdan kalma
tiyatrosunun kesme taş blokları sökülüp alındı, kullanıldı. Yapım
bittiğinde, kare planlı kalede, dizdar (kale komutanı) ile 200 er görev aldı.” diye
yazıyor… Yine Hoca bir başka yerde Evliya Çelebi’ye dayandırarak; Körfeze giren
gemilerin, Osmanlı’ya saygı göstermek için direklerine beyaz bayrak çektiğinden
bahisle, kurallar gereği karasularına girilen ülkenin bayrağı göndere çekildiğinden
ve dönem itibari ile Osman-i Ali’nin de bir bayrağının olmaması nedeni ile beyaz
sancak çekilme durumu izah etmektedir. Kaleye, Sancak Burnu Kalesi veya Sancak
Kale denilmesini bu “Sancak” çekilmesi hadisesine dayandırmakta olduğu
bilgisini yine Evliya Çelebi’ye dayandırmaktadır. Yine aynı kaynağa
dayandırılan bilgilere göre, Osmanlı Donanması Venedik donanması tarafından önemli
bir yenilgiden, sığındığı İzmir Körfezinde bu kale tarafından, kurtarılmıştır. Bölgeye
önemli yıkımlara yol açarak zarar veren depremlerden bir tanesi de 1688
senesinde yaşanır ve yine Hoca’nın Necmi Ülker hocadan aktarımı ile “depremin
merkezi, tam bizim Sancak Kale idi. Deprem sonrasında kale, yıkıntıya dönmekle
kalmadı; topları görünmez olacak kadar, duvarları toprağın içine battı.
Çevredeki evlerin dörtte üçü çöktü, birçok ağaçların kökleri toprak üzerine
çıktı” diyerek, yıkımın vahametine dikkat çekmektedir. Bugünkü yönetimler, bu
yaşanan depremlerden ya bihaberler ya da rant uğruna göz ardı etmektedirler,
diyerek konuya bir kez daha değinmiş olalım bu vesile ile. Yıkılan ya da
nerdeyse yok olan kale yeniden, yapılır ancak bu kez kale dışına tabyalar ilave
edilerek tahkim edildiği, kara tarafının ise kazılan bir hendek ile güvenli
hale getirildiği yazılmaktadır. İzmir Körfezi'nin girişindeki en dar bölgeye
inşa edilen Sancak Kale 1. Dünya Savaşında tarihi bir rol oynar, İtilaf
Devletleri, Çanakkale'den önce 9 gemilik bir filoyu İzmir’e gönderir, ne var ki
Sancak Kale savunmasını aşamazlar. Ancak, Sancak Kale’nin asıl hayata veda
etmesi, 14 Mayıs 1919 olur. İşgal kuvvetlerine kayıtsız şartsız teslim olan Osman-i
Ali, mezkûr kaleyi de teslim eder…
Çanakkale
öncesi yapılan İngiliz ve Fransız donanma saldırılarında, Sancak Kale önemli
ölçüde hasar alır, bu saldırılar sırasında ölen komutanlar ve askerler için,
Narlıdere’de bugünkü Belediyesi karşısındaki “Narlıdere Şehitliği” diye bir anıt mezar oluşturulmuştur. Şehitliğin
bu vakaya dayandığını da yeni öğrendim, bir eksiğimi daha giderdim diyeyim
ancak ne yazık ki eksik geldik eksik te gideceğiz gibi görünmekte…
Kıssadan
hisse, evvelemirde “Deprem”dir,
bugün mezkûr mahalde ne yazık ki yüksek katlı yapılaşmalara izin verilmekte ve
ne yazık ki kayıtlı kuyutlu yaşananlardan ders alınmamaktadır… Diğer taraftan
Osmanlı’nın kendisinden önceki medeniyetlere nasıl baktığını da bir kez daha
görmüş oluyoruz, antikçağın tiyatro binası yıkılır taşları ile kale inşa
edilir, ne diyelim… Haydi, bunlar çok eskiden yaşanan hadiseler diyelim
geçiştirelim, peki bugün “Osmanlı da Osmanlı” diye adeta tepinenlerin, daha dün
parti binası inşaatı için kiliseleri yıkarak, güzel ve uygun yani kesme taş
teminini nasıl izah edeceğiz. Üstüne üstelikte gâvur ellerinde “İslam”
eserlerine “değer verilmiyor”, “restore edilmiyor” naraları atarak bu işleri
becermenin ne anlama geldiğini bilerek… Onlara da Allah selamet versin diyoruz
da, veriyor da gerçekten…
Son
olarak; Karşıyaka’nın demiryolları ile şimdiki sahil bandı arasındaki sığ deniz
bölümünün doldurularak, yeni zenginlere konut yapmak üzere arsa tahsisinden, taşıt
trafiğinin gelişimine, oradan Narlıdere’nin nüfus orijinine ve yapısına, oradan
öğrenciliğini geçtiği dönem itibari ile İzmir ve İstanbul hayatının kendi
açısından anlatımına kadar detaylarda bizi bilgilendirmek için çaba gösteren yazara
sonsuz teşekkürlerimizi sunar iken kitapseverlere de okunması gereken bir eser
olarak salık veriyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder