Gazetemizin
patronu, arkadaşımız Aydın Korkmaz, iflah olmaz bir “yetmez ama evet’çi” ve de korkarım ki asla ve kat’a da bu goygoy
durumu değişmeyecek… Yahu adam tam bir nato mermer nato kafa (na ti kefari, na
ti mermari), yani ha mermer ha bu kafa, tutmuş muhtemelen de bana inat yine,
kendisinin bir üst segmentinden Ali Nesin’in “bugün olsa yine yetmez ama evet derim” lafını yazı başlığı olarak
kullanarak, neden “yetmemiş” ve neden
hala “yapılsınmış” ve de neden hala
yapılanlardan “tatmin olamamışlar”
konusunda haklılık arayışını sürdürmekte… Daha da çok yazacağa benziyor, kafa
bu olunca zinhar ders te alınmaz yaşananlardan, zaman zaman şaka yaptığını
zannediyordum ama adam çok ciddi, yahu akıllı adam ama nasıl bu zokaya kanar
inanılır gibi değil… Hadi bizim Aydın’ı geçelim, Ali Nesin gibi bir “Matematik
Profesörü”, zeki ve akıllı ceddin ahfadı, cici de olsa demokrasinin bir dolu
çeşidini görmüş, yalamış ve yutmuş bir insan, “yetmez ama evet”in iflas etmiş iddiaları karşısında hala direnir,
anlamak mümkün değil, vallahi karamsar olmamak için deli olmak gerek, çünkü
akıllı olup bu insan ve iddiaları karşısında hayat sürdürmek olası değil…
Gerçi
bugünlerde sesleri koro olarak artık eskisi gibi çıkmıyor, tribündeki tezahürat
geliyor akla, “sustu çocuklar”, rolleri
gereği replik olan “yetmez ama evet” deyip dalgalandılar hatta yer yer şahlandılar
ve efelendiler, koştular ardından yoruldular ama şimdi duruldular... Gerçi
bunların pirleri başta olmak üzere bizim Aydın da dâhil, her biri çıkar meydane
ve her biri birbirinden merdane “yok öyle demediydik te, böyle dediydik te…”klasik
bel hareketleri, thames trader kamyon direksiyonu çeviriyormuşçasına, oysaki
şarkının devamı gibi “yaktın yaktın
kül ettin erittin beni, Mecnuna dönderdin mahvettin beni” diyecekleri yerde... Aslında
gelinen noktaya bakıp ta, gözlerinin kan çanağına döneceği ana kadar ağlamaları
gerekir iken ya da en azından süklüm püklüm kenara geçip oturacaklarına, adeta
burunlarından kıl aldırtmaksızın hala felsefe yapıp, “kötünün iyisini tercih” (ehvenişer) şıkkını tercih ettik gibi
abukluklara yaslandıklarına göre, söylenebilecek tek şey var, benzer durumları
izah için Osmanlı döneminin ünlü sözü; “ya
kuvvetli iltimas, ya madeni haz ya da ten ile temas”… Yahu belki
alınacaklar ama ben başkaları gibi onların aptal, andevül, embesil, ebleh,
debil gibi sıfatlarla adlandırılmasına karşıyım, her biri kendi mesleğinde son
derece zeki, akıl dolu insanların başarısını egale eder durumda olacaklar sonra
da kalkıp bu abuk subuk tanımlamalara muhatap olacaklar, buna inanmak çokkk
zor, hatta imkânsız… Grubun parlak ve janjanlı adı “yetmez ama evet” sözünün mucidi muhterem bile, ne diyor,
sonuçlarını görünce… “Yetmez ama evet dedik. Hatta şahsen ben sloganın mucidi
olmakla övündüm zaman zaman.” “askeri vesayete karşı” iyi niyetle bir çıkış
yaptıklarını zannederek lokomotif görevi üstlendiklerini iddia ederek yola
çıktıklarını ancak gelinen duraktaki vaziyeti görünce de, “eğer ki yaşananlarda
sorumluluğum var ise Allahım kör et beni” diyerek bu işten yırtabileceklerini
zannediyorlar yanılıyorlar… Her iki cihanda da bu vebalden, bu zülden kurtulmak
mümkün değil, görecekler, bu zül yakalarından adeta yafta gibi hiç düşmeyecek…
Diğer taraftan bunların “yanılmışız, Allah bizi kahretsin” ya da “ellerimiz
kırılsaydı da...” gibi u dönüşlerle bu zülden kurtulabileceklerini nasıl
düşünebiliriz… Peki, her biri mesleğinin öne çıkmışları olan bu muhteremleri
şimdi dinlerken yaptıkları analizlerde isabet şanslarının nasıl yerlerde
süründüğünü unutacağız mı? Asla ve kat’a… Yüzlerine bakarak Orhan Veli’nin
dediği gibi “ruhunda hicranını söyletme hikâyesi, geç bunları anam babam geç
bunları, bir kalemde, bilirim ben yaptığımı” diyeceğiz ve bildiğimizi
yapacağız, bunların kuruldukları gazete köşelerinden yazdıklarının yalan,
dolan, hile, desise ve yönlendirme hatta algı operasyonu olduğunu
bileceğimizden okumayacağız, TV lerde adeta sihirli kaval çalan çoban misali gerdan
kırarak anlattıkları dinlemeyeceğiz, vs. vs… İster iyi niyetli olarak bu sığ ve
üfürük hikâyelere saflıkla inanmış olsunlar, isterse de bilerek isteyerek ve taammüden
tercih etsinler bu pozisyonlarını, insanların gözünde miskal-i zerre kadar
önem-i harbiyeleri yoktur ve de olmayacaktır…
Yahu
Aydın, Hala yetmedi mi? Yetmedi ise ne yetmedi yaz lütfen de bir anlayalım… Peki,
yetmediği sarihte, önceki bölüm nasıldı, vs. vs. Bence artık yetti gayri bi
susun, insanlar sizden bir kurtulsun… Yazımızı bu muhteremleri daha da fazla
yıpratmadan kaşağıyı elimizden fırlatarak sonlandıralım ama sonlandırırken de
Neyzen Tevfik’ten bir iki beyit ile bir kez titretelim bu zevatı belki
kendilerine gelirler(!!!)
Türkü
yine o türkü, sazlarda tel değişti,
Yumruk
yine o yumruk, bir varsa el değişti!
Kâbe'den
maksat varmaktır yâra,
Kör
gibi tapınma kuru duvara.
Mey'de
Bektâşi göründüm, Ney'de oldum Mevlevî,
Meşrebim
Mollâ-yi Rûmî, mezhebim Bektâşidir
Üstüne
alma fakat dinle samur kürkçüyü sen,
Nasıl
olsa kabahat sahibini terk etmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder