Cuma, Ekim 05, 2018

OSMANLI GAYRİNİZAMİ HARP NİZAMI ÜSTÜNE


Sıra dışı bir Osmanlı zabiti olduğunu, hayatını inceler iken şahit oluyoruz Ömer Fevzi Bey’in, zaman zaman rütbesinin çok üstünde görevler üstlendiğini, bir aksiyon adamı, bir saha zabiti olmasına rağmen 40 civarında, askeri ve dini eser bıraktığı bilinmektedir. Bir önceki yazımda belirttiğim Osmanlı çete savaşları üzerine gerek çetecilere karşı gerekse de çeteleri teşkilatlar iken edindiği tecrübelerden yola çıkarak “Muhafaza-i Asayişe Me’mur Zabitanın Vezaifi Usul-i Takib-i Eşkıya ve Çete Muharebeleri” adı ile maruf eseri hazırlamış ve yayınlamıştır. Enteresan bir hayatı olan bu zabitin, askeriyede üstleri ile yaşadığı gerçek nedenleri tam anlamı ile bilinemeyen çekişmeler, hatta firar sayılabilecek ayrılıklar, hakkında çok önemli jurnallere rağmen bir türlü ilişiği askeriye ile kesilmez, sanki gizli bir el tarafından sürekli desteklenmektedir, destek “Teşkilat-ı Mahsusa”nın önemli bir elemanı olmasından mı? yoksa önemli mevkilerdeki Enver Paşa’dan, Rauf Orbay’a uzanan kadro tarafından kollanmasından mı? yoksa sonradan üzerine bir dolu eser de yazdığı tarikatçılığından mı? bilinmez. Mezkûr zabitin üstlendiği görevler üstüne her isteyenin ulaşabileceği kadar yayın bulunmaktadır, dijital ortamda bile var…

Kendisi ve yayınlanmış kitabı üzerine Ali Güneş tarafından yazılan araştırma (aslında tez) kitabını okur iken enteresan, en azından benim için, bilgilerde edindim ve bu bilgileri sizlerle de paylaşmak istedim.

“Yabancı askeri danışman, ıslah heyetleri veya askeri yardım misyonlarının son dönem Osmanlı harp doktrini üzerine büyük ölçüde etkisi olmuştur. Güçlü olduğu dönemlerde dahi münferit yabancı askeri danışman veya mühendis istihdamına kapıyı açık bırakan Osmanlı Devleti, zayıfladığı son dönemlerde, takip ettiği dış politikayı da dikkate alarak, yabancı askeri uzman ve danışmanları, o tarihte paradigma ordusu hangisi ise onun mensuplarından seçmiştir. Bu kapsamda tercihini, kara ordusunda 18. Yüzyıl ve 19. Yüzyılın üç çeyreğinde Fransa, 19. Yüzyılın son çeyreği ve 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Prusya orduları personeli yönünde kullanırken, donanmada ise 19. Yüzyıl boyunca İngiliz danışmanlara yer verilmiştir. Devletin son dönemlerinde ve bilhassa da Cihan Harbi yıllarında Alman askeri yardım misyonunun Osmanlı ordusu üzerindeki etkisi o kadar artmıştır ki, Carl Mühlmann’ın verdiği rakamlara göre göre, Birinci Dünya Savaşı sonrası Ekim 1918’de memleketlerine dönen Alman personelin toplam sayısı 10.000’i bulmuştu” demektedir Sn. araştırmacı değinmemiş ama aslında Osmanlı Devletinin kurulduğu günden beri destek hep var olmuştur, ilk önceleri Bizans ve sonraları Macar vs vs, demek ki Osmanlı’da yabancı istihdamına hep hoşgörü ile bakılmıştır dersek yanlış bir şey demiş olmayız.

“Balkan harbi sırasında Osmanlı askeriyesinin kullandığı Alman Talimnameleri; Piyade Talimnamesi, Sahra Topçu Talimnamesi, Seferiye Nizamnamesi, Menzil Hidematı talimnamesi ve Tahrip Talimnamesi gibi. Bunların dışında bazı subaylarında münferiden yaptığı tercümeler mevcuttur. Örneğin Mustafa Kemal Atatürk, Karl Litzmann’ın yazdıklarını, 1909’da “Takımın Muharebe Talimi” ve 1912’de “Bölüğün Muharebe Talimi” başlıkları altında tercüme etmiştir.” Buradan da kolaylıkla anlaşılacağı üzere Almancadan çeviri yapabilecek düzeyde dil bilgisine sahip bir lider ile karşı karşıyayız. Öyle modern zamanların her türlü teknik donanım ve gelişmesine rağmen yabancı dil bilgisi kırık olanlara hiç benzememektedir.

“Resmi ders programının parçası olmamasına rağmen, Afet İnan’ın aktardıklarından anladığımız kadarıyla, Mustafa Kemal Erkan-ı Harbiye Mektebi öğrencisiyken hocası Nuri Bey’in gayrıresmi olarak gerillacılık hakkında bir ders ve bir de ödev vermiş olması, konunun askeri okullarda şifahi olarak öğretime dahil edildiğini göstermektedir” diye zikredilerek te gayrinizami harp konusunda yaygın bir çalışma ve öğretim alanı oluştuğu konusunda okuyuculara bir fikir vermektedir.

“Osmanlı subaylarının diğer ülkelerdeki gelişmeleri takip ettiğinin başka göstergesi de askeri kıyafetlerde kademeli olarak hâkî renge geçilmesidir. Dünya Ordularında hâkî renk ilk kez İngilizler tarafından 1850’li yıllarda Hindistan’da kullanılmaya başlanmıştır. Britanya ordusundan Hary Lumsden İngiliz askerlerin beyaz üniformaları ile kolay hedef olduklarını fark edince, üniformaların üzerine, toz ve çamur sürdürerek ve biraz da çay ile boyatarak renklerini gölgeli kahverengine dönüştürmüş ve giysilerin rengini araziye uydurmaya çalışmıştır. Toprak rengine benzeyen bu üniformalara Hintçe toprak anlamına gelen “khaki” adı verilmiş ve Türkçe’ye de “Haki” olarak geçmiştir. Bu tondaki rengin fabrikasyon uygulaması ise ilk defa Boer Harb’inde yine İngilizler tarafından yapılmıştı. Zaten bu nedenle Boerliler, savaş esnasında bir dönem, İngilizleri Khakies şeklinde tanımlamışlardır. İngilizlerin bu uygulamasından esinlendiğini değerlendirdiğimiz Osmanlı Ordusu ise, bu regi ilk defa 1880’lerden itibaren yanlızca Birinci İstihkam Taburu erlerinin kıyafetlerinde kullanmıştı. 1900!lu yıllarda da, Makedonya çetelerine karşı kolay hedef olmamak adına, avcı taburları kıyafetleri haki renge dönüştürülmüştü. 1900 yılına gelindiğinde ise çıkarılan bir nizamname ile bütün Osmanlı Ordusunun kıyafetlerinde bu rengin kullanılması sağlanmıştır.”

“Ele geçirilen komita ve çete üyelerinin, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu aciz durum, delil yetersizliği veya diğer devletlerin konsoloslar aracılıyla yaptıkları baskı nedeniyle serbest bırakılması, onlar arasında ümitsizliğe sebep oluyordu. Bu nedenle bölgedeki, özellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi subaylar ceplerinden para harcayarak ya da gizlice depolardaki silahları dağıtarak çeteler teçhiz ediyor. Bunlar da mahkemelerin serbest bıraktığı çetecileri ya da liderlerini öldürüyorlardı. Ohri gibi merkezlerde bizzat cemiyet yanlısı mülki amirlerin desteğinde kurularak silahlandıran ve çoğu Osmanlı subayları tarafından yönetilen bu çetelerin faaliyetlerine hem idari hem de askeri makamlar göz yumuyordu. Buna ek olarak, Osmanlı yönetiminin yerel halktan istihdam ettiği paralı askerler, gönüllüler ve başıbozuklardan oluşan düzensiz kuvvetler çete ve komitalara karşı kullanıyordu.”

İşte durum böyle iken böyledir. Söyleyecek kelam çok ama gereksiz. Neyse ki her olumsuz şey geçmişte kalmış, iyi şeyler de bugüne taşınmış. İlave ne diyelim… Her şey ayan beyan ortada…

Hiç yorum yok: