Pazar, Ekim 15, 2017

ÇEŞME LİMAN DOLGUSU


Çeşme Limanının anlaşılmaz (aslında çok anlaşılır) bir biçimde hoyratça doldurulduğu iddiaları karşısında, “biz oraları doldurmamış olsaydık, bugün Çiftlik tarafına gidilemezdi” diyor, bir eski ve çok önemli yetkili (aslında önemi kendinden menkul ya o da ayrı)… Yaklaşık 40 yıllık mühendislik yaşamı bulunan birisi de; “çağırmış olsaydın da, sana daha ucuz, tarihi değerleri yok etmeden, ulaşım nasıl gerçekleştirilirdi anlatsaydım, hem de bilabedel” diyor… Bu diyaloğun öncesi ve sonrası var olup daha sonraki yazılara konu olabilir ama yetkililerin cesaretlerinin ve bilgisizliğinin altını bir kez daha çizmekle iktifa edelim.

Sonuçta; her kesimden ve duyarlı Çeşmelilerin ciddi bir dolu girişimine rağmen “dostluklar ya da düşmanlıklar üstünden politika yapmak” bir kez gerçekleşir, Çeşme Limanı deniz dolgusu, özellikle Osmanlı-Rus deniz savaşı kalıntılarını-buluntularını bir daha görülmemek üzere bitirilir, tarih yok edilir hem de “tarihimizi yok ediyorlar” nidaları ile yeri göğü inletenler tarafından… Eeee, ne de olsa siyasetinde “mart ayı” geleneği var…

Oysa benzer siyasi nosyon ve donanımlara sahip muktedirler, ta Osmanlı’dan bu yana nizamnameler, kanunlar çıkarıp sadece lehlerine kullanma söz konusu ise meri, yoksa gel beri tarzından yaklaşımlar göstermekten ileri gitmemişlerdir. Örneğin; ilki 1869, ikincisi 1874 ve üçüncüsü 1884 yılında, görüleceği üzere birbirine çok yakın tarihlerde “asar-ı atika nizamnamesi” neşredilir, ama Bergama Zeus Tapınağının 1878 Almanlar tarafından kaçırılıp Berlin’e kurulmasına engel teşkil etmez, gerçi kaçırılma deyip te gerçek bir hırsızlık vakası dillendiriyor olmayalım, tevatür o ki, hani bazılarının deyimi ile “sultanlar sultanı” Sultan II. Abdülhamid’in talimatı ile Almanlara hediye edilmiştir. Peki, bu hediye ile sınırlı kalınmış mıdır? Zinhar, Milet Güney Agora Kuzey Kapısı, Bergama Athena Tapınağı Propylonu, Ksanthos Nereidler Anıtı başta olmak üzere daha neler, neler… Neyse konuyu çok dallandırıp budaklandırmadan asıl konumuza dönelim ama o günden bu güne miras ve tereke siyasi akrabalığa dikkat çekmeden olamazdı… Padişahlar tabii ki yeryüzünün önemli muktedirleri olarak bunların yok olmasına fetva eylerken, bu kabil büyük yok oluş kararlarına sahip olamayacak bugünkü mizahi ve küçük mirasçıları ne yapacaklardı, tabii ki “dostlukları-düşmanlıkları” üstünden politika yürütmeye devam edecekler ve dolaylı da olsa tarihin tahrip ve yok olmasına sebep, senarist olmaya devam edeceklerdi, netekim öyle olmaya da devam ettiler…

Oysaki bir yandan âdemoğlunun tarihi yürüyüşünü takip ederek anlamak, kültürel ve tarihi anlama hayatına layıkı ile dalabilmek, toplumsal kimliği tarihsel birikimle güçlendirmek, kent farkındalığı yaratabilmek, kent belleği yaratır iken kent kültürü oluşturabilmek, diğer yandan geçmişte yaşanmışlıkların ifadesi olan kalıntı-buluntulara sahip çıkabilmek adına, gezmek, görmek, incelemek, araştırmak, anlamak üzerine atılan nutukların isabetsizliği aldığımız sonuçlara bakınca ortaya çıkmaktadır.

Unique (benzersiz-tek) yapı kriterlerine uymakta olan, tarihsel, belgesel, simgesel olarak kültürel, özgünlük, benzersizlik, teklik olarak morfolojik, hatıra değeri, izlenebilme özelliği olarak duygusal, işlevsel ve maddesel olarak turistik olabilecek “Çeşme Osmanlı-Rus Deniz Savaşının Kalıntıları” artık yoktur… Peki, ne uğruna, kimilerine göre siyasal karşıtlık adına, yola-dize getirme, kimilerine göre büyük ekonomik kalkınma, kimilerine göre “nurlu ufuklar” uğruna, kimilerine göre deniz ticaretinin vites arttırması uğruna, kimilerine göre Yugoslavya savaşının nimetlerinden yararlanma uğruna, yapıldı tüm bu yapılanlar… De ki o, deki bu, sonuç artık, Deniz Savaşının kalıntıları olan, başta eni 10 mt boyu 24 mt olan bir, en 7 mt boy 16 mt bir başka, en 7 mt boy 16 mt bir başka “Kadırga” ile bol miktarda top ve gülleler, yok, yok ki yok… Geriye gelmesi de mümkün değil… Üstüne üstlük bunlardan gayri, dağın 2 yanında elma ısırığı gibi, estetik kaygısı büyük birkaç tane taş ocağı, günümüzün yerel yönetimlerine bonus… Şu anda bile kimsenin nasıl değerlendirilir de, estetik rezaletin önüne geçilir konusunda fazlaca hemfikir olamayacağı vaziyette, herkesin gözüne batmaktadır. Kimi “ağaç dikilerek kapatılır” gibi abuk kararların bile üretildiğine şahit olduk ya, ölsek te gam yemeyiz gayri…

Gazetemiz “Yeni Çeşme” arşivinde, 1988 yıl muhtelif tarihlerde birkaç kez yenileyerek, yineleyerek yazılmış dilekçeler, hem de 3 yüksek mimar, bir armatör, bir kaptan, bir tüccar gibi, isimleri bizde, ileri gelen tarafından imzalanmış ve eklerinde haritalar, krokiler ve dolgu altında kalan kadırgaların su altı fotoğraflarından oluşan bir dosya bulunmakta olup, mezkûr dosyanın, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Devlet Bakanlığı, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanlığına değişik tarihlerde iletildiği anlaşılmaktadır.

“Bize gecikmek yakışmaz, ertelemek yakışmaz. Sürekli yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok şu çıktı, yok bu çıktı ile önümüze engeller koydular. Bunlar insandan çok daha mı önemliydi? Yok, kuruluydu, yok yargısıydı bunlara takılıp kaldık. Bundan sonra engel mengel tanımıyoruz, bedeli ne olursa olsun.” gibi en önemli yetkilimizin yaptığı açıklamaların ardındaki kafa yapısı ve yaklaşımlar ile gelinecek durak burasıdır. Hoşgeldiniz… Hayırlara vesile olsun…

Hiç yorum yok: