Cumartesi, Eylül 22, 2018

RESNELİ NİYAZİ BEY

Makedonya gezimizde özellikle yolumuzu RESNE’ye düşürüyoruz, aslında Manastır’a uğramak iken amaç, çünkü orada adı İttihat ve Terakki Cemiyet’i ile anılıyor olmasına rağmen, Abdülhamit istibdadına karşı Hükümet Konağı önünde, Ey Hıristiyan Vatandaşlarımız, biz de bugünkü zulüm idaresinden memnun değiliz. Memnun olmayan görüyorsunuz ki yalnızca siz değilsiniz. Biz, Avrupalıların yurdumuza göz dikmesinden, işlerimize karışmasından çekinmediğimiz için şimdiye dek milletin dayanılması güç bu durumlara katlanmasına ses çıkarmamıştık. Baskı yönetiminin günden güne gücünü artırarak Türk, Bulgar, Ulah, Rum, Arnavut yurttaşlarımızın yok olmakta olduklarını gördüğümüz için biz, yurda özgürlük güneşini getirecek, hürriyetin aydınlığını yayacak bir yönetimin kurulmasına çalışıyoruz.” diye adı “hürriyet bildirgesine” çıkmış bir bildiri okuyarak silahlı direniş için dağlara çekiliyor ya, böylesine önemli birinin yaşadığı yeri mutlaka görmeliyiz saikiyle… Evet böylece adı da “Hürriyet Fedaisine” çıkan Resneli Niyazi Beyin memleketindeyiz… Bilindiği üzere; Abdülhamit’in hezeyanlarının akla karşı devlet idaresine galebe çaldığı dönem ve en katmerli istibdat uygulamaları karşısında, gün gün artarak borçlanan, toprak kaybeden Osman-ı Ali’ye, yeni bir yön vermek, batılı ülkelerdekine benzer bir yönetim olduğu savı ile meşrutiyet talepleri dillendirilir ve bu uğurda özellikle askeri erkan içinde ciddi bir teşkilatlanma başlar, farklı farklı hedef, plan ve gayelerle gerek yurt içinde, gerekse de yurt dışında kurulmuş cemiyet ve teşkilatlar bir araya gelir ve ortaya İttihat ve Terakki Cemiyeti çıkar. Ancak görülür ki, tam da her devir ve her yerde olduğu ve olacağı üzere, kimse yetkilerini ve yönetimi gönül rızası ile paylaşmak istemez ve bu yüzden itiraz hakkı ve direnişi dağlara yönelir, kimilerine göre çetecilik kimilerine göre hürriyet isyanı başlamıştır. Niyazi Bey, siyasi ikbal peşinde biri olmadığından, Cemiyet’in ilk 3 kişisinden biri olmasına rağmen kendisi gönüllü olarak dağlara direnişe çekilmeyi uygun görür, dürüsttür, gözü karadır, yiğittir, gözünü budaktan esirgemez, kendisini vatana feda etmiştir, oysa istese idi oda kenarda ya da ova da tıpkı Enver Paşa gibi bekler, kadayıfın altı pişince, duruma el koyardı. Diğer taraftan, yine bilindiği üzere dağlarda kendisine yoldaşlık ettiği söylenen “geyik” ile ilgili çeşitli rivayetler de vardır, nam-ı diğer “rehber-i hürriyete”; baskı ve sansürden kırılan Bab-ı Ali gazetelerinin 1 numaralı mevzuu olmuş, ne yazık ki, yitirilen toprakları, ekonomik rezalet ve çuvallamaları, borçlanmaları, gavur baskısı karşısında boyun eğmeleri hatta Yahudi yerleşimcilere göz yumulmasını katmerli sansür nedeni ile yazamayan mezkûr matbuat için, olmuş harika bir konu, tutturmuş bir geyik muhabbeti gidiyor, nihayetinde bu tür konuşma ve yaklaşımların adı o günden sonra olmuş, “geyik muhabbeti”… Tıpkı Ahmet Hakan’ın penguenleri gibi bir durum oluşmuş, bu “penguen muhabbetinin” gerçek penguenlerle bir alakası yoktur zinhar, alınmasınlar…

Balkan savaşları ne yazık ki, kifayetsiz muktedirlerin beceriksizlikleri, konjonktürel sorunlar, dünya’yı okuyamama, strateji geliştirememe, bilgisizlik, ilgisizlik, Devlet-i Ali’yi önemsememe bunun yerine batılıların suflelerine kulak verme, adamsendecilik, ben bilirimcilik, bana güven gerisine karışmacılık vs gibi yüzlerce olumsuz sıfatın ve olumsuz şartın  birleştiği idare-i maslahat neticesinde, büyük can kayıpları ya da büyük göçlerle Balkanlar nerdeyse toptan yitirilir. Daha önceleri gerek “Yunan’a” karşı başarılı çalışmalarından ötürü saray tarafından, bilahare de devr-i meşrutiyette de birlikte yola çıktıkları, İstanbul’a çöreklenenlerden büyük payeler teklif edilmesine rağmen ikbalini topraklarında tarım ile arama tercihi tek tercihtir onun için. Ancak Balkanların tamamen kaybından sonra vakit mezkûr topraklardan ayrılma vaktidir, ve de ne yazık ki karadan ulaşım tehlikeli ve risklidir, Arnavutluk’un Avlonya Limanından, İstanbul’a gitmek üzere kendisine İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından koruma olarak tahsis edilen ekip içinden biri tarafından, tek kurşun ile öldürülür. Gerçi Arnavut Milliyetçileri tarafından da öldürüldüğü muktedirler tarafından iddia edilse bile akla uygun olanı, birincisi olup, kendinden kat kat güçlü kendi arkadaşlarına bile idealistliği ve dürüstlüğü nedeni ile kafa tutma cesareti sonunu hazırlamıştır, aşikardır ki, artık İstanbul’a sağ salim ulaşması istenmemektedir. Görüşüm ve yaşananları yorumlayışım biraz fazla uzun oldu ama yapılacak bir şey yok, kelam-ı murad böyle tecelli ediyor.

Bugün Resneli Ahmet Niyazi Bey’in Hükümet Konağı olarak yaptırdığı bina “Modern Sanatlar Müzesi” adı altında oldukça mütevazi bir teşhir salonuna sahip olup göremediğimiz bölüm ise anlaşıldığı kadarı ile ilgili kurumun idari bölümlerini oluşturmaktadır. Ancak oradaki görevlinin görev anlayışı da ne yazık ki tıpkı buradaki turizm faaliyeti gösterenleri andırmaktadır, turizm ticarettir, ticaret ise hayatın onda dokuzudur. Aracımızı park ettikten sonra elimizdeki dijital haritaya göre kolayca bulunabilecek bir yerde olmasına karşın, özellikle birkaç esnafa sorduk ki, mezkûr zevata ilişkin nasıl bir duygu ve düşünce içinde yerli halk görelim, anlayalım. Memnuniyetle gördük ve anladık ki, malikanesi ile kendi adı ile anılan Hükümet Konağını tarif ederken, hemşerilerinin gözlerinin içi gülüyor, sevinçle tarif ediyorlar yolu… Burada Abdülhamit Han’cılar tarafından lanetlense de, komitacı, çeteci denilerek hakir görülse de, vatanı sattı, Abdülhamit Han’a kurulan uluslararası kumpasın oyuncağı oldu, bu manada da, yok İtalya’dan madalya aldı, yok İngiltere’den madalya aldı gibi yalan yanlış ile karalasalar da, durum hiç te o gibi değildir, çünkü böyle diyenler, keçinin, koyuna çitten atlarken kuyruğunun kalkıp poposunun görülmesine gülmeleri gibidir, oysa kendi kuyrukları sürekli havadadır , tava sapı gibi, popoları sürekli açıktadır, dün de bugünde…

Kitaplaşan “Hatırat-ı Niyazi” hatıralarından bir parça ile son… “İstanbul'dan döndüğüm zaman, inkılap fikrinin esası hakkındaki duygu ve kanaatlerim tamamlanmıştı. Özel bir vaziyetle İstanbul'a gönderilirken ve esir ettiğim Yunan bölüğünü de İstanbul'a götürürken, daha Manastır istasyonunda, ordu kumandanı vekili ve diğer ordu büyüklerinin, bana verilen vazife ve mevkiden faydalanmayı düşünerek oğullarını, yakınlarını kayırmak, millet hazinesinden para çarpmak peşinde olduklarını gördüm.”

Hatıratı önünde saygı ile duruyoruz…

 

Hiç yorum yok: