1995
ve 1997 yıllarında gerçekleştirilen “Uluslararası
Çeşme tarih ve kültürü sempozyum”larında sunulan bildirilerin “Çeşme Belediyesi” tarafından basılarak
kitaplaştırılmış ancak bilim adamlarının ve araştırmacıların tamamının görüş
birliğini sağlayamamış olmasına rağmen bence en ciddi Çeşme araştırmasıdır.
Mezkûr
sempozyumda; Prof. Dr. Necmi Ülker tarafından sunulan “Aydın vilayet
salnamelerine göre XIX. Yüzyılın sonlarında Çeşme Kazası” başlıklı bildiride;
1317 H/1899–1900 tarihli salnameye atfen, Çeşme kazasında 8061 hane, 1121
dükkân, 2 han, 2 hamam, 54 un değirmeni, 9 yağhane gibi konut ve ticari binanın
yanında resmi ve dini bina olarak ta 1 hükümet konağı, 14 cami, 1 mescit, 1
tekke, 40 kilise, 3 havra, 1 rüştiye mektebi, 1 ibtida-yı zükür (erkek ilk mektebi), 1 ibtida-yı inas (kız ilk
mektebi), 4 gayri müslim mektebi bulunmakta olup yine aynı yıllara ait
genel nüfus 30.706 olup 15.871 erkek ve 14.835 kadından oluşmaktadır.
Yukarıda
sıralanan rakamlara bakıldığında, göz kamaştırıcı bir üretim, ticaret yapıldığı
sarihtir. Üretim denince dönem itibariyle de anlaşılması gereken şeyin tarımsal
üretim olması gerekir ama un ve yağ fabrikalarına ve burada bahsedilmemiş tütün
işleme atölyelerine de bakılınca tarım endüstrisinin de hiç geri olmadığı
anlaşılmaktadır.
Çeşme’nin
mikroklimatik iklimi; enginar, Çeşme kavunu, Çeşme anasonu, üzümü, Çeşme
limonu, Çeşme mandalinası, Çeşme soğanı, sakızı, zeytin hurması yetiştirilmesi
konusunda nicelik olmasa bile nitelik açısından mükemmel bir vasat oluşturur,
ancak Çeşme tarımı maalesef bir takım aklı evvellerin empozesi ile yazlıkçı
turizmine kurban edilmiştir.
Neyse,
bu konuda takınılması gereken politik tutum konusundaki kelam uzmanlarınca yeterince
söylendiğinden, asıl ürünler ve bu tarımsal faaliyetlerle birlikte turizmin
nasıl uyum içinde yapılması gerektiği konusunda aklımızdakileri,
yaşadıklarımızı örnekleyerek iktifa edelim, insanların ihtiyaçlarının kendileri
tarafından karşılanması halinde nasıl mutlu bir toplum yaratılabileceği ilaveten
de bu mutluluğun gelecek ziyaretçilere nasıl yansıyabileceğini uzun uzun
anlatmaya gerek yoktur sanırım. Ancak yine de Marka yaratıyoruz adına,
sanayileşiyoruz adına, kapitalizmin ali menfaatlerine kurban edilen küçük
üreticiliğin önemi konusuna değinmeden de olmuyor. İnsanların tüketim
arzularının gazına basıldığı bu dönemde, mevsimler teorik olarak karışmış, daha
fazla tarımsal ilaç ve kimyasal gübre kullanılarak ürünlerin aklı karıştırılmış,
o da yeterli olmamış bitkilerin ve hayvanların genleri ile oynanarak, üretim
süreçlerini merkezileştirilerek insanlar üretimden uzaklaştırılmıştır. Sonra da
ortaya çıkarak müsebbipliklerinden ötürü utanmaları gerekenlerin ahkam kesiyor
olmalarına canım Yurdum 70 yıldan beri tanıklık etmektedir.
Büyük
altüst oluşlar yaşayarak canım Yurdumuza yerleşen atalarımızın, hayatın bizatihi
kendisi olan tarım ve hayvancılıktan kopmayarak, tam tersine geldikleri yerlerde
uyguladıkları modern teknik ve araçları kullanarak, ihtiyaç duyulan her türlü
ürünü yetiştiriyor olmalarının bahsi bugün için birilerine nostaljik takılma
gibi gelebilir. Yukarıda da bahsedilen, Aydın sancağı salnamelerinden de
anlaşılacağı üzere zaten bir hayli uzun zamandır, buraya adalardan getirilmiş
Rum nüfusun da gayretleri ile, üzüm, incir başta olmak üzere her türlü tarımsal
ürün yetiştirilmekte, ihtiyaç fazlaları da ihraç edilmekte imiş. Bu konuda yine
aynı salnamelerde gümrük vergi ve rüsumlarından ihracatı, tahsil edilen
öşürlerden de tarımsal üretimin boyutları gayet net anlaşılmaktadır.
Ama
Çeşme’nin şifa kaynağı soğanına acı ya da göz yaşartıyor gibi bir abuk muamele
yapmadan, Çeşme mandalinasına da çekirdekli diyerek burun kıvırmadan, muhteşem
aroması ile Çeşme limonuna kalın kabuklu diyerek yüz ekşitmeden, tıpkı Çeşme
enginarına yapılan haklı muamele, yapılmalıdır. Bugün ne yazık ki, üretici
numaraları ile tezgâh kurup İzmir’den halden alınan domates, biber ve patlıcan,
yok Ovacık, yok Ildırı ürünü diye satılıyor ve buna başta ben olmak üzere
hepimiz göz yumuyoruz. Bamya, soğan, domates, enginar, marul, roka bile ne
yazık ki birkaç üretici haricinde üretilmiyor artık. Üretici hali bu manada bir
tevsik durumu oluşturmaktadır.
Nostalji
gibi geliyorsa da, yukarıda olması gerektiği söylediğim metodun takip edildiği
dönemlerde “kendi kendine yeten 7 ülkeden
biri” idik. Çünkü insanlar ihtiyaç duyulan her şeyi imkanları ölçüsünde
kendileri üretirlerdi, evet, Çeşme’de insanlar kendi ihtiyaçları için pamuk
(evet pamuk) bile üretirlerdi. Kendi ihtiyacı için yeter mi diye sorulduğunu
duyar gibiyim zaten her yıl yorganlar, yataklar ve yastıklar yenilenmediğine
göre kendi ihtiyacını karşılıyordu, biraz kullanıldıktan sonra da her yaz sonu sokaklarda
şimdilerde görülmeyen pamuk atıcıları dolaşırdı, eski yatak, yorgan ve
yastıklar pamuk atıcıları tarafından yenilenirdi. Yetiştirilen koyunlardan elde
edilen yünleri saymıyorum bile. Şimdi silikon ya da poliüretan yastık, yorgan
ve yataklara talim, ne dediler, neden üretiyorsunuz sanayimiz size ucuz yastık,
yorgan ve yatak yapacak, sonra bunları bile bile kalkacaksın “Amerika bize
üretmeyin, biz size ucuzunu vereceğiz” dedi diye hayıflanacaksın. Sevsinler
sizi. Çocukluğumda, bizim evimize, kendi ürünümüz, mercimek, nohut, bulgur,
barbunya, mısır, fasulye, mevsimine göre biber tazesi ve kurusu, domates ev konserve
ve kurusu, Çeşme kavunu (kışlık) ve karpuzu, turp, lahana, karnabahar, pırasa,
kereviz, patlıcan ve kurusu, bamya ve kurusu, soğan, sarımsak, patates, zeytin,
zeytin yağı, buğday, yulaf ve mısır unu, erişte, tarhana, turşu, salça, lor,
peynir (kelle-sepet), yumurta (hem de gerçek gezen tavuk), long (sütlü biber
turşusu), pekmez, kurutulmuş incir, üzüm ve kurusu, sirke, iç yağı, kavurma, kuru
kayısı, harıp, çitlembik, kuru badem… Hem
de tamamı genetiği ile oynanmamış %100 yerli ve milli tohum ile yapılırdı. Peki
bu sadece bizim eve giren ürünler mi, bunların tamamı ya da benzerleri yerli
herkesin hazırladığı ve tükettiği ürünler idi. Peki bunlar Çeşme’de yetişir mi
idi, evet hala da yetişir ama, iklim değişikliğinin, imara kurban edilen
derelerin, imar neticesinde çoğalan nüfusa su temini için açılan derin
kuyuların, tarımın tukaka edilmesinin, insanların kolay yaşam tercihlerinin,
turizmin yanlış anlaşılmasının vs vs gibi detayların durumu engelleyip hatta
bitirdiğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Yazacak kelam çok, yer sınırlı…
Görüleceği üzere tarımsal sanayi ürünlerine fazlaca giremedik…
Neden
şimdi yapmıyorsun diye soranlara da yukarıda yazdıklarımın tamamı kendime
eleştiridir, kimseyi hedef almaz, kimse üstüne alınmasın diye cevap veriyorum…
Her şeyin müsebbibi benim vallahi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder