Çeşme
Limanının anlaşılmaz (aslında çok anlaşılır) bir biçimde hoyratça doldurulduğu
iddiaları karşısında, “biz oraları doldurmamış olsaydık, bugün Çiftlik tarafına
gidilemezdi” diyor, bir eski ve çok önemli yetkili (aslında önemi kendinden
menkul ya o da ayrı)… Yaklaşık 40 yıllık mühendislik yaşamı bulunan birisi de;
“çağırmış olsaydın da, sana daha ucuz, tarihi değerleri yok etmeden, ulaşım
nasıl gerçekleştirilirdi anlatsaydım, hem de bilabedel” diyor… Bu diyaloğun
öncesi ve sonrası var olup daha sonraki yazılara konu olabilir ama yetkililerin
cesaretlerinin ve bilgisizliğinin altını bir kez daha çizmekle iktifa edelim.
Sonuçta;
her kesimden ve duyarlı Çeşmelilerin ciddi bir dolu girişimine rağmen “dostluklar ya da düşmanlıklar üstünden
politika yapmak” bir kez gerçekleşir, Çeşme Limanı deniz dolgusu, özellikle
Osmanlı-Rus deniz savaşı kalıntılarını-buluntularını bir daha görülmemek üzere
bitirilir, tarih yok edilir hem de “tarihimizi yok ediyorlar” nidaları ile yeri
göğü inletenler tarafından… Eeee, ne de olsa siyasetinde “mart ayı” geleneği
var…
Oysa
benzer siyasi nosyon ve donanımlara sahip muktedirler, ta Osmanlı’dan bu yana nizamnameler,
kanunlar çıkarıp sadece lehlerine kullanma söz konusu ise meri, yoksa gel beri tarzından
yaklaşımlar göstermekten ileri gitmemişlerdir. Örneğin; ilki 1869, ikincisi
1874 ve üçüncüsü 1884 yılında, görüleceği üzere birbirine çok yakın tarihlerde “asar-ı atika nizamnamesi” neşredilir,
ama Bergama Zeus Tapınağının 1878 Almanlar tarafından kaçırılıp Berlin’e
kurulmasına engel teşkil etmez, gerçi kaçırılma deyip te gerçek bir hırsızlık
vakası dillendiriyor olmayalım, tevatür o ki, hani bazılarının deyimi ile “sultanlar sultanı” Sultan II.
Abdülhamid’in talimatı ile Almanlara hediye edilmiştir. Peki, bu hediye ile
sınırlı kalınmış mıdır? Zinhar, Milet Güney Agora Kuzey Kapısı, Bergama Athena
Tapınağı Propylonu, Ksanthos Nereidler Anıtı başta olmak üzere daha neler,
neler… Neyse konuyu çok dallandırıp budaklandırmadan asıl konumuza dönelim ama
o günden bu güne miras ve tereke siyasi akrabalığa dikkat çekmeden olamazdı…
Padişahlar tabii ki yeryüzünün önemli muktedirleri olarak bunların yok olmasına
fetva eylerken, bu kabil büyük yok oluş kararlarına sahip olamayacak bugünkü mizahi
ve küçük mirasçıları ne yapacaklardı, tabii ki “dostlukları-düşmanlıkları”
üstünden politika yürütmeye devam edecekler ve dolaylı da olsa tarihin tahrip ve
yok olmasına sebep, senarist olmaya devam edeceklerdi, netekim öyle olmaya da
devam ettiler…
Oysaki
bir yandan âdemoğlunun tarihi yürüyüşünü takip ederek anlamak, kültürel ve
tarihi anlama hayatına layıkı ile dalabilmek, toplumsal kimliği tarihsel
birikimle güçlendirmek, kent farkındalığı yaratabilmek, kent belleği yaratır
iken kent kültürü oluşturabilmek, diğer yandan geçmişte yaşanmışlıkların ifadesi
olan kalıntı-buluntulara sahip çıkabilmek adına, gezmek, görmek, incelemek,
araştırmak, anlamak üzerine atılan nutukların isabetsizliği aldığımız sonuçlara
bakınca ortaya çıkmaktadır.
Unique
(benzersiz-tek) yapı kriterlerine uymakta olan, tarihsel, belgesel, simgesel
olarak kültürel, özgünlük, benzersizlik, teklik olarak morfolojik, hatıra
değeri, izlenebilme özelliği olarak duygusal, işlevsel ve maddesel olarak
turistik olabilecek “Çeşme Osmanlı-Rus
Deniz Savaşının Kalıntıları” artık yoktur… Peki, ne uğruna, kimilerine göre
siyasal karşıtlık adına, yola-dize getirme, kimilerine göre büyük ekonomik
kalkınma, kimilerine göre “nurlu ufuklar” uğruna, kimilerine göre deniz
ticaretinin vites arttırması uğruna, kimilerine göre Yugoslavya savaşının
nimetlerinden yararlanma uğruna, yapıldı tüm bu yapılanlar… De ki o, deki bu,
sonuç artık, Deniz Savaşının kalıntıları olan, başta eni 10 mt boyu 24 mt olan
bir, en 7 mt boy 16 mt bir başka, en 7 mt boy 16 mt bir başka “Kadırga” ile bol miktarda top ve
gülleler, yok, yok ki yok… Geriye gelmesi de mümkün değil… Üstüne üstlük
bunlardan gayri, dağın 2 yanında elma ısırığı gibi, estetik kaygısı büyük
birkaç tane taş ocağı, günümüzün yerel yönetimlerine bonus… Şu anda bile kimsenin
nasıl değerlendirilir de, estetik rezaletin önüne geçilir konusunda fazlaca hemfikir
olamayacağı vaziyette, herkesin gözüne batmaktadır. Kimi “ağaç dikilerek
kapatılır” gibi abuk kararların bile üretildiğine şahit olduk ya, ölsek te gam
yemeyiz gayri…
Gazetemiz
“Yeni Çeşme” arşivinde, 1988 yıl
muhtelif tarihlerde birkaç kez yenileyerek, yineleyerek yazılmış dilekçeler,
hem de 3 yüksek mimar, bir armatör, bir kaptan, bir tüccar gibi, isimleri bizde,
ileri gelen tarafından imzalanmış ve eklerinde haritalar, krokiler ve dolgu
altında kalan kadırgaların su altı fotoğraflarından oluşan bir dosya bulunmakta
olup, mezkûr dosyanın, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Devlet Bakanlığı,
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ulaştırma
Bakanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu
Başkanlığına değişik tarihlerde iletildiği anlaşılmaktadır.
“Bize
gecikmek yakışmaz, ertelemek yakışmaz. Sürekli yok arkeolojik şey, yok çömlek
çıktı, yok şu çıktı, yok bu çıktı ile önümüze engeller koydular. Bunlar
insandan çok daha mı önemliydi? Yok, kuruluydu, yok yargısıydı bunlara takılıp
kaldık. Bundan sonra engel mengel tanımıyoruz, bedeli ne olursa olsun.” gibi en
önemli yetkilimizin yaptığı açıklamaların ardındaki kafa yapısı ve yaklaşımlar
ile gelinecek durak burasıdır. Hoşgeldiniz… Hayırlara vesile olsun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder