Malum
iki hikâye bir kez daha tekrarlayalım, bakarsınız günü anlamak adına bazı
nasırlı ya da zehirli beyinlere bir katkıda bulunur.
Bilindiği
üzere 1969 yılında ABD Ay’a “Apollo 11” ile uzaya gönderdiği 3 astronottan 2
sini, Neil Armstrong ve Buzz Aldrin’i Ay’ın yüzeyine indirmiş idi. Gerçi buna
hala, aklı kıt, inancı bol bir grup insan inanmamaktadır ama olsun onlar
yazımızın konusunu oluşturmamaktadırlar.
Apollo
11 astronotlarına, Ay’ın yüzeyine benzeyen ABD’nin batısındaki bir çölde eğitim
verilmektedir. Pek çok Kızılderili topluluğunun da yaşadığı bu yerde bir gün
karşılaştıkları Kızılderili yaşlı biri ile sohbete tutuşurlar ve efsaneleşen
öyküye göre diyalog şu şekilde gelişir; Kızılderili Yaşlı Adam Astronotlara
meraklı gözlerle ve sözlerle ne yaptıklarını sorar, kısa bir zaman sonra Ay’a
bir araştırma ve inceleme seyahati düzenleyeceklerini ve bu nedenle de burada
böylesi bir eğitimden geçtiklerini söylerler. Yaşlı Kızılderili Adam
dinledikleri karşısında uzunca bir süre sessiz kaldıktan sonra, Astronotlara
kendisine bir iyilik yapıp yapamayacaklarını sorar. Astronotlar nasıl iyilik
beklediğini sorarlar yaşlıya. O da; “Kabilemde yaşayan tüm insanlar Ay’da
kutsal ruhların yaşadığına inanır. Onlara Kabilemdeki insanlardan çok önemli
bir mesaj göndermek istiyorum” der. Astronotlar nasıl mesaj olacağını merak
edip sorarlar, “nasıl bir mesaj göndermek istiyorsun?”. Yaşlı adam kendi
dilinde bir şeyler mırıldanır, astronotlardan da bunu ezberleyinceye kadar
tekrarlamalarını ister, “astronotların “bu ne demektir” sorusuna ise, “bunu
size söyleyemem. Sadece kabileme ve Ay’daki kutsal ruhlara ait ve sadece
onların bilebileceği bir sırdır bu. Lütfen bunu iletin, kutsal ruhlara bizim
için. Bilahare üsse dönen astronotlar, uzun arayışlardan sonra kendilerine bu
bilemedikleri ama ezberledikleri sözün tercümesi için bir hayli çaba gösterirler
ve bir gün bunu çevirebilecek birini bulurlar ve hemen ezberledikleri cümleyi
kendisine söylerler. Tercümanın ezberledikleri cümleyi dinledikten sonra
kahkahalarla gülmesinin ardından, ezberledikleri sözün; “bu insanların size söyleyeceği hiçbir şeye inanmayın sakın ola, bunlar
topraklarınıza el koymaya gelmişlerdir.”
Emperyalizmin,
ilk evrelerindeki “keşif et-fetih
et-talan et” kültürünün tüm dünyaya dayatıldığı günlerde, tüm yeraltı ve
yer üstü kaynaklarına el konur iken, çaresiz olarak yerel halklar tüm
direnmelerine rağmen “barbar”
ilanını müteakip katledilmişlerdir, bugün dünyaya “demokrasi” dersi veren güruh tarafından…
Peki;
geçen yüzyıl boyunca yaşanan bu rezaletlere rağmen bu yüzyıla bakiye,
yönetimler-insanlar, tüm bu yaşanan kıssalardan hisse çıkarmışlar mıdır?
Görünen o ki, ne yazık ki çıkarılmamıştır. Hala doğa, 3 kuruşluk çıkarlar
uğruna, emperyal müstevliler ve yerli hempaları tarafından tüm dünyada talan
edilmektedir. Yağmur ormanları yok ediliyor, abuk subuk sanayileşme ve
salınımlarının serbestliği uğruna hızlı bir küresel ısınma yaşanıyor, sulak
araziler yok ediliyor vs vs… Ne olacak, bol elektrik, bol altın, bol gümüş ve
hülasa da bol dolar…
Oysa
“bu kafa ile gidersek askere nah alırız tezkere” sözünün mucidi necip
milletimiz, gözlerinin önünde yaşananlara hala seyirci gibi durmakta… Hayırlara
vesile olsun…
Gelelim
diğer hikâyeye; Kızılderili Reisi Seattle ne diyor; “soluk benizli önce bizon
postu kadar bir toprak istedi. Verdik. Ama yetinmedi, ormanlarımızı ezdi,
göğümüzü kararttı, suyumuzu kirletti. Bir gece kırmızı urbalıların tekmeleriyle
uyandık. Savaşçılarımız hayvan gibi kesildi, kadınlarımız ipe dizildi, köyümüz
ateşe verildi. Amerikan yönetimi, altında dolandığımız yıldızları bayrağına
hapsetti. Onlara göre özgürlük “meşale
tutan bir heykeldi”. Beyaz adam kibirliydi, asabiydi, çok konuştu, az
dinledi. Hak hukuk adaleti, narin, nahif bir kadınla simgeledi. Zavallının
eline terazi verdi, gözüne mendil gerdi. Biçare “adaletçik”, ırzına geçeni bile
bilemedi.” Aynı Reis bilahare de sonradan bir Kızılderili atasözü niteliği
taşıyan; “Son Irmak Kuruduğunda, Son
ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, BEYAZ ADAM paranın yenmeyen bir şey
olduğunu anlayacak.”
Tarımı
başka ülkeler yapsın, biz oradan tarım ürünü alalım çapsızlığı ve ipsizliği en
kolay ama bir o kadar da kabul gören bir yaklaşım olduğu sürece, biz yukarıda
yaşanan ve geleceğe bir haklı haykırış olan Kızılderili Şefin dediği gerçeği
asla ve kat’a göremeyeceğiz demektir. Sonra da kahvehane köşelerinde konuşur
dururuz, elin gâvuru görüyor ve yapıyor, biz ise ne görüyoruz ve de ne
yapıyoruz.
Büyük
usta Nazım Hikmet ile, nokta…
İnsanlarım,
ah, benim insanlarım,
antenler
yalan söylüyorsa,yalan söylüyorsa rotatifler,
kitaplar yalan söylüyorsa,
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,
dua yalan söylüyorsa,
ninni yalan söylüyorsa,
rüya yalan söylüyorsa,
meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,
söz yalan söylüyorsa,
ses yalan söylüyorsa,
ellerinizden geçinen
ve ellerinizden başka her şey
herkes yalan söylüyorsa,
elleriniz balçık gibi itaatli,
elleriniz karanlık gibi kör,
elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,
elleriniz isyan etmesin diyedir.
Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız
bu ölümlü, bu yaşanası dünyada
bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder