Cumartesi, Ağustos 25, 2018

ÇEŞME’NİN TARIMSAL ÜRÜNLERİ


1995 ve 1997 yıllarında gerçekleştirilen “Uluslararası Çeşme tarih ve kültürü sempozyum”larında sunulan bildirilerin “Çeşme Belediyesi” tarafından basılarak kitaplaştırılmış ancak bilim adamlarının ve araştırmacıların tamamının görüş birliğini sağlayamamış olmasına rağmen bence en ciddi Çeşme araştırmasıdır.

Mezkûr sempozyumda; Prof. Dr. Necmi Ülker tarafından sunulan “Aydın vilayet salnamelerine göre XIX. Yüzyılın sonlarında Çeşme Kazası” başlıklı bildiride; 1317 H/1899–1900 tarihli salnameye atfen, Çeşme kazasında 8061 hane, 1121 dükkân, 2 han, 2 hamam, 54 un değirmeni, 9 yağhane gibi konut ve ticari binanın yanında resmi ve dini bina olarak ta 1 hükümet konağı, 14 cami, 1 mescit, 1 tekke, 40 kilise, 3 havra, 1 rüştiye mektebi, 1 ibtida-yı zükür (erkek ilk mektebi), 1 ibtida-yı inas (kız ilk mektebi), 4 gayri müslim mektebi bulunmakta olup yine aynı yıllara ait genel nüfus 30.706 olup 15.871 erkek ve 14.835 kadından oluşmaktadır.

Yukarıda sıralanan rakamlara bakıldığında, göz kamaştırıcı bir üretim, ticaret yapıldığı sarihtir. Üretim denince dönem itibariyle de anlaşılması gereken şeyin tarımsal üretim olması gerekir ama un ve yağ fabrikalarına ve burada bahsedilmemiş tütün işleme atölyelerine de bakılınca tarım endüstrisinin de hiç geri olmadığı anlaşılmaktadır.

Çeşme’nin mikroklimatik iklimi; enginar, Çeşme kavunu, Çeşme anasonu, üzümü, Çeşme limonu, Çeşme mandalinası, Çeşme soğanı, sakızı, zeytin hurması yetiştirilmesi konusunda nicelik olmasa bile nitelik açısından mükemmel bir vasat oluşturur, ancak Çeşme tarımı maalesef bir takım aklı evvellerin empozesi ile yazlıkçı turizmine kurban edilmiştir.

Neyse, bu konuda takınılması gereken politik tutum konusundaki kelam uzmanlarınca yeterince söylendiğinden, asıl ürünler ve bu tarımsal faaliyetlerle birlikte turizmin nasıl uyum içinde yapılması gerektiği konusunda aklımızdakileri, yaşadıklarımızı örnekleyerek iktifa edelim, insanların ihtiyaçlarının kendileri tarafından karşılanması halinde nasıl mutlu bir toplum yaratılabileceği ilaveten de bu mutluluğun gelecek ziyaretçilere nasıl yansıyabileceğini uzun uzun anlatmaya gerek yoktur sanırım. Ancak yine de Marka yaratıyoruz adına, sanayileşiyoruz adına, kapitalizmin ali menfaatlerine kurban edilen küçük üreticiliğin önemi konusuna değinmeden de olmuyor. İnsanların tüketim arzularının gazına basıldığı bu dönemde, mevsimler teorik olarak karışmış, daha fazla tarımsal ilaç ve kimyasal gübre kullanılarak ürünlerin aklı karıştırılmış, o da yeterli olmamış bitkilerin ve hayvanların genleri ile oynanarak, üretim süreçlerini merkezileştirilerek insanlar üretimden uzaklaştırılmıştır. Sonra da ortaya çıkarak müsebbipliklerinden ötürü utanmaları gerekenlerin ahkam kesiyor olmalarına canım Yurdum 70 yıldan beri tanıklık etmektedir.

Büyük altüst oluşlar yaşayarak canım Yurdumuza yerleşen atalarımızın, hayatın bizatihi kendisi olan tarım ve hayvancılıktan kopmayarak, tam tersine geldikleri yerlerde uyguladıkları modern teknik ve araçları kullanarak, ihtiyaç duyulan her türlü ürünü yetiştiriyor olmalarının bahsi bugün için birilerine nostaljik takılma gibi gelebilir. Yukarıda da bahsedilen, Aydın sancağı salnamelerinden de anlaşılacağı üzere zaten bir hayli uzun zamandır, buraya adalardan getirilmiş Rum nüfusun da gayretleri ile, üzüm, incir başta olmak üzere her türlü tarımsal ürün yetiştirilmekte, ihtiyaç fazlaları da ihraç edilmekte imiş. Bu konuda yine aynı salnamelerde gümrük vergi ve rüsumlarından ihracatı, tahsil edilen öşürlerden de tarımsal üretimin boyutları gayet net anlaşılmaktadır.

Ama Çeşme’nin şifa kaynağı soğanına acı ya da göz yaşartıyor gibi bir abuk muamele yapmadan, Çeşme mandalinasına da çekirdekli diyerek burun kıvırmadan, muhteşem aroması ile Çeşme limonuna kalın kabuklu diyerek yüz ekşitmeden, tıpkı Çeşme enginarına yapılan haklı muamele, yapılmalıdır. Bugün ne yazık ki, üretici numaraları ile tezgâh kurup İzmir’den halden alınan domates, biber ve patlıcan, yok Ovacık, yok Ildırı ürünü diye satılıyor ve buna başta ben olmak üzere hepimiz göz yumuyoruz. Bamya, soğan, domates, enginar, marul, roka bile ne yazık ki birkaç üretici haricinde üretilmiyor artık. Üretici hali bu manada bir tevsik durumu oluşturmaktadır.

Nostalji gibi geliyorsa da, yukarıda olması gerektiği söylediğim metodun takip edildiği dönemlerde “kendi kendine yeten 7 ülkeden biri” idik. Çünkü insanlar ihtiyaç duyulan her şeyi imkanları ölçüsünde kendileri üretirlerdi, evet, Çeşme’de insanlar kendi ihtiyaçları için pamuk (evet pamuk) bile üretirlerdi. Kendi ihtiyacı için yeter mi diye sorulduğunu duyar gibiyim zaten her yıl yorganlar, yataklar ve yastıklar yenilenmediğine göre kendi ihtiyacını karşılıyordu, biraz kullanıldıktan sonra da her yaz sonu sokaklarda şimdilerde görülmeyen pamuk atıcıları dolaşırdı, eski yatak, yorgan ve yastıklar pamuk atıcıları tarafından yenilenirdi. Yetiştirilen koyunlardan elde edilen yünleri saymıyorum bile. Şimdi silikon ya da poliüretan yastık, yorgan ve yataklara talim, ne dediler, neden üretiyorsunuz sanayimiz size ucuz yastık, yorgan ve yatak yapacak, sonra bunları bile bile kalkacaksın “Amerika bize üretmeyin, biz size ucuzunu vereceğiz” dedi diye hayıflanacaksın. Sevsinler sizi. Çocukluğumda, bizim evimize, kendi ürünümüz, mercimek, nohut, bulgur, barbunya, mısır, fasulye, mevsimine göre biber tazesi ve kurusu, domates ev konserve ve kurusu, Çeşme kavunu (kışlık) ve karpuzu, turp, lahana, karnabahar, pırasa, kereviz, patlıcan ve kurusu, bamya ve kurusu, soğan, sarımsak, patates, zeytin, zeytin yağı, buğday, yulaf ve mısır unu, erişte, tarhana, turşu, salça, lor, peynir (kelle-sepet), yumurta (hem de gerçek gezen tavuk), long (sütlü biber turşusu), pekmez, kurutulmuş incir, üzüm ve kurusu, sirke, iç yağı, kavurma, kuru kayısı, harıp, çitlembik, kuru badem… Hem de tamamı genetiği ile oynanmamış %100 yerli ve milli tohum ile yapılırdı. Peki bu sadece bizim eve giren ürünler mi, bunların tamamı ya da benzerleri yerli herkesin hazırladığı ve tükettiği ürünler idi. Peki bunlar Çeşme’de yetişir mi idi, evet hala da yetişir ama, iklim değişikliğinin, imara kurban edilen derelerin, imar neticesinde çoğalan nüfusa su temini için açılan derin kuyuların, tarımın tukaka edilmesinin, insanların kolay yaşam tercihlerinin, turizmin yanlış anlaşılmasının vs vs gibi detayların durumu engelleyip hatta bitirdiğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Yazacak kelam çok, yer sınırlı… Görüleceği üzere tarımsal sanayi ürünlerine fazlaca giremedik…

Neden şimdi yapmıyorsun diye soranlara da yukarıda yazdıklarımın tamamı kendime eleştiridir, kimseyi hedef almaz, kimse üstüne alınmasın diye cevap veriyorum… Her şeyin müsebbibi benim vallahi…

Hiç yorum yok: