Cumartesi, Ekim 20, 2018

HASAN REİS


Koca bir ömür geçirdi “Çiftlik Köy”ünün güzelim mavi denizlerinde, herkes gibi bende en sık verdiği poz ile anımsarım onu, elinde hiç sönmeyen sigarası, dizlerinin üzerine çökmüş, kartal dikkati ile denize bakışı, adeta tavukları pür dikkat izleyen horoz edası ile Şabantepe’de balık arayışı ya da bekleyişi, ve hedef tespit edilince de “Güm” sesiGelsin kefaller, gelsin karagözler, gelsin sarpalar… Sayesinde mezkur günler balığa gark olurdu Çiftlik ve Çeşme… Hatta bir keresinde hemen arkasından kendisini gözetlediğim yerden arkadaşlarla birlikte kalkıp suya atlayıp balık toplamaya giriştiğimizde, kızarak bir süre beklemek gerektiğini hatta kendisinin istediğimiz kadar balık vereceğini, ne diye suya girdiğimiz sorarak güvenlik gerekçesi ile kızdığını hatırlıyorum. İşte böyle tarif edersek eksik olmakla birlikte hemen akla geleceği aşikardır, Koca Reis “Hasan Kaptan”ın… Çocukluğumuzda defalarca kez tanıklık ettiğimiz bu manzara yancı diyebileceğimiz tanıklarında balıklardan nasiplenmesi ile neticelenirdi… Biz fazlaca bilmediğimizden tüm bunların hepsinin hayatın doğal akışı içinde makul şeylermiş gibi düşünürdük… Kendisini ömrünün son demleri hariç hiç hasta görmedik, kimsenin de böyle bir tanıklığı olduğunu zannetmiyorum, yaşadığı zorlu hayatın kendisine bir bağışımı idi bilemiyorum, belki de bu zorluklar kendisinde çifte kavrulmuşluk, çifte su verilmişlik yaratmıştır. Maddi durumunun elverdiği ölçüde, “rakı”ya ama genellikle de “Şarap”a hiç alternatif içecek kullanmadığını hatırlarım ama özellikle de sigaraya hiç ihanet etmemiştir, ömrünün sonuna kadar… Ancak inanıyorum ki bu çifte kavrulmuşluk hali akranları arasında onu hep daha zinde tutmuş idi. Çiftlik köye gelişi konusunda bir bilgi hatırlamıyorum, geliş diyorum aslında burada doğmuş büyümüş ve ailemizin bir parçası zannederdik ama aşağıda biraz detaylı aktaracağım sürpriz Almancı akrabasının çıkıp gelmesine kadar, işte o zaman Nevşehir taraflarından olduğunu öğrenmiştik. Hatırlama konusunda artık kafamızdaki taşlar oynamıştı yerinden. Bilgilerde halen karışıklık yaşamaktayım, hangi büyüğüme sorsam biraz farklı bir anlatım çıkıyor ortaya, bazısı, dedemin (annemin babasının) kız kardeşinin üvey oğlu diyor, kimisi dedemin babasının kahyasının oğlu iken dedem evlatlık edinmiş diyor, kimisi ise hayvanlara bakan birinin oğlu iken evlatlık alınmış diyor, vs vs… İlişki tanımlamakta yer yer müşkülatım ve değişik bilgiler aktarıyor olmam kimseyi yanıltmamalıdır çünkü hepsinin de bir şekilde dinlenilmiş olduğu varittir. Hangisinin doğru olduğunun bugün için bir anlamının olmadığını canı yürekten hissediyorum.

Biz çocuklara yani yeğenim deyip sahiplendiği çocuklara yani tüm kuzenlerime, inanılmaz ve tarifsiz bir sevgisi vardı, adeta üzerimize titrerdi, çok severdi tam da bu yüzden çok ta sevilirdi. Sevgisi karşılıksız ve bitimsiz idi, güvendiğimiz biri, güven veren bir duruşu ve konuşması vardı, yanında kendimizi tıpkı babamızın temin ettiği güvenlik seviyesinde hissederdik, babalarımızdan farklı ve önemli bulduğum tarafı ise, ziyadesiyle arkadaşlık yaklaşımının varlığı idi, görece olarak… Güçlü, güç veren, güven veren, koruyan, kollayan ama bir o kadar da arkadaş… Kolay mıdır böyle bir ilişki, zinhar değildir.

Efe idi, külhan idi, kabadayı idi, güçlü idi, yiğit idi, korkusuz idi, yıkılmaz idi, yılmaz idi, eğilmez idi ama hepsinden öte yufka bir yüreği ile kendisine karşı dikilen dışında herkese son derece makul ve yufka idi. Bir kavgada kullandığı bıçağın avuç içini derinden kesmesi ile bir elinin parmakları hissizlikten ötürü hareketsiz kalmıştır. Bu kesilmenin tam tamına nedenini öğrenememiştik. Kimisi kendisine sallanan bıçağı eli ile tutmasını kimisi ise kendi bıçağının elini kesmesini anlatırdı. Bu konuda da tevatür muhtelif idi.

Yukarıda da değindiğim üzere, bu güzel insan, en azından benim için öyle, şarap konusunda tavizsiz idi, bu tavizsiz güzelliğin yaşanan zorlu hayatın gündüzlerinin akşama başka türlü evrilememiş olması da olabilir. Aksi bir durum da zordu zaten.

Geçenler de “ÇEŞME ÇİFTLİKKÖY TANITIM VE İŞYERLERİMİZ” adı ile maruf Facebook sayfasında gördüm, Edgar Pamuk’un paylaşımlarında fotoğrafını, Annemim “Halamın oğlu” dediği, Dayımın ise “kardeşim” diye yanında bulunduğu, desteklediği ve tanıştırdığı Hasan Reis’in fotoğrafını… Kendisini heybetli ve güçlü hali ile görünce gerçekten tarifsiz bir duyguya kapıldım… Vay benim “Hasan Dayım”, üvey de olsa, gerçek dayım gibi idi… Yanında kendimizi, güvende, huzurda, zengin, mutlu ve güçlü hissederdik, dayı oğullarım Kamil ve Hüsnü Karagöz ile birlikte, sonra diğer dayı çocuklarım ile de sıkıfıkılıkları vardı bildiğim kadarı ile ama detay hatırlamıyorum…

Anneannemin oğul, dayımın ve annemin kardeş muamelesi yaptığı Hasan Reis için biz bizden başka akrabası yoktur diye düşünürken günlerden bir gün, bir Almancı çıktı geldi… O zaman biz çocuklar anladık ki, Hasan Reis ile olan üveylik ilişkisini… Bu yeni durum değiştirmiş mi idi tam anımsamıyorum duygularımızı ama 2. kuşak dayı oğullarımın ilişkilerinde bir değişiklik olmuş idi sanki… Dayımın kardeşim dediği birisi olmasına rağmen ben ona dayı demez amca derdim bu dayı çocuklarının amca demesinden mi yoksa içimizde koyduğumuz gizli mesafenin dışa vurumu mu idi bu sesleniş bilemem ama öyle idi

Onun için bazıları da “Berduş Hasan” da diyebilir bugün sorarsanız, biz onu amcamız, dayımız “Hasan Reis” olarak özlem ve saygı ile hatırlıyoruz. Eğrisi yok mu idi, o günde, bugünde gördüğümüz kadarı ile var idi şüphesiz, hani her fanide olduğu kadardan az biraz da fazla idi hatta… Her şeye rağmen kendisini biz ziyadesi ile sevmiştik, kimin ne dediği nasıl andığı da pek umurumda olmaksızın. Yıldızlar yoldaşın olsun, toprağın bol olsun, nurlar içinde ol koca reis, “Hasan Dayı” “Hasan Amca” …

Hiç yorum yok: