Sıra
dışı bir Osmanlı zabiti olduğunu, hayatını inceler iken şahit oluyoruz Ömer
Fevzi Bey’in, zaman zaman rütbesinin çok üstünde görevler üstlendiğini, bir
aksiyon adamı, bir saha zabiti olmasına rağmen 40 civarında, askeri ve dini
eser bıraktığı bilinmektedir. Bir önceki yazımda belirttiğim Osmanlı çete
savaşları üzerine gerek çetecilere karşı gerekse de çeteleri teşkilatlar iken edindiği
tecrübelerden yola çıkarak “Muhafaza-i
Asayişe Me’mur Zabitanın Vezaifi Usul-i Takib-i Eşkıya ve Çete Muharebeleri” adı
ile maruf eseri hazırlamış ve yayınlamıştır. Enteresan bir hayatı olan bu zabitin,
askeriyede üstleri ile yaşadığı gerçek nedenleri tam anlamı ile bilinemeyen çekişmeler,
hatta firar sayılabilecek ayrılıklar, hakkında çok önemli jurnallere rağmen bir
türlü ilişiği askeriye ile kesilmez, sanki gizli bir el tarafından sürekli
desteklenmektedir, destek “Teşkilat-ı Mahsusa”nın önemli bir elemanı olmasından
mı? yoksa önemli mevkilerdeki Enver Paşa’dan, Rauf Orbay’a uzanan kadro
tarafından kollanmasından mı? yoksa sonradan üzerine bir dolu eser de yazdığı
tarikatçılığından mı? bilinmez. Mezkûr zabitin üstlendiği görevler üstüne her
isteyenin ulaşabileceği kadar yayın bulunmaktadır, dijital ortamda bile var…
Kendisi
ve yayınlanmış kitabı üzerine Ali Güneş tarafından yazılan araştırma (aslında
tez) kitabını okur iken enteresan, en azından benim için, bilgilerde edindim ve
bu bilgileri sizlerle de paylaşmak istedim.
“Yabancı askeri danışman,
ıslah heyetleri veya askeri yardım misyonlarının son dönem Osmanlı harp
doktrini üzerine büyük ölçüde etkisi olmuştur. Güçlü olduğu dönemlerde dahi
münferit yabancı askeri danışman veya mühendis istihdamına kapıyı açık bırakan
Osmanlı Devleti, zayıfladığı son dönemlerde, takip ettiği dış politikayı da
dikkate alarak, yabancı askeri uzman ve danışmanları, o tarihte paradigma
ordusu hangisi ise onun mensuplarından seçmiştir. Bu kapsamda tercihini, kara
ordusunda 18. Yüzyıl ve 19. Yüzyılın üç çeyreğinde Fransa, 19. Yüzyılın son
çeyreği ve 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Prusya orduları personeli yönünde
kullanırken, donanmada ise 19. Yüzyıl boyunca İngiliz danışmanlara yer
verilmiştir. Devletin son dönemlerinde ve bilhassa da Cihan Harbi yıllarında
Alman askeri yardım misyonunun Osmanlı ordusu üzerindeki etkisi o kadar
artmıştır ki, Carl Mühlmann’ın verdiği rakamlara göre göre, Birinci Dünya
Savaşı sonrası Ekim 1918’de memleketlerine dönen Alman personelin toplam sayısı
10.000’i bulmuştu” demektedir Sn. araştırmacı değinmemiş ama aslında
Osmanlı Devletinin kurulduğu günden beri destek hep var olmuştur, ilk önceleri
Bizans ve sonraları Macar vs vs, demek ki Osmanlı’da yabancı istihdamına hep
hoşgörü ile bakılmıştır dersek yanlış bir şey demiş olmayız.
“Balkan harbi sırasında
Osmanlı askeriyesinin kullandığı Alman Talimnameleri; Piyade Talimnamesi, Sahra
Topçu Talimnamesi, Seferiye Nizamnamesi, Menzil Hidematı talimnamesi ve Tahrip
Talimnamesi gibi. Bunların dışında bazı subaylarında münferiden yaptığı
tercümeler mevcuttur. Örneğin Mustafa
Kemal Atatürk, Karl Litzmann’ın yazdıklarını, 1909’da “Takımın Muharebe
Talimi” ve 1912’de “Bölüğün Muharebe Talimi” başlıkları altında tercüme
etmiştir.” Buradan da kolaylıkla anlaşılacağı üzere Almancadan çeviri
yapabilecek düzeyde dil bilgisine sahip bir lider ile karşı karşıyayız. Öyle
modern zamanların her türlü teknik donanım ve gelişmesine rağmen yabancı dil
bilgisi kırık olanlara hiç benzememektedir.
“Resmi ders programının
parçası olmamasına rağmen, Afet İnan’ın aktardıklarından anladığımız kadarıyla,
Mustafa Kemal Erkan-ı Harbiye Mektebi
öğrencisiyken hocası Nuri Bey’in gayrıresmi olarak gerillacılık hakkında bir
ders ve bir de ödev vermiş olması, konunun askeri okullarda şifahi olarak
öğretime dahil edildiğini göstermektedir” diye zikredilerek te
gayrinizami harp konusunda yaygın bir çalışma ve öğretim alanı oluştuğu
konusunda okuyuculara bir fikir vermektedir.
“Osmanlı subaylarının diğer
ülkelerdeki gelişmeleri takip ettiğinin başka göstergesi de askeri kıyafetlerde
kademeli olarak hâkî renge geçilmesidir. Dünya Ordularında hâkî renk ilk kez
İngilizler tarafından 1850’li yıllarda Hindistan’da kullanılmaya başlanmıştır.
Britanya ordusundan Hary Lumsden İngiliz askerlerin beyaz üniformaları ile
kolay hedef olduklarını fark edince, üniformaların üzerine, toz ve çamur
sürdürerek ve biraz da çay ile boyatarak renklerini gölgeli kahverengine
dönüştürmüş ve giysilerin rengini araziye uydurmaya çalışmıştır. Toprak rengine
benzeyen bu üniformalara Hintçe toprak anlamına gelen “khaki” adı verilmiş ve
Türkçe’ye de “Haki” olarak geçmiştir. Bu tondaki rengin fabrikasyon uygulaması
ise ilk defa Boer Harb’inde yine İngilizler tarafından yapılmıştı. Zaten bu
nedenle Boerliler, savaş esnasında bir dönem, İngilizleri Khakies şeklinde
tanımlamışlardır. İngilizlerin bu uygulamasından esinlendiğini değerlendirdiğimiz
Osmanlı Ordusu ise, bu regi ilk defa 1880’lerden itibaren yanlızca Birinci
İstihkam Taburu erlerinin kıyafetlerinde kullanmıştı. 1900!lu yıllarda da,
Makedonya çetelerine karşı kolay hedef olmamak adına, avcı taburları
kıyafetleri haki renge dönüştürülmüştü. 1900 yılına gelindiğinde ise çıkarılan
bir nizamname ile bütün Osmanlı Ordusunun kıyafetlerinde bu rengin kullanılması
sağlanmıştır.”
“Ele geçirilen komita ve çete
üyelerinin, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu aciz durum, delil yetersizliği
veya diğer devletlerin konsoloslar aracılıyla yaptıkları baskı nedeniyle
serbest bırakılması, onlar arasında ümitsizliğe sebep oluyordu. Bu nedenle bölgedeki,
özellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi subaylar ceplerinden para
harcayarak ya da gizlice depolardaki silahları dağıtarak çeteler teçhiz ediyor.
Bunlar da mahkemelerin serbest bıraktığı çetecileri ya da liderlerini öldürüyorlardı.
Ohri gibi merkezlerde bizzat cemiyet yanlısı mülki amirlerin desteğinde
kurularak silahlandıran ve çoğu Osmanlı subayları tarafından yönetilen bu
çetelerin faaliyetlerine hem idari hem de askeri makamlar göz yumuyordu. Buna ek
olarak, Osmanlı yönetiminin yerel halktan istihdam ettiği paralı askerler,
gönüllüler ve başıbozuklardan oluşan düzensiz kuvvetler çete ve komitalara
karşı kullanıyordu.”
İşte
durum böyle iken böyledir. Söyleyecek kelam çok ama gereksiz. Neyse ki her
olumsuz şey geçmişte kalmış, iyi şeyler de bugüne taşınmış. İlave ne diyelim…
Her şey ayan beyan ortada…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder