Pazar, Ekim 22, 2017

MÜLTEZİM


Hepimiz büyüklerimizden, tabii ki büyüklerimiz CHP karşıtı iseler, İsmet İnönü’nün köylüyü soyup soğana çevirdiği, kapitalizmin dünya çapında yaşanan büyük ekonomik ve dolayısı ile siyasi krizini gözardı ederek yapılan kara propagandanın tesiri altında, “kendi harmanımızdan buğday çalardık” ya da “zulum vergisi ödemeden yaşanamazdı” gibi yakınmaları dinlemişizdir. “Milli Şef ve partisi CHP Türkiye'yi derin bir krize sürüklemiş” tarzında söylenen hep aynı minvalde, yalan ne kadar büyük ise ya da ne kadar fazla tekrarlanır ise inanan o kadar çok olur önermesi çalışır ve Canım Yudum taaaaa bugünlere gelene kadar suyu sıkılır… Kapitalizmin büyük ekonomik buhranı nedeni ile tüm dünyanın emperyalistler tarafından yeniden paylaşıma tabi tutulması ile büyük bir savaşa girişmiştir ve CHP iktidarı da savaşın seyrine göre, bir o emperyalistten, bir diğer emperyalistten yana savrulan siyasi tutumlar takınmış olup, maçı idare etmek için top çevirmiştir ve de bu ahvalde ne yazık ki kümestekilerinde canına okumuştur. Bu konudaki tespit ve değerlendirmeleri tarihçilere bırakıp, o dönemde bu kara propaganda ile yerelde yeni siyasi atmosferin yaratılması ve uluslararası uygunluklara göre de illiyetlerin tanzim edilmesi adına konu sınırlı ve sorumlu durumundan takla attırılarak, bugünlere kadar yaşananlara meşruiyet kazandırmaya çalışmadan öte değildir. Hani İsmet İnönü ve liderliği altındaki CHP böyle iken, dönemin “yetmez ama evetçilerinin” yoğun desteği ile iktidara getirilen DP farklı mıydı? O günden bugünlere ihdas edilen vergilere bakmak bile yeterlidir, konunun sübjektif yaklaşımdan ziyade objektif bir durum olduğunu anlamak için. Hani sanki birinin diğerinden farkı varmış gibi yapılıyor ya da gösteriliyor olmasından maada bir şey değildir durum… Ama, trajikomik ve ahlaksız olanı da, aslında eleştirmekte son derece haklı olunarak halka salınan bu vergilerin sadece tek parti CHP döneminde olmuş olması gibi yapılıyor olmasındadır.  Hani şimdilerde, vaveyla koparılarak, “Yeni Osmanlıcılık” tamtamları ile yere göğe sığdırılamayan devr-i Osmani var ya, yaşanan tüm süreç aha da ondan mülhemdir. Böyle biline… Beni en fazla etkileyen ve direk kendimin de dinlediğim anılardan ortak nokta "Tarladaki revaklardan (yığın-küme) kaç timin buğday çıkar? Tahsildar şöyle göz ucuyla bakar, 'buradan 10 timin çıkar' der. Şayet 5 timin çıkarsa, köylü 5 timin de başkasından bulup vermek zorunda. Yoksa 'vergi kaçırmaktan' suçlanır, hapis yatırılır. Şahna (vergi memuru) gelirdi. Harmanı savurur bekleriz. Şahna gelir mührü vurur. Herkes kendi malını hırsızlık yaparak alırdı. Çoğunu hükümet alır, azını bize verirdi” şeklinde olup, aktarım Burhan Bozgeyik anılarındandır… Dedik ya tüm bu yaşananlar Osmanlıdan mülhemdir, evet “Şahna” devr-i Cumuriyet te “öşür toplaycı”dır ama asıl ilham “mültezim”dendir. Peki, Mültezim nedir ve kimdir, Osmanlı iltizam sistemi ile nasıl bir düzen oluşturmuştur, oluşturduğu bu düzen bugünkü ardıllarına nasıl bir misal oluşturmuştur, gerçekten çok enteresan bir vakadır… Burada derdim, tarihçilerin yerine göz dikip tarih anlatmak değil ayrıca haddim de değil ama “bizimkiler yaparsa güzeldir, doğrudur, onlar yaparsa çirkin ve yanlıştır”, fikrinin tespiti ve eleştirisidir.

Bilindiği üzere; Osmanlı toprak sisteminde, genellikle merkezden uzak olan eyaletlerin vergi toplanması işinin müzayede (açık artırma) usulüyle kiraya verilmesi işlemine iltizam, ihale ile iltizam sahibi olan kişiye de mültezim denir. Hani kocaman kocaman adamların ve avanelerinin yere göğe sığdıramadığı Osmanlı nizamı vergisini toplama işini bile ihale etsin, vay ki vay… Peki, nasıl işliyor sistem, kim ne kadar çok para verirse, vergi toplama işini uhdesine alıyor, parayı peşin veriyor Osman-ı Ali’nin kasasına peşin (sıcak) para giriyor, sonra Mültezim ile köylü baş başa, köylü vergi kaçırmaya, mültezim ise koparmaya çalışıyor, bakmayın siz bazı yayınlarda, yok mültezimin maaşını devlet veriyor, ödenen parayı köylüden toplamaya çalışıyor gibi masumane anlatımlarla sisteme naif görüntüsü verilmesine, şimdiki gibi vergi mahkemeleri de yok, kalıyorsun mültezimin insafına, peki, vergi kaçıran ile nasıl mücadele edilecek, mültezimin koca bir teşkilatı var, içlerinde despotu, hukukçusu, maliyecisi, işkencecisi, sorgucusu, gardiyanı var… Varın gayri bu teşkilattan nasıl sonuçlar alınacağını siz tasavvur edin gayri. Bir anlamı ile “mültezim” dönemin “müteahhit”i olup sistemin baştacıdır, tıpkı bugünkü modellerine benzer şekilde… Sahi bugünlerde vergi toplanması işi de özelleştirilse nasıl olur, “hür dünya” için… Hay Allah, bak neler geliyor akla… Konu geniş, uzun ve dağınık ama bu alana bu kadarı sığıyor, siz anladınız derdi…

Muzaffer İlhan ERDOST’un “y o k s u l l u ğ u n t a r i h i” şiirinden bir demet ile “the end”…

bebeğini kızamığa
gelinini vereme
tahılını sipahiye
koyununu zaviyeye
tütününü zaptiyeye
vererek
mağrur yoksulluğundan
ürettiğin
eshab-ı timar
eshab-ı evkaf
mültezim
ribahur
galata sarrafı
osmanlı bankası
düyun-u umumiye

beyazsaray
pentagon
amerikan haber alma örgütü
altıncı filo
incirlik üssü
sinop radarı
"esir türkleri kurtarma ordusu"
vesaire-
nin

daha sorulmadıysa hesabı
yani faizin
artı-değerin
azami kârın
yörükselimin yusufların ve
can içen "can"ların
hesabı sorulmadıysa
güneş gibi erimiş
bahar suları gibi akmış kanların
"hesabı sorulmadıysa daha
"sorulmayacak sanmayın
"aldanmayın"

Hiç yorum yok: